TAŞRA BASKISI

İSTANBUL VE TAŞRA BASKILARI AYNI ANDA ÇIKAN BLOG

Atilla Nesipoğlu l 16 Temmuz 2010 0 Yorum


Bourg de Peage-Mende arasında geçilen kısa tırmanışlardan oluşan 12. etabı Katusha Team'den İspanyol Joaquin Oliver Martinez kazandı. Gazeteye gitmediğim için evde rahatça izlediğim etabın en önemli anı ise yarışın son bölümünde Alberto Contador'un yaptığı atak oldu. Bir an için Andy Schleck'in göz hapsinden sıyrılarak sprinte kalkan İspanyol bisikletçi genel klasmandaki farkı çok fazla kapayamasa da makası 10 saniye daha kapattı.

Yeşil mayo rekabetinde Thor Hushovd ilk sprint kapısını Grega Bole'nin ardından geçerek 4 puan aldı. İkinci kapıyı lider geçip 6 puan alan Hushovd topladığı puanlarla yeşil mayoyu Alessandro Petacchi'den geri almayı başardı. Kırmızı puanlı mayo çekişmesinde Anthony Charteau gün sonunda topladığı puanlarla Jerome Pineau'nun önünde liderliğe yükseldi.

Sarı mayo çekişmesine dönecek olursak, günün büyük bölümünü paletonla beraber geçiren Contador ve Schleck rahat bir etap daha geçirdiler. Mümkün olduğu kadar rüzgardan ve kazadan kendilerini saklamaya çalıştılar.

Gruptan ilk kopuş denemesi Alexandre Vinokourov'dan geldi. Vinokourov'un peşine takılan isim ise Ryder Hesjedal oldu. Etabı kazanmak için bir deneme yapan bu ikiliyi anagrup etabın son tırmanışında yakalamayı başardı ve geride bıraktı. (Vinokourov gün sonunda combativity para ödülünü kazandı.)

Etap böyle bitecek diye düşünürken Contador bizleri yanılttı. yarışın son metrelerine adeta heyecan pompoladı. Andy Schleck önce rakibine karşılık vermek istedi. Daha sonra 42 saniye önde olduğu aklına gelmiş olacak ki normal temposuna geri döndü. Contador'un görüş alanından çıkması biraz korkutunca tekrardan pedallara asıldı. Sonuçta etabı contador'un 10 saniye gerisinde tamamladı. Contador ilk kurşunu attı, ne kadar etkili oldu veya istediğinin ne kadarını alabildi bilinmez ama Schleck'i sarstığı belliydi. Lüksemburglu'nun kafasının karıştığı anlara şahit olduk çünkü.

Gözüken o ki iki bisikletçiden biri diğerine göre daha dinç gözükmediği için turun son etabına kadar başabaş mücadele ile devam edecek gibi. Schleck yarış sonunda bugünkü turun kendisi için acı verici geçtiğini itiraf ederken, sadece 10 saniye kaybettiği için kendini şanslı gördüğünü belirtti. Pireneler öncesi ilk kurşunu yiyen Schleck rakibine cevap verebilecek mi?  Bunu Eurosport ekranlarında Caner Eler'in muhteşem anlatımıyla izleyip göreceğiz.

Atilla Nesipoğlu l 0 Yorum



Dünya Kupasının ardından milli takım kariyerini bıraktığını açıkladı Emile Heskey. Bu kadar kötü son vuruşu olmasına rağmen hep İngiltere'nin elit takımlarında yer almayı başarmış bir forvet kendileri. 1995 yılında Leicester City ile başladığı kariyerini Aston Villa ile devam ettiriyor. Milli takıma ilk kez 18 Kasım 1998'de çağrıldı fakat Çek Cumhuriyeti maçında yer almadı. İlk kez formayı 28 Nisan 1999'da Macaristan'a karşı giyerken, ilk 11'e de sahaya çıktığı ilk maç ise Arjantin'e karşı 23 Şubat 2000'de Wembley'de oynandı. Milli forma altında ilk golünü de 3 Haziran 2000'de Malta'ya attı.

Bunlar Heskey'in milli forma altında yaşadığı ilkler. 1999'dan 2010 yılına kadar 62 kere giydiği İngiltere forması altında sadece 7 kez gol sevinci yaşayabildi. Bu gollerin dört tanesini hazırlık maçlarında attığını da belirtelim. 641 kez sahaya çıktığı kulüp takımlarında ise sadece 141 kez fileleri havalandırabilmiş olması ayrı bir başarısı. 18 yıllık futbol kariyerinde on golün üzerine sadece bir kez çıkabilmiş olmasına rağmen Liverpool ve İngiltere Milli Takımı formalarını bu kadar uzun yıllar giyebilmiş olmasını açıklayamıyorum. Heskey'e gol atması için bugüne kadar ödenmiş toplam bonservis bedeli de 37 milyon avro.

Zirvesini hiç göremediğimiz milli takım kariyerinin dibe vurduğu an 2004 Avrupa Şampiyonası'nda İngiltere 1-0 öndeyken 76.dk'da oyuna girip 90.dk'da Makalele'yi düşürmesi ve kazanılan serbest vuruşu Zidane'ın gole çevirdiği andır.

Bırakma kararının ardından Guardian'ın internet sitesinde "Heskey'e gereğinden fazla mı şans verildi?" sorusuna gelen oyların %60'ı "Evet". Tek güçlü yanı kuvveti olan Heskey milli takımı bıraktığını açıkladı ve onun üzerinden Capello'ya yapılan eleştiriler de son bulmuş oldu. Bundan sonra bir daha geri döner mi? Emin değilim ama benim onu izlediğim her maçta "neden oynuyor bu adam" diye sormaya devam edeceğim kesin.

Atilla Nesipoğlu l 0 Yorum


Sıcak havanın etkisiyle yavaş tempoda geçilen Sisteron-Bourg les Valenca arasındaki 11.etabın sonuna kadar dayanabilenler müthiş bir final izledi. Kafa kafaya tabiri hiç bu kadar yerine oturmamıştır. Mark Renshaw'ın yarışın son anlarında Mark Cavendish'in önünü açmak amacıyla Julien Dean'e attığı kafa darbeleri görülmeye değerdi. Bu hareketinin sonucu olarak diskalifiye edilse de Team HTC-Columbia'ya bir etap daha kazandırmayı başardı.

184,5 km'lik ve ufak bir tırmanışın olduğu etap genel klasman liderlerini aktif dinlenme ile geçirdikleri bir gün oldu. Sarı mayodan çok yeşil mayo için büyük bir çekişme yaşandı. Ana grubu rüzgarın dışında dağıtan bir neden ortaya çıkmayınca, toplu bir bitiş izledik. Contador ve Schleck takım arkadaşlarının korumasında günü tamamlarken, aralarındaki fark hala 41 saniye.



Sprinti finishi için ilerleyen paletonun temposunu son sekiz kilometreye kadar Columbia takımı belirledi. 5 kilometre kala bayrağı Lampre treni aldı. Bu ikiliye turun en havalı formalarına sahip Team Sky'da ortak olunca tempo iyiden iyiye yükselmeye başladı. Son 200 metrede yaşananlar ise ağızlarımızı açık bıraktı.

Daha önce benzer bir hareket yaşandı mı bilemiyorum. Takım lideri için son ütüyü yapmaya çalışan Julian Dean önce Mark Cavendish'in koluna dirseğini taktı. Cavendish'in bu harekete cevabı ise son derece sert oldu. Rakibinin omzuna attığı kafa darbeleri ile Dean'i geri püskürttü. Cavendish'e gerekli yolu açtıktan sonra da durmadı ve Tylar Farrar'ın önünü kesti. Sonuç itibariyle bu yaptığı hareketler onun turdan diskalifiye olmasına neden oldu. Yeşil mayo için yaşanan çekişme her etapta biraz daha yükseliyor. Geriye kalan etaplarda Team Columbia ve Cavendish, Renshaw'ın yokluğunu iliklerine kadar hissedecektir.



Günün özetini geçersek sarı mayo Andy Schleck, kırmızı puanlı mayo da Jerome Pineau'da  kalırken, yeşil mayonun yeni sahibi Mark Cavendish oldu.

