TAŞRA BASKISI

İSTANBUL VE TAŞRA BASKILARI AYNI ANDA ÇIKAN BLOG

Beşiktaş Projesi Çöktü

Cengiz Bahadır Özdemir 18 Şubat 2011

Beşiktaş-Dinamo Kiev maçının 60. dakikasında bu yazıyı kaleme almaya başladım aslında. Skor taraftarı olduğum için değil, bu kadar şeye artık dayanamayacağım içindi bu düşüncem. Yönetim, taraftar, futbolcular, teknik heyet sezon başından beri söyledikleriyle çelişir hareketler yaptılar. Sabrettim tabi. Akıllı transfer hamleleri yapmaya başlayan yönetimin sezon ortasında sapıtması, Türkiye'nin en iyi taraftar grubu olarak nitelendirilen Çarşı'nın yönetimin sözcüsü durumuna gelmesi, "Daha iyi olacağız, zamana ihtiyacımız var" diyen futbolcuların her geçen gün daha vurdumduymaz olmaya başlaması, her yenilgi veya beraberlikte karşı tarafa laf atan fakat en önemli takımlara karşı yokları oynayan teknik heyet... Tüm bunlar birleştiği zaman hem ben çileden çıktım hem de Beşiktaş'ın umutları sona erdi.
Sezon başında yapılan transferlerden sonra denilen şey "Önümüzdeki 2-3 yılın takımını oluşturuyoruz" olmuştu. Bunun için de sabretmek gerekiyordu. Ancak sabrederken aynı zamanda da umut verilmesi icap ediyordu. Neticede bahsettiğimiz takım Üç Büyükler'den biriydi. Lige fena başlanmamıştı. Trabzonspor yenilgisine kadar her şey iyi gidiyordu. Avrupa'da da kolay takımlara karşı alınan net sonuçlar umut veriyordu. Ama gözle görülür bir şey vardı. Bu psikopat hücum hattını destekleyecek sağlam savunmacılar lazımdı. İleri-geri gidişleri yapabilecek kaliteli bekler, oyun kurabilecek ama aynı zamanda hamlelerinde çabukluk olacak stoperler, devamlı koşacak orta sahalar gerekiyordu. Trabzonspor, Manisaspor, Porto, Kayserispor yenilgileri ile bu öngörülerin yanlış olmadığı ispatlandı.
Burada iş teknik heyete kalıyordu. Belki de bu kadar fazla hücumu düşünmek faydalı değildi. Göze hoş gelen futbol herkesin istediği bir şeydi ama şuursuzca hücum etmenin hiçbir güzelliği yoktu. Schuster ve ekibi inatlarından vazgeçmediler. Daha sonra da rakiplerin oyununa laf etmeye başladılar. Haksız mıydı Schuster? Haklıydı ama o da kilit açmak için oradaydı. 10 dakikada 10 faule maruz kalan Guti'siz de bu takım bir şeyler yapmalıydı. Biz bekledikçe o inadından vazgeçmedi. Sonunda biz ligden vazgeçtik.

