Ligin ikinci devresi başladığından beri deplasmanda puan alamayan Galatasaray serisini 3 maça çıkardı. Olimpiyat Stadı'nın efsanelere konu olacak rüzgarı, maçın ikinci yarısındaki basit hatalarlar birleşince İBB 0-1'den gelip karşılaşmayı 3-1 kazandı.
Maç öncesi kadrolara baktığımızda aklıma ilk gelen Baros gol atar oldu. Can Arat'ın yanıltıcı koşulara daha forvet hareketlenmeden atladığını bildiğimizden Çek golcünün pozisyon bulmaması imkansız gibiydi. Sabri'yi Galatasaray Altyapısı'na gelme nedeni olan şok press üstüne kaptığı topu savunma arkasına rahat göndermesi belki de birinci ligde ilk defa meyvesini verirken Baros'un bu sezon İBB'ye dördüncü golü geldi.
Gol aslında geç geldi. Bilindiği gibi Olimpiyat Stadı'nda maçlar her takım için birer devre olarak oynanıyor. Rüzgarla oynadığı devrenin son çeyreğinde gelen gol, Galatasaray'ın maç kazanması için gerek şart olan iki farklı üstünlüğü elde etmesini engelledi. İlk yarım saat sonrası yapılan baskı, savunma hattının öne çekilmesi ve dönen topların alınması maçın "gündüz" kısmı oldu.
İkinci devrenin ilk 10 dakikası ise alacakaranlıktı. Her iki takımda dur bakalım biraz geçsin neler olduğunu görürüz mantığı aslında Galatasaray'a yarayacak gibiydi. Kazım'ın getirdiği topa Stancu dokunamayınca Belediye topu sol taraftan kullanmaya başladı. Kazım, Sabri ve Serkan Kurtuluş üçlüsünün savunma yetenekleri toplamı ortalama bir savunmacı kadar etmeyince Gökhan Ünal yıllar önce Kayserispor formasıyla yine Galatasaray karşısında yaptığı patlamaya benzeyen bir patlama yaptı.
İstanbul'un ilk golü Galatasaray'ın umutsuzca farkı ikiye çıkarmaya çalıştığı dakikalarda geldi. Gökhan'ı Trabzon'a hatta Fenerbahçe'ye transfer olmasını sağlayan yeteneklerinden bir kuple gösterdi. Serkan Kurtuluş'un fiziğinden beklenmeyecek yavaşlığını kullanan Gökhan çizgiye kadar sadece topu dürterek geldi ve Hollman'e çarptırarak gol attı.
Bu sezon gol yediği maçlarda psikolojik dağılan Galatasaray, bu maçta da kimseyi şaşırtmadı. Orta saha Cana'dan stoper yaratılmaya çalışılınca topla çıkarken yapacağı pas hatalarını göze almanız gerekiyor. Pozisyonda Mustafa Sarp'a pas mı verdi, yoksa arkasındaki Serkan'a mı attı çözemesemde o hata pahalıya mal oldu.
Aslında son gol sezonun özeti gibiydi. 75 dakika savunmaya gelmeyen Kazım, maç koptuktan sonra biraz da kişisel imajını düzeltmek için savunma yapmaya çalıştı ama her savunma yapmayı bilmeyen forvet oyuncusu gibi anca penaltı yapabildi.
Galatasaray "kariyer" rekoru kırarak 11 mağlubiyet elde etti bu sezon. Her kayıp sezonda taraftarın sarılacağı bir şeyler bulunur. Ama o kadar kötü bir sezon geçiriliyor ki tutunacak dal kalmadı. Gelecek sezonun planlamasına Hagi başlar mı bilemem ama bizim bildiğimiz Türk yönetici mantığı gelecek sezona Hagi ile başlamaz. Bu da kayıp bir sezon daha demek olacak.