Mustafa Akkaya l 0 Yorum

Türkiye’deki futbolcuların ezici çoğunluğu bariz bir şekilde kültürsüz. Birçoğu bırakın üniversiteyi, liseyi bile zoraki bitirmiş halde. Bunların da önemli kısmı, okul sonrası kendini kültürel ve sosyal anlamda geliştirmekten uzak. Hal böyle olunca mikrofon karşısında saçma sapan cümleler akıyor ağızlarından. Hele şimdiki gibi sezon öncesi demeçlerde biraz da ‘gaz’ etkisiyle demeçler iyice zıvanadan çıkıyor.

Eğer kulübünüzün ezeli bir rakibine transfer olduysanız dikkat edin! Zira yeni renklerinize bukalemun misali uyum sağlamanız gerek. O yüzden saçmalama potansiyeliniz de artıyor. Hele “ben zaten çocukken XX taraftarıydım” demeyeni dövüyorlar! Bunun en son örneği Caner Erkin’den geldi. Önce bu klişeyi aynen uygulayan Caner, ardından açık ara şampiyon olacaklarını belirtti. Ve yeni kulübünün her anlamda Türkiye’nin en büyüğü olduğunu da vurguladı. Ülkede fikir özgürlüğü var, tamam. Ama bir sezon boyunca anlayamadığı (!) bu olguyu İstanbul’un karşı yakasına geçince nasıl birkaç haftada kavradı acaba Caner?

Takım arkadaşından etkilenmiş olacak ki, bu sefer Özer Hurmacı döktü içindekileri. Dünya üzerinde mevkisinin en iyisi olduğunu, Iniesta’nın kendisinden sonra geldiğini söyledi mikrofonlara. Hep beraber güldük… Tabii bu noktada İbrahim Üzülmez’in geçen sezonki açıklamalarını da unutmamak gerek. Maldini’den eksiği olmadığını, hatta tam tersi, fazlasının bulunduğunu ima etmişti “Deli İbo”. İşte onun rolünü bu sezon Özer üstlendi. Şimdilik…

Neyse ki şu an için Galatasaray cephesinden abartılı yorumlar çıkmıyor. Beklenen transferlerin henüz olmaması, yönetim içindeki çalkantılar, Rijkaard – Adnan Sezgin uyumsuzluğu gibi etkenler bunu engelliyor belki de. Onlar sessiz kalsa da mikrofon görünce dayanamayan nice Bülent Uygun’lar, Ümit Özat’lar, Emre Belözoğlu’lar var bu ülkede. Her anlamda ‘renkli’ bir sezon bizleri bekliyor kısaca.

Serhat Gürcan Gündüz l 0 Yorum


"Ehhh işte" dedirtecek bir playoff dönemi, ardından muhteşem 2 konferans finali ve son olarak arşivlerde en önlere geçecek harika bir final serisi. Hepsi geçti gitti, draft zamanı geldi. Pek beklenen ilgi olmasa da, o dönemde biraz hareketliydi. Ama asıl fırtına draftlardan sonra koptu. Koca New York organizasyonu tam 2 senedir bugünlere hazırlandı. Nets gibi takımlar belini doğrultmak için normal sezondan sonra çalışmaya başladı. Sadece yukarıdaki 4 adam değil, onlar harici 152 oyuncu daha serbest kaldı bu yıl. Piyasanın ne kadar hareketli olduğunu siz hesap edin. Kulübe yakın kaynaklar, kulüp çalışanları, kulüplerin muhabirleri, oyuncuların kendileri, ajanslar, kısaca aklınıza gelebilecek her yerden haber ve duyumlar vardı. Steven Hunter diye bir oyuncu duymamışsınızdır çoğunuz. Denver oyuncusu idi kendisi. Onun hakkında bile o kadar çok haber geldi ki bizde ne yapacağımızı şaşırdık. Arkadaş bir dakika ya. Adam 9 senedir NBA'de oynuyor. Daha yeni mi aklınıza geldi?

Bir muhabbet vardır hani Amerika'da, "garage sale" diye. Hani kullanılmayan ne varsa evde, kağıt bile olsa bunlar, çıkartıp evlerinin bahçesinde satarlar. Takımlar için aynı bu durum oldu işte bu sene. Arkadaş, bit pazarına nur yağdı bildiğiniz. Neyse girizgahı uzatmayalım. Aşağıda herhangi bir takımla anlaşan oyuncuları ve henüz herhangi bir takım ile anlaşamamış oyuncuların tam listesini bulacaksınız. Bu yazı 16 Temmuz günü yazılıyor. Bundan sonrakileri free agent olayı bittikten sonra tam bir liste olarak yazarım, kısmet olursa tabi ki.

İmza Atmış Olanlar:

Ray Allen: Cavaliers ile uzun bir süre görüştü ve Celtics'te kaldı. LeBron'un Miami'ye gitmesinde onun tercihi önemli rol oynadı deniyor.
Steve Blake: Los Angeles Clippers takımından şehrin diğer takımı Los Angeles Lakers'a gitti. Fisher'ın yedeği olacak önümüzdeki sezon. Belkide Brown'un yedeği olur. Şimdilik kestiremiyoruz.
Matt Bonner: San Antonio Spurs ile tekrar anlaştı.
Carlos Boozer: Utah'tan, Bulls'a gitti. Kendisi zaten paraya olan düşkünlüğü ile biliniyordu. Kalıp Stockton - Malone ikilisi gibi, Williams - Boozer olmaktansa, en yüksek teklifi yapan Bulls yolunu tuttu.
Chris Bosh: Kanada'nın soğuk ve karlı şehri Toronto'dan, Amerika'nın en sıcak şehirlerinden Miami'ye gitti. İklim veyahut gece hayatı çarpmazsa, seneye NBA'in en iddia
lı takımında izleyeceğiz kendisini.
Anthony Carter: Denver'da kalmayı seçti. Halbuki Miami'nin kendisini istediği yönünde dedikodular mevcuttu.
Tyson Chandler: Charlotte oyuncusu olarak devam edecek kariyerine. Sözleşmesini uzattı.
Chris Duhon: Golden State armasını değiştirdikten sonra rahatsız olmuş olacak ki, soluğu Orlando'da aldı.
Jordan Farmar: Los Angeles Lakers'ın Shannon Brown ile birlikte değişmeli olarak takımın 2. oyun kurucusu olmaktan sıkılmış olsa gerek, New Jersey yolunu tuttu. Ama bir dakika, unuttuğu bir şey var, Harris hala Nets'te!
Raymond Felton: Charlotte'dan New York'a gitti.
Derek Fisher: Steve Blake geldikten sonra Miami'nin teklifini ciddi olarak düşündü. Fakat Kobe onu 10 dakika konuşarak takımda kalmaya ikna etti.
Foye Randy: Kasvetli ve sıkıcı başkent Washington'dan, eğlence ve dünya sinemasının başkenti Los Angeles'a, Clippers'a gitti.
Rudy Gay: Memphis'te kalmayı tercih etti. Oyuncuların bu sezon yaptığı en iyi seçimlerden birisiydi.
Ryan Gomes: Portland'dan Clippers'a gitti.
Drew Gooden: Artık kendisini takip edemiyoruz. Her free agent döneminde, her takas döneminde takım değiştiriyor kendisi. Son durağı Clippers'tan ayrılarak Bucks oldu. Ersan için talihsiz bir durum. Villanueva ile iyi bir ikili olacaklar, benzerlik olarak.
Al Harrington: New York David Lee'yi mi Al'ı mı daha çok arar derseniz, Al derim. New York Knicks'i bırakıp, Denver'ın yolunu tuttu.
Udonis Haslem: Blog yazarları olarak kendisinin alnından öpüyoruz. Para için kendisini satmadı, Miami Heat'te kaldı. Bizce sadece bu karar yüzünden formasını emekli etmeleri lazım. Ne Wade, ne LeBron, kralsın Udonis Haslem!
Chuck Hayes: Houston'da kaldı.
Brendan Haywood: Çok fazla teklif aldı, ama Dirk kalınca oda kalmayı tercih etti. Halen Dallas oyuncusu.
Luther Head: Pacers'tan New Orleans'a geçti.
Grant Hill: Sadece 1 senelik kontrata imza atarak Suns'ta kaldı.
LeBron James: Aslında bu yazının girizgahında bahsettiğim tüm o hazırlıklar bu adam içindi. Kararını açıklaması için tiyatro oyunları oynandı. 6 takımdan teklif aldı. Bulls, Cavs, Knicks, Miami, Nets, ve Clippers. Her ne kadar Clippers yöneticileri ile görüşmedim dediyse de, ESPN kanalında düzenlenen tiyatro gösterisinde ağzından kaçırdı. Maksimum kontrat vermeyen tek takım Miami'yi seçti. Kral seneye Wade ve Bosh ile ligin altını üstüne getirecek.
Amir Johnson: Şehir değiştirmeyip Toronto ile 5 yıllık kontrata imza attı.
Joe Johnson: Atlanta'da kalmayı tercih etti. Çok fazla teklif alan oyunculardan birisiydi ama Atlanta 6 sene kontrat önerince, geleceğini garantiye almak adına teklifi kabul etti.
Kyle Korver: Sniper lakaplı oyuncu Utah'tan Bulls'a gitti. Bunda 3 senelik kontratın ve Boozer'ın büyük etkisi oldu tabi ki.
David Lee: Daha LeBron'un kararını beklemeden, New York'tan ayrıldı ve anlaşılamayan bir nedenden dolayı Golden State ile anlaştı. Aslında nedeni belli, 6 senelik iyi bir kontrat. Peki New York'ta ki günlerini arar mı? Kesinlikle...
Shaun Livingston: O da Foye gibi Charlotte ile anlaştı. Kontrat henüz imzalanmadı fakat 3 senelik olacağı konuşuluyor.
Darko Milicic: Benim sevmediğim nadir oyunculardandır kendisi. Basketbolu yüzünden mi? Hayır. Adriana Lima ile evliliği yüzünden. Neyse konuyu dağıtmayalım, Wolves ile 3 yıllık yeni kontrat imzaladı ve yuvada kaldı.
Mike Miller: Takip ettiğimiz ajanslardan değilde, LeBron'dan öğrendik Miami ile anlaştığını. Washington'dan 5 yıllığına Miami'ye taşınarak, efsane adayı olan kadroya katıldı.
Yao Ming: Dev Çin'li Houston ile tekrar anlaşma imzaladı. Sakatlığı yüzünden beklenen teklifleri alamadığı söyleniyor.
Dirk Nowitzki: Dallas'ta kaldı. En fazla teklif alan oyunculardan birisiydi ama 4 yıllığına kulübünde kaldı.
Jermaine O'neal: En şaşırtıcı kararlardan birisiydi. Yani insan Miami'de, o kadroda olmayı nasıl istemez? Boston Celtics kendisine 2 yıllık kontrat teklif etti ve o da kabul etti. Şampiyonluk yüzüğü görmesi artık çok zor. 14 yılı devirdi ve kontratının sonuna kadar Boston'da kalırsa, büyük ihtimalle burada basketbolu bırakır.
Travis Outlaw: Clippers'tan, "herkese teklif yapan ama kimseyle anlaşamayan takım" Nets'e gitti.
Johan Petro: Denver'dan Nets'e doğru yol aldı. 3 yıl için artık Nets oyuncusu.
Paul Pierce: Kontratı biten süper yıldızlardan Pierce, önceki kontratından daha az paraya, diğer teklifleri geri çevirerek Boston'da kaldı. Bu hareketi ile, Boston tarihinin en iyi beşi arasına girmeyi garantiledi. Tebrikler Paul!
Luke Ridnour: Bucks'tan 4 yıllık kontratla Wolves'a geçti.
John Salmons: NBA'de 8. yılını geçiren oyuncu 5 yıl daha Bucks forması giyecek.
Luis Scola: O da gelen tekliflere hayır cevabı vererek Houston'la 5 yıllık anlaşma imzaladı.
Amar'e Stoudemire: Suns'tan, bu sezon için hazırlanan New York'a gitti. Hemde inanılmaz bir ücrete. 5 yıl boyunca Nash olmadan, takımın lideri olarak izleyeceğiz onu. LeBron'un takıma gelmesini çok istedi ama olmadı. Kararından pişmanlık duyduğunu sanmıyorum. Nede olsa New York'un en gözde adamı o artık!
Tyrus Thomas: Charlotte'ta kaldı 5 seneliğine.
Dwyane Wade: New York'lu ünlü rapper Jay-Z bir şarkısında " o'na sorsan LeBron'u alır, ben ise Wade'i" diyordu. Aslında birçok New York'lu rapper onu şehirde istiyordu. Hepsi bir şarkısında mutlaka, onun Knicks formasını giymesini ne kadar çok istediklerini anlatıyordu. Fakat o "big three" için Miami'de kaldı. Bosh ve LeBron'la yüzük savaşı verecek. Kontratın detayları ise bilinmiyor.
Ben Wallace: "Big Ben" 14. senesinin sonunda, onu Ben Wallace yapan takımla 2 sene daha anlaştı. Detroit Pistons'ta bir "Bad Boy" olarak bırakacak basketbolu.
Hakim Warrick: Bulls'tan Hidayet'in yeni takımı Suns'a geçti.
Shelden Williams: Celtics'ten yıllık 931 bin dolarlık kontrat ile Denver'a geçti.
Dorell Wright: Miami'den, 3 yıllığına Golden State Warriors'a gitti.
Tony Allen: Boston'dan ayrılarak Memphis'e 3 yıllığına gitmeyi kabul etti.
Brain Cook: Houston ile görüştüler fakat anlaşma olmadı. Clippers'ın yeni kadrosunda bende varım dedi.
Zydrunas Ilgauskas: LeBron isteyince hemen Miami'ye gitti. 2 yıl boyunca efsane kadronun içinde olacak.

İmza Atmamış Olanlar:

İsimlerin yanındaki takımlar, oyuncunun kontratı bittiği sırada oynadığı takımlardır.

Louis Admundson (Suns)
Joe Alexander (Bulls)
Mallik Alen (Nuggets)
Rafer Alston (Heat)
Joel Anthony (Heat)
Carlos Arrayo (Heat)
Chucky Atkins (Nugets)
Jose Barea (Mavericks)
Matt Barnes (Magic)
Earl Barron (Knicks)
Tony Battie (Nets)
Jonathan Bender (Knicks)
Keith Bogans (Spurs)
Earl Boykins (Wizards)
Ronnie Brewer (Grizzlies)
Primoz Brezek (Bucks)
Jon Brockman (Kings)
Bobby Brown (Clippers)
Devin Brown (Bulls)
Kwame Brown (Pistons)
Shannon Brown (Lakers)
Rasual Butler (Clippers)
Will Bynum (Pistons)
Brian Cardinal (Timberwolves)
Rodney Carney (Suns)
Mario Chalmers (Heat)
Jarron Collins (Suns)
Jason Collins (Hawks)
Mardy Collins (Clippers)
Javaris Crittenton (Wizards)
Marquis Daniels (Celtics)
Yakhouba Diawara (Heat)
Travis Diener (Blazzers)
Ike Diogu (Hornets)
Chris Douglas-Roberts (Nets)
Francisco Elson (Suns)
Maurice Evans (Hawks)
Kyrylo Fesenko (Jazz)
Michael Finley (Celtics)
Adonal Foyle (Hornets)
Channing Frye (Suns)
Devean George (Warriors)
J.R Giddens (Knicks)
Joey Graham (Nugets)
Stephen Graham (Bobcats)
Aaron Gray (Hornets)
Willie Green (Suns)
Kenny Hasbrouck (Miami)
Trenton Hassell (Nets)
Jarvis Hayes (Nets)
Eddie House (Knicks)
Josh Howard (Wizards)
Juwan Howard (Blazzers)
Larry Hughes (Bobcats)
Kris Humpries (Nets)
Chris Hunter (Warriors)
Steven Hunter (Grizzilies)
Allen Iverson (76ers)
Royal Ivey (Bucks)
Cedric jackson (Wizards)
Nathan Jawai (Timberwolves)
Richard Jefferson (Spurs)
Anthony Johnson (Magic)
Acie Law (Bulls)
Kyle Lowrey (Rockets)
Jamaal Magliore (Heat)
Ian Mahinmi (Spurs)
Sean Marks (Hornets)
Cartier Martin (Wizards)
Kenyon Martin (Nuggets)
Roger Mason (Spurs)
Wesley Matthews (Jazz)
Sean May (Kings)
Dj Mbenga (Lakers)
Tracy McGrady ( Knicks)
Dominic McGuire (Kings)
Brad Miller (Bulls)
Patrick Mills (Blazzers)
Nazr Mohammed (Bobcats)
Adam Morrison (Lakers)
Anthony Morrow (Warriors)
Flip Murray (Bulls)
Rasho Nesterovic (Raptors)
Steve Novak (Clippers)
Patrick O'Bryant (Raptors)
Fabricio Oberto (Wizards)
Kevin Ollie (Thunders)
Jannero Pargo (Bulls)
Sasha Pavlovic (Timberwolves)
Oleksiy Pecherov (Timberwolves)
Josh Powell (Lakers)
Joel Przybilla (Blazzers)
Chris Quinn (Nets)
Vladmir Radmanovic (Warriors)
Shavlik Randolph (Heat)
Theo Rattlif (Bobcats)
Michael Redd (Bucks)
J.J Redick (Magic)
Quentin Richardson (Heat)
Nate Robinson (Celtics)
Sergio Rodriguez (Knicks)
Quiton Ross (Wizards)
Brian Scalabrine (Celtics)
Mustafa Shakur (Thunders)
Bobby Simmons (Nets)
James Singleton (Wizards)
Brian Skinner (Clippers)
Craig Smith (Clippers)
Joe Smith (Hawks)
Darius Songaila (Hornets)
Jerry Stackhouse (Miami)
DeShawn Stevenson (Mavericks)
Peja Stojakovic (Hornets)
Sebastian Telfair (Cavaliers)
Etan Thomas (Thunders)
Kurt Thomas (Bucks)
Tim Thomas (Mavericks)
Jamaal Tinsley (Grizzilies)
Anthony Tolliver (Warriors)
Ime Udoka (Kings)
C.J Watson (Warriors)
Earl Watson (Pacers)
Mario West (Hawks)
Chris Wilcox (Pistons)
Damien Wilkins (Timberwolves)
Jason Williams (Magic)
Jawad Williams (Cavaliers)
Marcus Williams (Grizzilies)
Antoine Wright (Raptors)