Yönetim devre arasında transferler yaparak umutları tazelemeye, Avrupa Ligi hayallerini sıcak tutmaya çalıştı. Porto deplasmanındaki 1 puan bizleri umutlandırmadı, yanılttı. Porto'nun, Beşiktaş'tan çok daha net pozisyonları vardı. Ama Beşiktaş, Avrupa'da grup sistemiyle oynadığı maçlardaki en yüksek puana ulaşmıştı. O yeterdi bize. Devre arasında Simao, Fernandes ve Almeida getirildi. Bunlardan yalnızca biri Avrupa'da oynayabilecekti. Almeida'nın oynayacağı ise bilinen bir şeydi. Holosko'nun gönderileceği, Nihat'ın formsuz ve sakat oluşu, Nobre'nin dengesizliği, Bobo'nun alternatifsizliği bunun sebepleri arasındaydı. Peki, o zaman Fernandes neden alınmıştı? Akmaz, kokmaz, verilen görevi en iyi şekilde yerine getiren, lig için vasatın üstündeki bir Fink'i yollayıp da Avrupa'da oynatamayacağımız, kiralık olarak gelen ve sezon sonunda büyük paralar istenecek Fernandes neden alınmıştı? Fernandes, Fink'ten bir gömlek üstündü, tekniği daha iyiydi ama bize bunlar mı gerekiyordu? Ernst'in bile yedek kaldığı bu sistemde Fernandes ne işe yarayacaktı? Sormadık, sorgulamadık.
İkinci yarı başladığında hiçbir şeyin değişmediği hemen belli oldu. 5-1'lik Bucaspor maçından sonra hiç umut vaat etmeyen bir Beşiktaş vardı ligde. 5-0'lık Gaziantep Belediyespor galibiyeti de bizleri kandıramazdı. Karabükspor sonrasında önce Adalı'nın, ardından Demirören'in açıklamaları ise tek kelimeyle skandaldı. Bütün bunlar, yönetimin eskiden hiç ders almadığını gösterir nitelikteydi. Sonra bir anda 2. İbrahimler Kavgası hortladı. Sallantıda giden ve hedeflerini Avrupa-Türkiye Kupası ekseninde geliştiren takımın bir de içinde sorunlar çıkmıştı. 2008'den sonra birbirleriyle geçinemedikleri söylenen Toraman ve Üzülmez'den, Üzülmez takımdan gönderildi. Toraman ise "küfür etmediği" gerekçesiyle takımda kaldı. Ama Ersan sakat olmasaydı muhtemelen Toraman da takımdan gönderilirdi. Yerli stoper ihtiyacı yüzünden Toraman takımda kaldı. Ama bunu, bu şekilde söyleseler büyük bir karaktersizlik örneği olurdu. Çok karakterli yönetimin bunu yapması beklenemezdi. Bu karmaşa içinde Dinamo Kiev maçına çıkıldı. Fark yenildi. İnönü'de bu kadar gol yediğimiz ikinci bir maç hatırlamıyorum. Dört gol Beşiktaş için fazlaydı.

Maçtan sonra Schuster'in açıklamaları ve taraftarın tepkisi ise mide bulandırıcıydı. Erhan Güven'i oyuna girerken ıslıklamak tam bir acizlik örneğidir. Kaleci Hakan'ın protesto edilmesiyse ikiyüzlülüğün en saf halidir. Lafa gelince "Üç iyi kalecimiz var" demek kolay, o kalecilerden biri 4 gol yediğinde ıslıklamak daha kolay. Ama İbrahim Üzülmez'i rezillikler içinde gönderen yönetimi eleştirmek zor. Onun yerine ne şiş yansın ne kebap misali "Sizi seviyoruz" pankartı daha anlamlı. Ne güzel protestodur, ne güzel bir tavır almadır öyle.

Bence 2-3 senelik proje daha ilk aylarında çökme aşamasına geldi. Dinamo Kiev'e deplasmanda 5 atsak bile bu değişmeyecek. "Balık baştan kokar" misali Beşiktaş çok kötü yönetiliyor. Çarşı özgürlüğünü kaybetmiş. Futbolcuların bazıları çabalarken, bazıları bitse de gitsek havasındalar. Bugün kaptanlık adayı Quaresma tekme attıktan sonra alkışlanıyorsa söylenecek fazla şey kalmamış demektir. Çünkü bizler Rıza'nın kaptanlığını görmüş insanlarız. Kaptanlık için iyi oynamak ya da pahalı olmak gerekmez. Karaktere bağlıdır kaptanlık. Ama ne futbolcular ne de taraftarlar bunun farkında. Ne diyelim, Beşiktaş'a şu an her şey müstahak.

"Beğenmeyen gelmesin kardeşim" tadında açıklama yapan Schuster'e de bu tavrından sonra "badem bıyık" yakışır.

0 yorum

Yorum Gönder