Beşiktaş taraftarını ele alalım. Son alınan mağlubiyetlerle birlikte günah keçisi aramaya başladık. Bence Fenerbahçe maçında çok da kötü değildik. Ama Dinamo Kiev maçlarında rezalet bir görüntü vardı ortada. Ayrıca 3 maçta yenen 12 gol de cabası. Taraftardan şu çığlıkları duyduk:
- Ferrari gitsin. (Peki canım)
- Aurelio ve Nobre gitsin. (İyi düşündün)
- Bu Almeida kim ya. (Zamanlaman harika)
- Schuster gitsin. (Yaratıcı fikirlere açığız)
- Yönetim de çok oluyor. Yeter Demirören. (Yazın seni camide göremedim Sebastian)
Diğer tarafta da Beşiktaşlı olmayan ama Beşiktaş'ın kötü gitmesi için fırsat kollayan taraftar kitlesi vardı. Onlar da kendi takımlarını umursamadan Beşiktaş'ın kötü sonuçlar almasını bekliyorlardı. Yıldız oyuncu getirirsen elbette ki bu tip şeylere de hazırlıklı olacaksın. Neticede Beşiktaş, Avrupa Ligi'nde tek takım olarak kaldığında avantaj ve dezavantajları da taşımak zorundaydı. Avantaj olarak, taraftarı "Tek biz kaldık, diğerleri yok" diyerek uyutabilirdin. Dezavantaj ise sürekli göz önünde olmaktı. Neticede Beşiktaş kendi seviyesinden daha düşük takımları yendi. Güçlü olanlara ise yenildi. Diğerleri ise kendinden düşüklere yenilerek elendi ama bu sorun olmadı. Onların görüşlerini de toparlamaya çalışırsak:
- Beşiktaş, geçen seneki Galatasaray gibi. (Favorim bu. İnanılmaz bir tespit.)
- Schuster, Rijkaard gibi kovulacak. (Nostradamus bokunu yesin, helal olsun sana)
- Bu Beşiktaş, geçen seneki Galatasaray'dan da kötü. (Aferin canım. Hangi blog?)
- Takım olmak önemli, yıldız almak değil. (Yine ne varsa sende var hacı. Sağolasın)
Gelelim eleştirilerime. Eyyy Beşiktaş taraftarı (Ahmet Çakar girişi), sen "Yetmez Demirören" derken hiç mi getirmedin aklına eski günleri? Peki Mete Düren'in anlamsız maç sonu açıklamaları, transfer dahisi Serdal Adalı'nın gereksiz çıkışı, Demirören'in yakışıksız Özgener cevabı hiç mi aklını başına getirtmedi. Devre arası transfer şovunda hiç mi fark etmedin "Geleceğin Beşiktaş Başkanı"nı? Sen ki her şeye tepki vermekle ünlüsündür, bir kez olsun tepki gösterebildin mi bunlara? Quaresma'yı, Ferrari'yi alkışlamak mıdır tepki? Kaptanın yakışıksız bir şekilde gönderilirken gözyaşı dökmemek mi tepkin? Kulüp 1-2 seneye batma noktasına gelecek. Kulübün, başkana borcu inanılmaz boyutlarda. Yarın öbür gün başkan gelip "Ben bu paraları Beşiktaş'ın menfaatleri için kullandım, paramı isterim" diyecek ve bunda sonuna kadar haklı olacak. Kulüp Araplara satılmasın diye ağlaşma sebebin, kulübü satın alacak olanın Arap olması mı; yoksa kulübün "satılacak" olması mı? İkincisiyse, geçmiş olsun ey tepkili taraftar; o iş oldu bile!
Diğer takım taraftarlarına bir şey söyleyemiyorum artık. Çünkü Beşiktaş'ı eleştirmek için bir adet ağza sahip olmak yeterli. Oradan çıkacak şeylerin bir önemi yok. Üstelik, herkesin de kendine göre haklı olduğu yerler var. Ama bunlar Beşiktaş'ı mutlak doğruya ulaştırmayacak, yüzeysel fikirler. Bence Üç Büyükler içinde bir tek Beşiktaş kötü yolda. Diğerleri doğruyu yavaş yavaş buluyorlar. Onun için yorumlarında ölçüsüz olabiliyorlar. Ama Beşiktaş yolu bulmak bir yana, yoldan daha da çıkmaya çalışıyor. Bu da takımı rezil ediyor. Seyirciyi ise çıldırtıyor.