Efe Yılmaz l 0 Yorum

Beşiktaş resmi görüntüde bir hazırlık maçı oynadı dün, tıpkı Galatasaray'ın geçen sene erken açtığı sezonda oynadığı gibi. Ve girişte bu maçın asla bir ölçü olmayacağı klişesine girsem sanırım kimse yadırgamaz beni. Sırf bu maçı izleyebilmek için dün gazetede kaldım. Alman teknik adam Schuster'in Beşiktaş'ı hakkında minik ip uçları edinmek istiyordum çünkü.

En geriden başlarsak, sağ bek tercihinin Erhan Güven oluşu beni açıkçası şaşırrtı. Geçen sezonun ikinci yarısını gurbet ellerde geçiren oyuncuyu görmek istedi sanırım hoca. Defansif anlamda zaten çok zorlanmadı siyah-beyazlılar ama Erhan'ın isabetsiz ortaları en büyük eksisi. Göbekte ise Toraman-Sivok tercihi ve Ferrari'nin kadroda bile olmayışı günün sürpriziydi. Gazetelerin bazılarında sabah Ferrari'nin Alman hocanın taktik anlayışına uygun olmadığı yönünde haberler vardı. Bakalım bu durum geçici bir şey mi yoksa cidden Ferrari yolcu mu göreceğiz. Sol bekte ise yılların değişmeyen tek gerçeği İbrahim Üzülmez vardı.

Orta saha kurgusu ise ligin ne kadar heyecanlı geçeceğinin göstergesiydi. Tek defansif oyuncu Ernst'in yanına Tabata, önlerinde Quaresma, Delgado , ve değişmeli Nihat-Bobo oynadı. Sanırım Schuster gözüne kestirdiği takımlara karşı tek defansif orta saha ile çıkacak ve gene tahminim daha zor geçmesi olası maçlarda Ernst'in yanında Necip oynayacak (ki bu tahminleri sanırım milyonlar dün ekran başında yapmıştır). Queresma ile ilgili bir nokta dikkatimi çekti. Sezonu bu kadar erken açan bir takımda Q7'nin bu kadar hırslı olması hem sevindirici hem düşündürücü. Çünkü eskilerin "Hızlı hoşan atın, haceti seyrek olur" sözü geldi aklıma. Umarım bu sadece benim evhamım olarak kalır ve bu futbol sanatçısını sezon boyunca dolu dolu izleyebiliriz.

Forvet hakkında ise Nihat ve Bobo zaman zaman birlikte zaman zaman tek başlarına oynadılar. Türkiye'nin sayılı golcülerinden Nihat sezon başı kampı geçirince neler yapabileceğinin kısa bir özetini geçti bize. Acaba zaman zaman İnci'ye yazıyor mu diye merak etmedim değil. Nihat'ın gol atması, özgüven kazanması ve tribünlerle barışması önemli. Nobre'nin ise gol atması bence hayırsız bir durum. Maazallah usta teknik direktör kendisini forvet zanneder de bir kaç maç forma verirse Beşiktaşlılar'ın ruh sağlığı bozulabilir.

Tek eleştirim ise kornerler konusunda olacak. 20 fazla korner kullanılan bir maçta Beşiktaş'ın kornerden gol bulamaması cidden düşündürücü. Demek ki henüz kitabın o sayfasına gelmemişler. Sonuçta Beşiktaş dün ter attı, geçen sezonun başarısızlığının cezasını şimdi çekiyorlar. Önlerinde bunun gibi en az 3 resmi ter idmanı daha var. Yolları açık olsun.

Kemal Mardin l 0 Yorum


Gün geçmiyor ki mucizesinin sırrı meçhul, psişik hayvan Paul'ü saflarına katmak isteyen yeni talipliler çıkmasın. Geçtiğimiz hafta yapılan basın toplantısında Turgay Demirel'in dile getirdiği, Paul'ü Dünya Basketbol Şampiyonası için Türkiye'ye getirme girişimi hepimizi heyecanlandırmıştı. İstirahatini sürdürdüğü, Almanya'daki akvaryumun yetkililerinin birkaç aylık ömrü kalan Paul'ün böylesi bir yolculuk ve sonrasında yoğun ilgiyle geçecek günler yaşamasına nasıl baktığı bile henüz bilinmezken, bugün düşen habere göre bu işin tek taliplisinin biz olmadığımız ortaya çıktı.

İspanya'nın şampiyonluğunu doğru tahmin ettikten sonra, ülkede adeta halk kahramanına dönüşen Paul'e Madrid Hayvanat Bahçesi de talip olmuş ve açıklanmayan bir miktar para teklif etmişler bile.

Öncelikle, benim temennim artık hayvana huzur verilmesi. Bir aydır oyuncak oldu zaten. Ölmeden önce biraz sakin takılsın, gönlünce yüzsün, etsin falan. Ha illa bir yerlere kımıldatılacaksa, tabii ki buraya gelmesini tercih ederim. Şampiyona için müthiş bir reklam olur. Ne var ki, ister buraya getirsinler, ister Madrid'e götürsünler, bu işin para karşılığı olmaması lazım. Tarım ve hayvancılık gibi sebeplerle hayvanların alınıp satılmasına eyvallah ama böylesi eğlence işleri için de hayvanlara mal muamelesi yapmamak lazım.

Anıl Can Yıldırım l 15 Temmuz 2010 0 Yorum


Dünya Kupasının bitmesiyle boşluğa düşen ben ve benim gibi futbolseverlerin imdadına hazırlık maçları yetişti. Beşiktaş'ı saran Avrupa Ligi heyecanını bir kenara bırakırsak diğer kulüpler kamplarına devam etmekte. Benim bahsetmek istediğim konu Galatasaray ve Galatasaray'ın hazırlık maçlarındaki rakip tercihleri.

Hafızası biraz kuvvetli olanlar FC Kleve ve Homberg takımlarını geçen seneden hatırlayacaklar. Evet geçen seneki kamp döneminde de aynı takımlarla mücadele etmişti Galatasaray. FC Kleve'yle 2-2 berabere kalırken Homberg'i 2-0 yenmişti. Bu seneki maçlarda iki rakibini de 4-0 ve 5-0 yenen Galatasaray hakkında gelişme kaydettiği, hocasına ve sisteme alıştığı minvalinde açıklamalar yapmak için çok erken. Yeni transferlerden Cana hariç bu takımın ilk 11'ine yazılabilecek bir isim gözükmüyor. Cana da daha ne oynadığını nasıl oynadığını gösterebilecek maçları oynamış değil. Ali Turan, Cana veya Çağlar için Galatasaray'ın üzerine gelebilen bir rakibi beklemek gerek. Serdar Özkan ve Mehmet Batdal'ın, geçtiğimiz senelerde çok baş ağrıtan sakatlık sorunlarında Rijkaard'ın sarılacağı adamlar olmak için savaş vermekten başka seçenekleri yok. Musa Çağıran ise fiziği sayesinde A takım kadrosunda tutunmayı başarır. Kullandığı başarılı kornerle attırdığı goller ise, Emre Çolak'ın frikik gollerine rağmen tercih edilmemesi göz önünde bulundurulursa Rijkaard için pek bir önem ifade etmiyor.

Sonuç olarak Adnan Polat'ın, biri Cana olmak üzere, alınacağını söylediği 5 yabancı transfer tamamlanana kadar önümüzdeki seneki Galatasaray'ı görmek mümkün olmayacak. Şimdilik en büyük kazanç, küstürülen ve satılması gündemden düşmeyen Arda'nın oynadığı istekli futbolla taraftarın kendisine uzattığı zeytin dalı.

Efe Yılmaz l 0 Yorum


Dün gece Guti transferinin gerçekleşeceği ilan edildi. Sabah bazı kaynaklar ufak tefek pürüzlerin olduğunu belki geçikme yaşanacağını söylediler, ama sanırım Yıldırım Demirören bile bu noktadan sonra bu transferi tehlikeye atmaz. Q7 ve Guti gibi futbolcuların yeteneksiz yahut kötü futbolcu olduğunu iddia etmek gereksizlik. Ama unutmamak lazım dünyanın en iyi futbolcusuda olsan senden başka 10 futbolcuya daha ihtiyacın var yanında. Diğer taraftan yabancı sınırının süratli bir aşımı söz konusu Beşiktaş adına. Bütün bu gerceklikte biraz sesli düşünmek istiyorum. Amacım kesinlikle bu büyük transferleri eleştirmek değil, sadece durumu anlamaya çalışmak.

Yerli Oyuncular

RÜŞTÜ REÇBER, UĞUR İNCEMAN, YUSUF ŞİMŞEK, CENK GÖNEN, CUMALİ BİŞİ, EKREM DAĞ, ERHAN GÜVEN, HAKAN ARIKAN, İBRAHİM TORAMAN, İBRAHİM ÜZÜLMEZ
İSMAİL KÖYBAŞI, MERT NOBRE, NECİP UYSAL, NİHAT KAHVECİ, RIDVAN ŞİMŞEK

Şu anda TFF'nin resmi sitesinde hali hazırda Beşiktaş'ın futbolcularından A takımda oynaması muhtemel gözüken isimler bunlar. Yusuf'un, Erhan'ın ve Cumali'nin bu takımda fazla şansı olmayacağı bir gerçek. Geriye kalan 12 futbolcudan 3 tanesi kalaci. 9 futbolcunun 4 tanesi mecburen sahaya çıkacak. Sol bek için İbrahim Üzülmez ve İsmail Köybaşı aday. İbrahim Toraman, Rıdvan ve Ekrem sağ bek için adaylar. Nihat forvet'in, Uğur ise orta sahada Necip ve Ernst'in yedeği. İşte bu karmaşık denklemde Saha içinde hangi 6 yabancının forma giyeceği önemli oluyor.

Yabancılar

Quaresma, Ernst, Guti ve Ferrari, kağıt üzerinde formanın öncelikli sahipleri. Söylendiği gibi Raul da gelirse garanti futbolcu sayısı 5'e yükselecek. Yabancı futbolcuların 6 engelinden sadece yabancıları yedekleyebileceği düşünülürse işler iyice karışık. Sözleşmesi meşhur derin dondurucuya kaldırılan Fink dışında elde hali hazırda Tello, Tabata, Sivok, Zapo, Holosko, Bobo, Delgado ve Hilbert var. Yeni transfer Hilbert'in bu sezon gönderilmeyeceği gibi bir inanca sahip olursak şu anda Beşiktaş'ın 13 yabancısı var. Bu durumda fazla 3, bir transfer daha yapılırsa 4 fazla futbolcu var.

Beşiktaş'ın nasıl bir taktik dizilişle sahaya çıkacağını henüz bilemiyoruz, ama bu durumda özellikle iki mevkide kaliteli yerli oyuncu eksikliği göze bakıyor. Bence bu eksiklerden bir tanesi kanat bir taneside orta sahanın ortasında Ernst ve Necip'i yedekleyebilecek kapasitede bir yerli oyuncu. Uğur'un yıllardır sergilediği performans düşünülünce zamansız yaşanabilecek sakatlıklarda mağdur olmamak için o bölgeye transfer şart bence. Kanatlarda Q7, Hilbert, Nihat gibi alternatiflerin yedekleri kalırlarsa Holokso ve Tello'dan biri, joker Ekrem ve bir ihtimal sol açık olarak İsmail düşünülebilir. Ama ciddi manada bir kadro derinliği için Ekrem'den daha becerikli ve yedek kulübesinde huzursuzluk yaratmayacak bir isme ihtiyaç var.

Tabii ki Beşiktaş'ın transferleri görkemli ve doğru. Taraftarın bu yüzden büyük heyecan duyması normal. Yıldırım Demirören'de sezon öncesi bu hamleler ile elini güçlendirmek istiyor. Ama konunun diğer tarafında ciddi bir mali disiplinsizilik var. Mali tablonun vahim durumu seneye Şampiyonlar Ligi'ne katılamama ihtimali gerçek olursa daha da ağır olur. O yüzden Beşiktaş'ın bu sezonu en kötü ikinci bitirmesi lazım. Uzun maraton düşünüldüğünde yerli oyuncu kalitesinin de arttırılması lazım.

En kötü senaryolar gerçekleşse bile Beşiktaş'ın bu sezon ligde zevk vereceği, gündemde kalacağı tartışmasız. Ama biliyorum ki günlük heyecanların peşinde koşmayan Beşiktaş taraftarlarıda bu ters durumları değerlendiriyor. Bakalım Demirören bu hamlelerle kazandığı nefreti biraz durdurabilecek mi, yoksa işler kötü gidince yeniden "yeterler" başlayacak mı?

Taşra Baskısı l 75 Yorum


Avea sponsorluğunda, bu akşam oynanacak, Beşiktaş - Vikingur maçına iki adet Eski Açık bileti veriyoruz. Aşağıdaki soruya doğru cevap veren ilk iki kişi biletlerin sahibi olacak.

Soru:
Beşiktaş'ın yeni transferi Guti, 2007/2008 sezonunun ikinci yarısında Real Madrid'in Valladolid ile oynadığı maçı kaç gol ve kaç asistle tamamlamıştı?

Lütfen cevapları yorum olarak ve iletişim bilgilerinizi yazmadan gönderiniz.

Doğru cevabı ilk verenler ilker ve Novemberrain oldu. Kendilerini tebrik ediyor ve iletişim bilgilerini rica ediyoruz.

Kemal Mardin l 2 Yorum


1. Lig'in statüsünde yine bir deneme yanılmayla karşı karşıyayız. Artık playoff sistemini her sene değiştirmek adet oldu. Yeni sezonda 1. Lig'i 3., 4., 5., ve 6. sırada bitiren takımlar deplasmanlı olarak çift maç eleme usulüyle oynayacak. Buna göre, sezonu 3. bitiren takım ile 6. bitiren takım, 4. bitiren ekip ile de sezonu 5. tamamlayan kulüp, birbirleriyle çift maç eleme usulü oynayacak. Bu müsabakalarda galip gelen takımlar tarafsız sahada tek maç eleme usulünde Final müsabakası yapacak.

Öncelikle bu sistemin geçen seneki saçmalıktan çok daha mantıklı olduğunu kabul etmek lazım. Hatırlarsanız iddiası kalmayan Adanaspor ve Karşıyaka'nın boşu boşuna bir maç daha yapmışlardı. Hatta bu olabilecek en iyi senaryoydu. Ola ki iddiası olmayan bir takım şampiyonluk için oynayan bir takımla oynasaydı çok daha büyük bir skandal ortaya çıkacaktı.