Tebrikler Başkan. Büyük başkan. Yetmez başkan. Sol beke Ashley Cole, sağ beke Maicon'u al. Çıldırt bizi başkan. Şımart bizi başkan. Necipler, Onurlar, Rıdvanlar başkalarının olsun. Bize yıldız gerek. Ve Schuster, daha da enteresan işlere imza at. Daha da farklı şeyler dene. Nasılsa her türlü eleştirileceksin. Kovulsan bile tazminatın var. Rahat ol hocam.
Schuster'in kibiri sayesinde kazandı Fenerbahçe Pazar gecesi. Benzerlerine sadece Hollywood yapımı spor filmlerinde rastlayacağımız bir şekilde hemde. Önce öne geçti, sonra ibre tersine döndü ve müthiş bir final ile bitirdi maçı.
"Kibir, en sevdiğim günahtır" der Al Pacino "Şeytanın Avukatı" isimli filmin sonunda. Kibirli kişiler yaptıkları yanlışların farkında olsa bile dönmezler o yanlışlarından. Schuster'de ne kadar kibirli bir insansa artık hafta içinde "Sivok-Ferrari" deneyinin başarısız olmasına rağmen Ferrari ile çıktı sahaya. Ee tabi sonuç ortada. Kırmızı kart + penaltı.
Ferrari atılmasa büyük ihtimalle kazanan taraf Beşiktaş olacaktı. Futbolda kesin bir şey olmadığını en yakın Pazar gecesi gördüğümüz için, temkinli konuşuyoruz haliyle. İşte üç devreli bir oyun oldu da, falan filanda... Bunları geçelim, benim değinmek istediğim farklı bir konu.
Schuster İspanya'da da bundan farklı değildi. Orada da aynı şekilde demeçler veriyordu. İnsanlara tepeden bakıyordu. Tabi ki İspanyolların oynadığı futbola dil uzatamıyordu ama, pek fazla seveni yoktu. Bizim medya ise çok bekledi Schuster hakkında konuşmak için. 1960-1970'li yıllardan kalma spor yazarlarımız çok olduğu için, normal olarak karşılıyorum ben bunu haliyle.
Kendisinde hiçbir zaman suçu aramadı ve bu sebepten ötürü yıldızlı kadrodan gözleri kamaşmış Beşiktaş yazarları eleştiremedi onu. Sonuç ise ortada. Ne oynanan futbol iyi, ne yıldızların form durumu. Schuster'e göre 3 suçlu var. Hakemler, medya ve futbolcuları. Kendi oyun düzeninde hiçbir yanlış yok. Ernst yerine Fernandes, Necip yerine Aurelio'u oynatmasında hatası hiç yok. Suçlu belli; "gel bana gol at" demeyen takımlar.
Çok hoca gördüm ama "Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın" mantalitesi ile takım yöneten bir hocayı ilk defa görüyorum. Artık tazminatı ne kadarsa, belli ki yöneticilerde korkuyor adamın işine karışmaya. Yoksa şimdiye kadar 15 yönetici çıkmış, çoktan kulağını çekmişti başka hocanın.
Geçtiğimiz Pazar hakem Cüneyt Çakır'da başka bir alemdi. Daha ilk 15 dakikada bütün bu olayların önüne geçebilirdi. Fakat o Ferrari atılana kadar enteresan kararlara imza attı.
Fenerbahçe'de ise işler şimdilik iyi gidiyor. "Arap atı sonradan açılır" misali, ilk yarıda durgun olan Fenerbahçe geçtiğimiz sezon olduğu gibi bu sezonda ligin ikinci yarısı coştu. Fiziksel olarak düşüşe geçeceklerini sanmıyorum. Çünkü ligin ilk yarısında neredeyse bütün deplasmanlarda ve son 60 dakikalarda yattılar. Mental olarak ise, geçtiğimiz yazılarda bahsettiğim "Basri Dirimlili" ve "Play Like a Champion Today" önerilerinden daha güzel bir yöntem bulmuşlar. Lidyalıların icat ettiği "Para" tabi ki bu yöntem. Demek ki Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman bundan dolayı transfer yapmadı. Hesaplayın bakın, bonservis + oyuncunun alacağı para = 12-13 milyon Euro. Dağıtılacak primlerle birlikte toplarsak 18 milyon Euro. Yani maç başına bütün takıma 1 milyonluk bir prim dopingi. Muhteşem...