Peki iki sezon önceki alıştığımız sistemle bunu karşılaştırsak? Açıkçası artıları da var eksileri de. En önemli artısı bütün sezonun tek maça indirgenmemesi ve ilk maçını kaybeden takımın bir şansının daha olması. Diğer bir artısı ise güvenlik. Dört takım taraftarını bir şehirde zapt etmek çok kolay olmuyordu. Şimdi güvenlik riski en fazla normal bir lig maçı kadar olacak.

Ne var ki eksiler biraz daha ağır basıyor. Öncelikle takımlar perişan olacak. Kısa süre içerisinde git, gel; kazanırsan sonra bir daha git. Sıkıntı. Eski sistemde playoff'un yapılacağı şehirde bir hafta önceden kampa girip hazırlanma ve alışma şansı oluyordu. Aynısı taraftarlar için de geçerli. Maçların oynandığı şehire bir kere gidip bitene kadar kalma diye bir olay ortadan kalkıyor. Mecbur git-gel yapılacak. En önemli eksi ise playoff'un karnaval havasının kaybolacak olması. Şimdi öyle sıradan bir deplasmana gidiliyormuş gibi sessiz sedasız gidilip dönülecek. Bir şehirin bir haftalığına da olsa bambaşka takımların renklerine bürünmesi görülmeye değer bir manzarayı ortaya çıkarıyordu.

Şöyle de bir şey var ki bu playoff işi zaten hepten saçma. Ligi 3. bitirenin ne günahı var ki? Hele geçen sene olduğu gibi averajla 3. sırada kalanların. Son ana kadar çok daha yoğun bir mücadele içinde olan bu takımların direkt yükselme şansını kıl payı kaçırmanın yarattığı moral bozukluğunun da etkisiyle playoff'a büyük dezavantajla geldikleri artık gözle görülür bir gerçek. Bugüne kadar ligi 3. sırada bitiren hiçbir takım Süper Lig'e yükselme hakkını elde edemedi.

Sonuç olarak playoff hepten kalkmadığı sürece hangi sistemin uygulandığının pek de önemi yok ama illa birisi seçilecekse bu bildiğimiz, alıştığımız ve kötünün iyisi olan iki sene önceki sistem olmalı. Daha geçen sene değiştirdiğimiz sisteme hemen geri dönüp tükürdüğümüzü yalamayalım demiş olabilirler ama hatanın neresinden dönsen kardır diye de bir şey var.

Kemal Mardin l 14 Temmuz 2010 1 Yorum


Öncelikle Beşiktaş'ı tebrik etmek lazım. Büyük iş Guti'yi getirmek. Hayatında altyapı dahil hiçbir zaman Real Madrid'den başka takımın formasını giymemiş bir oyuncuyu İspanya dışına çıkarmak bile olay aslında.

Benim açımdan bu transferin en değerli taraflarından biri ise alınan oyuncunun Avrupalı olması. Bugüne kadar ligimize diğer kıtalardan gelen oyunculara nazaran Avrupalılar'ın hayal kırıklığı yaratma oranı hep daha düşük olmuştur. Ayrıca dünya futbol arenasındaki ismimizi sağlamlaştırmanın yolu da ancak Avrupalı yani daha yüksek hayat standardına alışık olmasına rağmen Türkiye'yi tercih eden oyuncularla mümkün. Gelen Avrupalı'nın bu kadar meşhur bir isim olması da cabası oldu. Ardından geleceklere örnek teşkil edecektir mutlaka.

Ne var ki başlıktaki sorunun da cevabını vermek lazım. Malum, kadroda Nihat Kahveci adında "ben" hastalığına yakalanmış bir oyuncu var. Serbest vuruşa, kornere, penaltıya, her şeye ben vurmalıyım, hatta tacı da ben atmalıyım mantalitesi yüzünden Euro 2008'de kendini sakatlayan bu arkadaş, maalesef akıllanmayıp geçen zaman içinde tıp literatürüne Nihat Kahveci Sendromu isimli bir hastalık sokmanın eşiğine geldi. Umuyorum sahada Haz. Guti varken kendisine ancak çift vuruşta topu tepme görevinin düşebileceğinin farkındadır. Uyum sağlarlarsa Guti ona istemediği kadar gol attıracaktır zaten.

Efe Yılmaz l 0 Yorum


İzlediklerim içinde milli takım ayrıcalığından 2002'yi saymazsak en güzeliydi 2010. Zaten böyle büyük cümleler edebilecek kadar yaşlanmadım henüz. İçinde güzel hikayeler, özlenesi maçlar vuvuzela ve Ömer Üründül barındıran bir kupa oldu. Bende bu yüzden aklımda kalanları paylaşmak istedim sizinle.

Jabulani ve Vuvuzela

Turnuva başlamadan meşhur oldu Jabulani. Hazırlık maçınca Fransa kalecisini avlayışı bu şöhretini iyice pekiştirirken, Pirlo'nun paslarının isabetsizliği ile topa olan güvensizlik zirvelere çıkmıştı. Ama ne kadar garip dünyanın en iyi paslaşan takımlarından İspanya, aynı topla tıkır tıkır paslaştı, Almanya'nın hızlı ataklarında milimetrik paslar yerini buldu. Green ve Muslera gibi kaleciler zaman zaman yeteneksilziklerine kılıf olarak kullandılar güzelim topu, Forlan ise tartışmasız Jabulani'ye en iyi hükmeden futbolcuydu. Gol sanatının inceliklerini turnuva boyunca bizlerden esirgemedi.

Vuvuzela tartışmaları ise daha kupa başlamadan gündemdeydi. Kimimiz sevdik, kimimiz sevmedik. Bazı firmalar ise ses ayarları ile önlem alma yoluna gitti çıkan seslere. Ama bence özet şu: Sahada oynanan futbol güzelse vuvuzela sinek vızıltısı.
Ömer Üründül ve TRT 1

Biz garibim futbol severler vuvuzela korkusuyla kavrulurken, asıl gürültü canavarı Ömer Üründül oldu. İnanılmaz demode futbol yorumları ile turnuva başında bizi kızdırırken, ilk iki günün ardından sohbetlerimize geyik malzemesi olarak kaldı.

TRT'nin durumu ise daha vahimdi. İlk maçın 85. dakikasına kadar ekranda dakika ve skor yazmıyordu. Bir mucize eseri 85'de ekranın sol üst köşesine konan dakika spor, 87'de kaldırıldı. Sanki TRT turnuvayı yayınlayacağının farkında değildi. Bizim vergilerimiz geyiğine girmiyorum korkmayın. Ama güzelim turnuva nasıl ziyan edilir konusunda şov yaptılar. Maç sonu en güzel görüntüleri kesip reklama girdi, final maçına kadar hiçbir maçta, röportajları çevirme ihtiyacı duymadılar. Özet geçersek, rezil bir sunuş yaptılar.
Fransa ve İtalya

2006'nın iki finalisti gruplardan çıkamayarak turnuvaya veda etti. İtalya'nın zaten ahı gitmiş vahı yaşlanmış kadrosundan fazlasını beklemek hayalcilikti. En azından takım içi rezaletler yaşamadan veda ettiler.

Fransa milli takımının yaşadıkları ise en kibar haliye rezaletti. Futbolcuların Raymond DOMENECH'e yazdıkları mektupla zirveye ulaşan kepazeliklerle turnuvadan elendiler. Aslında Hiç fena olmayan bir kadroları vardı. Zidane'siz final oynamaları düşünülemezse de en azından çeyrek finali görmesi lazımdı bu kadronun. Ama başlarında teknik direktör olmayınca olamadı.


Güney Afrika

Dünya Kupası tarihinin gruplardan çıkamayan ilk takımı oldu Güney Afrika. İtiraf etmem gerekiyor ki ben sürekli FIFA'nın en sahibi ülkelere belli oranlarda güzellikler yaptığına inanıyorum. Ama bu kupa sanırım bu açıdan en temiz kupa oldu.