Ferrari ülkeye gelirken biri -kim yazmıştı hatırlamıyorum- "Oyunculara şampiyonluk primi olarak Ferrari alsalardı daha iyi motive ederlerdi takımı" yazmıştı. Şimdi düşündüm de, adam harbiden haklıymış.
Bu da videosu:
Mevzunun üzerinden 5 gün geçti, aklımda olan bir yazıydı ama ancak şimdi fırsat bulabiliyorum. Hikmet Karaman'ın Wenger'le arkadaşlığı(doğruluğunu bilmiyorum), Barcelona hayranlığı daha önceden birkaç kez medyada haber olmuştu. Kendisi geçen hafta Arsenal-Barcelona maçını da yerinde izleyerek takımı için faydalı olacak bilgiler edinmeye çalışmış. Buraya kadar her şey normal. Seveni sevmeyenini bilemem ama diğer gezici Türk antrenörlere göre en azından farklı bir şeyler yapmaya çalışıyor Hikmet Karaman. Ancak döndükten sonra yaptığı açıklamalar biraz kafamı karıştırdı.
"Orada üst düzey takımların neler yaptığını yerinde görmeye gittim. Aslında takım olarak gidecektik. Kendimizi geliştirmeye, üst düzey takımların neler yaptığını yerinde tespit etmek istiyorduk. İngiltere vizesi vakit alacağı için yapamadık. Sizlerin aracılığıyla duyurmak istiyorum, bu maçın rövanşına takım halinde gitmek istiyoruz. Hem başkanımız hem yönetim kurulumuzda hem de çevrede kesin söz vermiş insanlar var. Sakın ha sözlerini yemesinler. Yok bilet yokmuş, pahalıymış. Türk Hava Yolları Barcelona'nın sponsoru. Başbakan Yardımcımız Manisalı. Çözümler mutlaka vardır. Bize söz verenlere saygılarımızı sunuyorum. Sakın sözlerini yemesinler. Takım, eğitim amaçlı gidecek. Barcelona için 2-1 de iyi bir skor. Böyle bir skorda Arsenal ne yapıyor. Bercelona 2-1'i geçmek için ne yapıyor. Biz tribünde oyuncularımla bunu tartışalım. Sonra antrenmanda gelip aynısını yapalım. İlk maça gidecektik söz almıştım ama olmadı. Ancak ikinci maçta herkesin Şengen vizesi var. 50 kişiyi Manisaspor, Manisalı sanayici götüremiyorsa ki "Bilet yok" deniliyormuş, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a gideriz. Bazı güçleri kullanmak lazım. Sayın Bülent Arınç'ı seviyor takdir ediyorum. Yarın arayacağım, eğer göndermezlerse biz kendimiz gideceğiz. Orada futbol çok farklı, görüp oyuncularla tartışmak çok önemli."
Başta da dediğim gibi üst düzey takımları oyuncularına yerinde izletmek, o ortamı yaşatmak iyi bir motivasyon aracı. Ancak Manisaspor takımının Nou Camp'da bir maç seyredebilmek için Başbakan Yardımcısı'ndan destek almak istemesi bana garip geldi. Belki sadece bilet bulunması için yardımcı olunmasını istiyor Hikmet Karaman. O yüzden fazla suçlayıcı olmak istemiyorum. Ama istenen şey takımın uçak ve otel masraflarının karşılanması, bilet paralarının ödenmesi için iş adamlarının Bülent Arınç tarafından teşvik edilmesiyse bu konu benim midemi bulandırır. Manisaspor bir süper lig takımı. 4 büyüklere istikrarlı olarak her sezon 1-2 oyuncu satabilmesi, Vestel'den aldığı destek gibi faktörler sayesinde de birçok Süper Lig kulübüne göre maddi açıdan rahat bir konumda. İsteseler takım halinde kendi ceplerinden ödeyerek gidecekleri bir Barcelona seyahatini rahatlıkla karşılayabilirler. Buna rağmen Barcelona maçına gitmek için sponsor arama hakları var mıdır? Elbette vardır. Manisalı iş adamlarının kapısını çalıp destek istemeleri en doğal hakları. Ama bu desteği sağlayabilmek için mevcut hükümetin önemli siyasetçilerinden birisinin, sadece Manisalı olduğu için aracı olmasını istemek kimsenin hakkı değildir. Bu bariz bir şekilde torpil istemektir. Hem de açıklamanın içinde yer alan tarafları farkında olarak ya da olmayarak baskı altına almaya çalışmaktır. İş adamlarını Bülent Arınç ismini kullanarak yardıma teşvik ettirmeye çalışırken, Bülent Arınç'ı da yaklaşan seçim öncesi, taraftar tepkisini kullanarak yardım etmeme ihtimaline karşı baskı altına almaktır. Özellikle altını çizdiğim "bazı güçleri kullanmak lazım" sözünü ise masum bir açıklama olarak göremiyorum...
Dediğim gibi belki ben fazla şüpheciyimdir ve Hikmet Karaman sadece (umarım) bilet bulabilmek için aracı olunmasını istemiştir. Böyle olmasını ve haksız çıkmayı, hayatının en güzel 9 yılını bu şehirde geçirmiş ve Manisaspor'a gönülden bağlı birisi olarak yürekten isterim. Ama Kemal Unakıtan'ın Sergen'in imza töreninde bulunup Ronaldinho sözü vermesi ve Kürşat Tüzmen'in Zafer Biryol-Altan Aksoy ikilisini Mersin İ.Y'ye transferi sırasında kendi ofisinde imza attırırken "Mersin İ.Y öyle ya da böyle şampiyon olacaktır." açıklaması hala akıllardayken bu şüpheciliğimi mazur görmek gerek. Bülent Arınç Manisa'da sevilen bir siyasetçi. Uzun bir dönemdir bu şehirden milletvekili seçiliyor. O yüzden bu oyuna gelmeyeceğini umut ediyorum...
Sezon başında Lyon'la oynadıkları hazırlık maçında ilk kez dikkatimi çekmişti Hooper. Takibe aldıktan sonra da Celtic'te lige 5 maçta 7 golle başlayınca kendisi için Cumhuriyetspor'da şu yazıyı yazmıştım. Sonrasında yaklaşık 1 aylık bir sakatlık yaşamasına rağmen, dönüşü hızlı oldu. An itibariyle 16 maçta 13 golü var. Old Firm'de attığı 2 gol sonrasında da 3,5 ay önce yazdığım yazıyı aynen bloga aktarıyorum...
"Celtic ve Rangers dışında yarışmacı bir takım çıkaramadığı için sık sık eleştirilse de İskoçya Ligi, Premier Lig takımlarına yolladığı oyuncular ve nadiren de olsa yetiştirdiği yıldızlarla Britanya futbolunda önemli bir yere sahiptir. Son yıllarda transfer stratejisini Premier Lig’de tutunamayan oyuncular ve İngiltere’nin alt liglerinde oynayan genç yetenekler üzerine şekillendiren Celtic’in bu sezon transfer ettiği Gary Hooper kısa sürede taraftarların sevgilisi oldu. Son olarak dün oynanan Aberdeen maçında 3 gol atarak yıldızlaşan Hooper şimdiden birçok Premier Lig takımının dikkatini çekmiş durumda.
Sözleşme şartlarını tam olarak bilmiyorum. Ancak ortada yaklaşık 60 milyon dolarlık bir anlaşma var. Bunun 40 milyonu Bahreyn'in yarışlara ev sahipliği yapmasına, 20 milyonu ise takvimdeki ilk yarış olmasına ayrılmış durumda. Bernie'nin kalkıp "İptal ettik" demesi pek kârlı olmazdı. Topu prense bıraktı. Bahreyn Prensi de bu ortamda yarışların yapılamayacağını itiraf etmek durumunda kaldı. İnternetin, ulaşımın, daha da önemlisi, seyircinin olmadığı bir organizasyon düzenlenemezdi. Böylece Bernie yine kaybetmeden işini halletti.