ABD, Şili ve Paraguay

Bu üç ülkenin adı yan yana yazıldığında konu genelde ABD'nin Latin Amerika'daki yolsuzlukları falan olur. Ama konu futbol olunca bende bu turnuva için bu takımların ortak özellikleri, turnuvaya kattıkları güzellikler oldu. Şili hocasına deli diyen gerçek delilere inat güzel ve atak futbol oynamayı tercih etti. ABD bütün siyasi sevimsizliğine rağmen futbolda yaptığı doğrularla saha içi sempatimizi kazandı ve Paraguay'da Cardozo o penaltıyı kaçırmamış olsa Dünya Kupaso tarihinin en görkemli sürprizlerinden birisine imza atacaktı belkide.

Uruguay ve Gana

Birisi Afrika'nın diğeri ise Güney Amerika'nın gururu oldular bu turnuvada. Oynadıkları maçın 120. dakikasında kader ağlarını ördü ve trajedi başladı. Suarez Uruguay'ın kahramanı olurken, Afrika kıtasının nefretini kazandı. Kolay değil, eğer Suarez o kurtarışı yapmamış olsa, Gana yarı finale çıkan ilk Afrika takımı olacaktı.

İngiltere ve Arjantin

Tarihin düşman kardeşleri bu turnuvada ortak bir kaderi paylaştılar. Almanya iki takıma da 4 gol attı. Kağıt üzerinde güzel kadrolara sahip iki takımda taraftarlarını üzdüler. Bu iki takımın yıllardır yarı final yahut daha ötesini görememesi daha uzun konular olduğu için onları uğradıkları hezimetlerle baş başa bırakıyoruz şimdilik.

Almanya ve İspanya

Başarı ve güzel futbolu birleştiren iki takım yarı finalde karşı karşıya geldiler. Ömrümde ikisininde taraftarı olmadı ve sanırım olmayacağım. Ama keşke bu turu Almanya geçseydi. Genç takımlardaki yetenekleri A takıma monte etme konusunda hepimize ders veren Almanya, yıllardır kazandığı antipatikliği tersine çevirdi.

İspanya ise 2008'den kötü bir turnuva geçirdi. Oynadıkları pas oyununun antitezlerini 2 senedir çok izledik. Bu onların handikabı olsa da yetiştirilen bu altın jenerasyon Dünya Kupası'nı kazandı.

Hollanda ve Çirkin Futbol

Sevinmek için sevmeyen romantiklerin aşık olduğu kadındı Hollanda bir zamanlar. Turnuva boyunca ise 90ların Almanya'sı gibi oynadılar. Hele final maçının ilk yarısında sergiledikleri kasap futbol normal bir hakemle daha vahim sonuçlara sebep olabilirdi. Turnuva boyunca onlara haksızlık mı yapıyorum dedim, ama büyük futbol adamı Cruyff'un kendilerine verdiği ayardan sonra düşüncelerimin haksız olmadığını anladım.

Daha burada anlatılmayan birçok hikayesi var turnuvanın. Dört sene daha bekleyeceğiz seni umarım 2014 daha da güzel olur.

Atilla Nesipoğlu l 0 Yorum


Fransa Bisiklet Turu'nun ikinci dağ etabı olan 204,5 km'lik Morzine-Avoriaz ile Sainth-Jaen de Maurienne parkuru dün geçildi.Güne sarı mayo ile başlayan Cadel Evans rakiplerinin çok gerisinde kaldığı etabı, Fransız Bisikletçi Sandy Casar 5 saat 8 dakika 10 saniyelik derecesi ile kazandı.

Yarışın başından itibaren Schleck, Contador, Evans, Sastre, Leipheimer, Basso, Menchow gibi bisikletçiler ön grubun hemen arkasında kümelendiler. Genel klasmanın önemli isimleri, tırmanış sırasında birbirlerinden kopmak istemediler. Fakat günün son ve en zorlu zirvesi olan Col de la Madeleine grubun yavaş yavaş dağılmasına neden oldu. Shleck birkaç atak yapmasına rağmen hemen peşindeki Contador'dan kurtulamadı. Bu ikili yarışın sonuna gelindiğinde önde kaçan grubu da yakalamayı başardı. 2009 yılında da turu birlikte domine eden ikili bu sezon da başbaşa kaldılar. Sarı mayonun sahibi Cadel Evans ise 8. etapta geçirdiği kazada kırılan dirseğinin etkisiyle geride kaldı ve sarı mayoyu Andy Schleck'e teslim etti. Frank Schleck'in ardından Andy Schleck'in de sarı mayoyu giymesiyle bereber Schleck Kardeşler, François&Pascal Simon kardeşlerden sonra sarı mayoyu giyme başarısını tekrarlayabilen ilk kardeşler oldu.

Turda bugün geçilecek Chambery-Gap etabı öncesi sarı mayo Contador'un 41 saniye önündeki Andy Schleck giyecek. Yeşil mayo Thor Hushovd'un sirtında kalırken, puanlı mayo Anthony Charteau'ya geçti.

Eray Kaş l 13 Temmuz 2010 1 Yorum


Bir şehir düşünün ki ABD’nin en büyüğü, en popüleri, en zenginlerinin yaşadığı, hani taşı toprağı altın derler ya öyle... Ve o şehrin bir de NBA takımını hayal edin. İnsan ne bekler? Tarihi başarılarla dolu, en az beş yılda bir şampiyonluğa oynayan, başarısızlığı hiçbir zaman hazmedeyen bir takım değil mi?

İşte o New York şehri, iş basketbola gelince her konuda başarısızlığın tamamıyla dibine vurmuş durumda. ABD’nin en büyük şehrinin takımı New York Knicks, tam 37 yıldır şampiyon olamıyor. Biraz düşünmek lazım sanırım bu konuda. 37 yıldır bir İstanbul takımının, bir Londra takımının şampiyon olamadığını düşünmek mi? Dalga geçiyoruz sanırım birbirimizle... İşte NYK, öyle bir takım. Patrick Ewing, 2000 yılında New York’u bıraktıktan sonra Knicks, play-off’ta hiç tur geçemedi. Daha da komik olanı son altı sezondur play-off’a dahi giremedi.

İşte bu yaz herşey değişecekti. O kara yıllar artık mazide kalacaktı. 2010 yazındaki büyük transfer sezonu için planlamalar daha 2008 yazında başlamıştı. Takımın genel menajeri değişmiş, koçu değişmiş, eldeki yüksek ve uzun kontratlı oyuncular birer birer elden çıkarılmaya başlamış. Kısacası herşey yoluna girmeye başlamıştı. Hazır gibiydi bütün şehir cümbüşe...

Herşey hazırdı fakat ufacık bir şey unutulmuştu New York’ta. Hani Frank Rijkaard’ın bir felsefesi var ya ‘Sorunlar çözülmez, zamanla unutulur’ diye. Belki de şehir hep bu felsefeyle yaşamaya çalışıyor. Ama geçen zaman onlara daha çok acı vermeye başladı artık. Şehirde sanki herkesin iliklerine kadar işledi başarısızlık. Olmuyor ne yapsalar olmuyor. 2 yıldır LeBron’la yatıp LeBron’la kalkan koca şehir, kontratı haricinde dünyaları verse de bu adamı getiremedi. Sebep ne? Tabi ki sözde kral James’in korkaklığı da ağır basıyor. Ama olay şehrin ruhani boyutlarında saklı biraz da. Galatasaray, Fenerbahçe’yi niye yenemiyorsa aynı şey burda da var sanki. NBA’de bir takımı ne kadar kötü yönetirseniz yönetin, kurallar size bir zaman sonra mutlaka başarılı olma imkanı verir.

Şimdi New York’ta yeni hedef seneye Carmelo Anthony’i, ondan sonraki sene de Chris Paul’u almakmış. Ne diyelim? Umut fakirin ekmeği sonuçta. Ben artık şuna inandım Space Jam filmindeki o yaratıklar gelse bile olmayacak gibi ya. Biraz da üzülüyor insan...

NOT: Bu yazıyı yazdığım sıralarda şehrin beyzbol takımı New York Yankees’in 37 yıldır sahibi olan George Steinbrenner’in hayatını kaybetmesi de beni şehrin ruhani boyutlarından korkutmadı da değil hani...

Kemal Mardin l 3 Yorum


Şimdi mışıl mışıl uyuyan İspanyollar birkaç saat öncesine kadar deliler gibi şampiyonluklarını kutluyordu. Ama ne kutlama ile!