Aslında bu bir iptal kararı değil, erteleme kararı. Bahreyn hala takvimdeki yerini koruyor. Yarış belirsiz bir tarihe ötelendi. Bahreyn prensi, kişisel olarak bu yarışların hayranı ve Bahreyn'de yarış yapılması -söylenenlere göre- çocukluk hayaliymiş. Dolayısıyla durum normalleştikten sonra yarışlar yapılabilir. Ama yönetimsel değişiklikler olup "Halkımız aç, bir de böyle lüks işlere giremeyiz" kararı alınırsa Bahreyn uzunca bir süre takvim dışı kalır.
Bahreyn'in takvimden çıkması bizler için umut verici. "Krizi fırsata çevirmek" deyimi tam bu noktada geçerli oluyor. Bilindiği gibi, Bahreyn-Birleşik Arap Emirlikleri-Türkiye üçgenini tehlikeye sokan Bulgaristan-Rusya-Hindistan yarışları önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacak. Buna son yıllarda sporun her alanına acayip paralar saçan Katar'ı da ekleyebiliriz. Bu üçgenden Bahreyn'in çıkması, Türkiye'nin elini rahatlatır. Bunlara Melbourne valisinin "F1 ekonomik açıdan bize zarar veriyor" açıklamasını da eklersek işler daha da anlam kazanır. Spa, Monza ve Valencia'daki yarış organizatörlerinin açıklamaları da uzun vadede takvimin değişebileceğinin sinyallerini veriyor.
Rusya, Bulgaristan ikilisinin girmesi burada kritik öneme sahip. Avustralya'daki yarışlar, ileride ABD'de yapılacak olası bir yarışla ikame edilebilir. Ama diğer iki ülkenin girmesi bizi takvim dışına iter. Buna, İstanbul Park'a ilginin çok az olması ve hükümetin yeni sözleşmeye fazla sıcak bakmamasını da eklersek (ki yeni sözleşmede, eskisinin iki katı ücret ödenmesi ön görülüyor) bizim takvimde kalmamız epey zor olacak. Tek avantajımız, mükemmel bir piste sahip olmamız. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da "genç nüfusumuzun" olması bir şeyi değiştirmez. İlgi ve para bu yarışların kilidi.
Bu sene sözleşmenin son senesi. Gidip yarışları yerinde izlememiz gerek. Yılbaşına kadar bilet fiyatları yarı yarıyaydı. 3 günlük kombine biletlerin şimdiki fiyatları çok pahalı gibi olsa da, açık alan ve bronz tribün fiyatları uygun denilebilir. Sonuçta senede bir kez yapılıyor. Tehlikeli olarak gördüğüm Bulgaristan'da pistin yapılmasına daha var. Rusya da 2014'te Soçi'deki kış olimpiyatları yüzünden IOC'den izin alamadı (F1 pisti de bu şehirde yer alıyor). Katar'dan da henüz ses çıkmadı. Tüm bunları toplarsak, hükümetin desteği ve halkın geniş katılımıyla 5 yıllık yeni bir sözleşme imzalayabiliriz. Bir sporun içine Rusya, ABD, Hindistan, Uzak Doğu ülkeleri ve zenginleşen Arap ülkeleri giriyorsa o işte para vardır. Terk etmek ahmaklık olur.
"Viva La Revolucion" diyerek yazıyı bitirelim.
Dün gece sonu da benim için iyi bittiğinden olsa gerek süper bir maç izlemenin keyfine vardım. İlk dakikadan son anına kadar gitgellerin yaşandığı mücadelenin bir numaralı kaybedeni ise bana göre Cüneyt Çakır oldu. Schuster ve Ferrari onu takip eder (Hangisi daha suçlu bilemiyorum). Bu yazının konusu ise Çakır. Belki başka zaman da Schuster'e dokunuruz veya Ferrari'ye. Neyse.
Sevgili FIFA kokartlı hakemimiz, henüz maçın birinci dakikası Ekrem'in kartlık hareketini uyarı ile geçiştiriyorsun. Bunu gören futbol kariyeri derbi oynamakla geçen Selçuk durumu çözüyor, bir sert hareket ile diş gösteriyor Beşiktaş'a. Çekiyorsun yanına onu da uyarıyorsun ki uyarmana gerek yok, biliyor Selçuk kart veremeyeceğini. Ekrem seni sallamamış devam ediyor kaldığı yerden, sarıyı çekiyorsun. Ama hala sallamıyor seni Beşiktaş'ın sağ beki. Dia'dan sonra Niang oluyor bu sefer kurban. Atamıyorsun dışarı bu hırçın çocuğu. Benzer takdir hakkını Gökhan Gönül ve Selçuk için de ilerleyen dakikalarda kullanıyorsun. Selçuk, Q7'yi canından bezdiriyor, Gökhan ise Simao'nun ayağının üzerinde dolanıyor. Olmayacak iş oluyor o at(a)madığın adam çıkıyor bir de devre sonuna doğru müthiş bir gol atıyor. Sen cezasını veremeyince Ekrem seni adı futbol programı olan yayınlarda kurulacak dar ağaçlarına sürüklüyor.
İkinci devreye de gözünün önündeki penaltıyı çal(a)mayarak başlıyorsun. Televizyon enteresan alet. Sen pozisyonu izlerken biz de seni izleyebiliyoruz. Bakıyorsun ama görmüyorsun Cüneyt, ağır çekimde seyrediyoruz seni uzunca. Kafandan neler geçiyor, tahmin etmek istiyorum ama mümkün değil. Tek bildiğim şey ise kendinde olmadığın çünkü ipleri daha karşılaşmanın başında kaçırdığın. Ama şanslı adamsın Ferrari isimli biri çıkıyor aniden. Hakem hocalarının ilmiği boynuna geçirmeye hazır, Aziz Yıldırım'ın da sandalyene tekmeyi atacağı anın hemen öncesinde yardım elini uzatıyor sana İtalyan. kaçırmıyorsun bu fırsatı ve kurtarıyorsun bir günü, derbiyi ve belki de kariyerini. Bilmem kaç kere duran ve iki golün atıldığı ilk devreyi hiç uzatmıyorsun çünkü miden bulanıyor belki de başın dönüyor. Derbinin sonuna da iki dakika ekliyorsun ama bitmesini bekleyemiyorsun çünkü mutlusun, huzurlusun ve bir an önce de kaçmak istiyorsun. Beşiktaş Ferrari'yi, Schuster'i tartışıyor. Fenerbahçe galibiyet ve emin olduğu şampiyonluğu kutluyor. Sen de aradan sıyrılıp halen Türkiye'nin en iyisi olarak kalıyorsun. Dedim ya şanslı adamsın ama çok kötü hakemsin!
Son olarak konudan bağımsız İbrahim Toraman'a da değinmek istiyorum. Gecenin en büyük fırsatını Toraman kaçırdı. Tam attığı golle tribünlerle barışmış gibiydi. Hatta Almeida'ya karşılaşmayı koparacak asisti yapmanın kıyısına kadar da gelmişti. Ama mevkidaşı bir hata yaptı her şey başa döndü ve bence hak yerini buldu. Toraman'ın iyi oyunu gölgede kalınca, Üzülmez'e ettikleri bu kadar kolay unutulmamış oldu.
2009 yılındaki Finlandiya'dan kendisini hatırlamaya çalışalım. O yarıştaki uçuşu yarışın heyecan verici anlarından biriydi. İlk videoda uçtuğu sahne, ikinci videoda ise birkaç etap sonraki kazası mevcut.
İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u destekleme fikri ilk ortaya atıldığında bir iki maç sonra sıkılırlar dense de onlar sıkılmak bir yana keyifle takımlarını desteklemeyi devam ediyolar
Futbol’un aslında bir spor olduğunun unutulduğu, günümüzde gereğinden fazla anlam yüklenilmesine maruz kaldığı bu zamanlarda sadece eğlence ve spor için çıktıkları yolda başarıyla devam eden bir taraftar grubu Boz Baykuşlar. İlk fikrin atıldığı inci.sozlukspot.com’un jargonuna aşina olanlar, çok sürmez bir maçta küfürden dolayı saha kapatma cezası alırlar, yönetimde bu “heyecanlı gençleri” kovar şeklinde düşünsede onlarla bir gün geçirince aslında Türkiye’de tribünsel bir devrim yaptıklarını anlıyorsunuz. Taksim’in göbeğinde boynunda bir futbol takımı atkısıyla toplanan insanlara herkes çekinerek bakarken, baykuş amblemi gören gülerek gelip çok iyi bir iş yaptıklarını söylüyor. Bu işler anca kulüp desteğiyle yapılır psikolojisi o kadar işlemiş ki bünyelere, yönetimden aldıkları tek desteği kombine satışlarında kolaylık olduğunu öğrenince şaşırıyorsunuz. Gençlerbirliği maçına kadar bütün karşılaşmalarda yol için kiraladıkları otobüsler dahil hepsinin parası kendi ceplerinden çıkan sadece eğlenmek için toplanan insanlardan bahsediyoruz. Aralarına yeni katılan “baykuşlara” ilk uyarıları ne olursa olsun yuh, ıslık ve küfür kullanmamaları oluyor. Ciddi gibi gelmesede bu sözlerinde de bütün maçlarda duruyorlar.
Olimpiyat Stadı’nın neredeyse şehir dışında olmasından dolayı yaptıkları tezahüratları ezberlemek için yeterli vakitleri oluyor. Kombine satışları alışık olmadığımız şekilde uzun uzun sözleşmerlere imza atarak değil daha arkadaş canlısı bir ortamda ufak bir A4 kağıda isminizi telefonunuzu vererek oluyor. Kombine kartın yanında hediye olarak verilen taraftar forması ise kulüp tarafından karşılanan tek giderleri. İETT kulüplere pek otobüs tahsis etmek istemez çünkü otobüsü verdiği gibi alması çoğu zaman imkansızdır. Ama Boz Baykuşlar’da durum böyle değil. Formaların üstündeki jelatinler bile çöp poşetlerine toplanıp stat çevresindeki çöp kutularına atılıyor. Yönetimin ve Olimpiyat Stadı’nın görevlilerinin kendilerine bakışı çok pozitif. Kamuoyunu ikna etmekte zorlansalarda o insanları ikna edebilmişler. Stat içinde ellerinden gelen yardımı kendilerine sağlıyorlar. Pek çok statta sorun olan pankart asma işi burda çok kolay. Yeteri miktarda yaratıcı olan her pankarta izin var. Hatta kalabalık gözükmek için kartondan baykuşlar bile koltuklara yapıştırılabiliyor.
Hakem haklı beyler
Karşılaşmanın hakemi İlker Meral, belki de bir hakemin hayatı boyunca başına gelemeyecek güzel bir olayla ayrıldı o gün maçtan. Türkiye’nin başka hiç bir yerinde ev sahibi takımı haklı da olsa 10 kişi bırakan hiç bir hakem rahat rahat soyunma odasına gidemez. Ama Boz Baykuşlar, Meral’i devre arasına tezahüratlarla ve hakem haklı beyler pankartıyla yolladı. Gençlerbirliği’nde hiç bir futbolcu ıslıklanmadı ilk 45 dakika bittiğinde. Futbol’un rakiple oynandığı zaman güzel olduğunun farkında olacak kadar bilinçli bir taraftar topluluğu Boz Baykuşlar. Kaptan Ekrem tribünlerde en sevilen oyuncu. “Büyük Kaptan takımı buraya getir” tezahüratına hiç naz yapmadan tekrar tekrar cevap vermesi belki de bu kadar sevilmesinin nedeni.
Yenilsen de Yenilsen de
Maç sonu bir futbolcusu sakatlıktan, bir diğerini kırmızı kartla kaybetmiş, üstüne bir de kötü bir golle yenilmiş ev sahibi takım taraftarından her şey beklenir. Sadece Boz Baykuşlar’ın yaptıkları hariç. Her iki takımı da alkışlarla evlerine uğurladılar. Sakatlanan Markus Vinicius için defalarca tezahürat yapıldı. Maç sonu akılda kalan acaba bir gün bu güzel ortamı diğer takımların tribünlerinde görebilecekmiyiz sorusu oldu. Ne de olsa mabedinde rüzgarınla savur bizi tezahüratını bu kadar içten ve eğlenerek söyleyebilecek başka insanlar bulmak zor.