Böyle kutlamaları organize etmek oldukça zordur aslında. Belirsizlik üstüne plan yapıyorsunuz sonuçta. Ya şampiyon olursak ihtimaliyle. Buna rağmen muhteşem bir organizasyon vardı dün gece ama daha da muhteşem olanı sunumdu tabii ki.

Eğlenceli İspanyol ezgileriyle süslenen kusursuz ve görkemli çekimleri izlerken ekranın başında mıhlandım kaldım. Tüylerim diken diken olmuş halde, deliler gibi orada olabilmeyi, o an olmasa bile en yakın zamanda Madrid'e gidip kutlama otobüsünün geçtiği caddelerden geçmeyi, dün geceki manzaraları gözümde canlandırabilmeyi istedim.

Bir şampiyonluk ancak bu kadar güzel pazarlanabilirdi. Bir taşla iki kuş deyimine ancak bu kadar uygun bir örnek olabilirdi. Hem Dünya Kupası'nı kazanıyorsun, hem de bunu doğru düzgün kutlama becerisine ve görgüsüne sahip olduğun için ülkene milyonlarca turist çekme şansı yakalıyorsun.

İster istemez biz ne yapardık diye de düşündüm tabii. Bugün çıkan gazetelerdeki muhtemel manşetleri hayal ettim ve maalesef aklıma ilk gelen şu oldu: "Taksim'de Çirkin Kutlama"

Serhat Gürcan Gündüz l 1 Yorum

Hidayet Orlando'dan ayrılırken çok eleştirildi. En iyi senesini geçirdiği (oyun olarak) takımdan, o sene içinde ayrılması gerçekten doğru değildi. Gerçi Orlando'nun aldığı parayı Vince Carter'a vermek istemesi de buna bir etkendi tabi ki. Hidayet Orlando'dan ayrılınca, senede 10,6 milyon dolar karşılığı 5 yıllık kontrat imzaladı Toronto ile. Başarısız bir sezon geçirdi Hedo Toronto'da. Bunda hem takım arkadaşları Calderon ve Bargnani hemde özel hayatında ki problemler önemli birer etken oldu. Tüm hayatını kara bulutlar kapladı yani. Neyse ki sezon bitti ve Hidayet için "güneş" yeniden doğdu.

Artık o da Phoneix Suns forması giyecek. Stoudemire'ın New York'a gidişinden sonra büyük bir kan kaybı yaşadı Suns. Barbosa ve Hidayet takası biraz olsun güç katacaktır yeni sezon için onlara. Hem Nash gibi bir usta bir oyun kurucu ile oynamak, hemde kendi oyun sitilinde oynayan bir takıma gelmesiyle birlikte Hidayet'de eski formuna kavuşacaktır. Sadece oyununa konsantre olması gerekiyor. Zaten geri kalanı Nash hallader. Kadrosunu Hakim Warrick ile güçlendiren ve Grant Hill'i tutmayı başaran Hidayet'li Suns bakalım "free agent" olan hangi oyuncu ile anlaşacak. Bunu zaman gösterecek. Uzun lafın kısası, Hidayet ve Suns için iyi bir takas oldu. Başarılar Hedo!

Kemal Mardin l 12 Temmuz 2010 1 Yorum


Evet dostlar, bir Dünya Kupası'nın daha sonuna geldik. Kazananlar, kaybedenler, inenler, çıkanlar, artık hepsi belli ama bu kupanın iki de gizli kazananı oldu: Rıdvan Dilmen ve Sergen Yalçın.

Kupa sayesinde bu ikilinin bilgi dağarcığı epey genişledi. Tahminimce kupa başlamadan önce, Afrika'ya giden bütün oyuncuları sıradan sorsak, ikisi toplamda en fazla yüzde yirmisini bilirlerdi. Bilmek dediğim de ismen, yani kulak aşinalığı falan durumları.

Sağolsunlar, bu eksikliklerini gözümüze sokmaktan hiç çekinmediler. Bu husustaki dürüst davranışlarından ötürü kendilerini kutlamayı borç bilirim. Bilmedikleri yerde bilmiyoruz dediler ama biz nedense bu isimlerle derbi merbi, annemizin ligi iyi hoş da, bu da Dünya Kupası be diyemedik bir türlü. Böyle olunca NTV de bize hak ettiğimizi sundu tabii.

Neyse, dediğim gibi en azından iki insanın kişisel gelişimine katkı oldu. Yüzde yirmiyi, elliye falan çekmişlerdir sanırım. Şimdi bu sene anlatacakları, örneklendirebilecekleri, ligimizden beğenmedikleri yabancı oyuncuları eleştirirken, ya Dünya Kupası'nda şöyle fırtına bir sol açık vardı, keşke yerine onu alaydılar diyebilecekleri bol bol isim öğrendiler.

Yarasın...

Atilla Nesipoğlu l 1 Yorum




Resmi olarak 3 Temmuz'da başlasa da turun bundan öncesi ısınma gibiydi. Fransa Bisiklet Turu'nun kazananını belirlemese de kaybedenlerini gösteren Alpler'e tırmanışın başladığı etabın kaybedeni tartışmasız Lance Armstrong oldu. Etabı ancak 61. bitirebilirken, sarı mayonun tam 13 dakika 26 saniye gerisine düştü Armstrong. Çok zorlu bir günü geride bıraktığı Alpler'de tam üç defa kaza geçirdi Amerikalı bisikletçi. Son kez katıldığı turda bundan sonrası için ufak çaplı bir mucize yaratmalı.  Daha önce de mucizeler yaratmış birinden bahsettiğimizi biliyorum ama maalesef eskisi kadar genç ve güçlü değil.

Ülkemizde bisiklet sporunun pek fazla seyircisi olmadığı hepimizin malumu. Bence bunun nedeni özellikle yarış sonlarının televizyonlarda yeteri kadar yer almaması. Bugünkü etap 189 kilometreydi. Çok az insanı 5 saat boyunca TV başında tutabilirsiniz. Fakat yarışın son anlarının özetlerini izleyen herhangi biri bile bu heyecana kendini kaptıracaktır. Eminim ertesi gün de en azından ne olmuş diye bir daha göz atacaktır ekrana. Spor haberlerinde turun görüntüleri üzerine klasmanı sayarsanız tabii ki insanlar kanal değiştirir ve bu spordan uzaklaşır.



Neyse ufak çaplı bir sitemin ardından tura dönecek olursak, bugün de son bölümler müthiş heyecanlar ve taktik mücadelelere sahne oldu. Büyük bir keyifle izlediğimiz etabın özellikle son metreleri nefes kesti. Önce Kreuziger atak yaptı, peşinden Gesink gitti. Bütün gözlerin üzerinde olduğu Contador kopmaya çalışan bu iki bisikletçiye fırsat tanımayınca grup tekrar dengelendi. Bitişe birlikte girerler derken, bu kez Andy Schleck öne fırladı. Birisi cevap verecek mi acaba diye meraklanıyorduk ki 2008 Pekin Olimpiyatı'nın şampiyonu Samuel Sanchez sorumuzu cevapladı. Bu ikili arasında son ana kadar tekerlek tekerleğe geçen mücadeleyi Lüksemburglu Schleck kazandı. Schleck böylece kariyerindeki ilk etap zaferini kazanırken, etabı beşinci bitiren ve turun en büyük favorisi Contador'a da on saniyelik bir fark attı. Güne sarı mayo ile başlayan Sylavin Chavanel ise etabı ancak 60. bitirebildi.



Bugünkü aranın ardından tırmanış devam edecek. Bisikletçiler Morzine-Avoriaz'dan başlayıp, 1. Dünya Savaşı'nda İngiltere ve Fransa'nın İtalyanlar'a İzmir, Antalya, Konya ve Aydın'ın sözünü verdiği kasaba olan Saint Jean De Maurien'de son bulacak. Şu an sarı mayo BMC Racing Team'den Cadel Evans'da. Onun 20 saniye gerisinde Andy Schleck var. Bu ikiliyi Alberto Contador takip ediyor. Yeşil Mayo için de kıyasıya bir çekişme yaşanıyor. 118 puanlı Thor Hushovd, dört puanla Alessandro Petachi'nin önünde yola devam ediyor. En iyi tırmanışçının giydiği puanlı mayo ise şimdilik Jerom Pineau'nun sırtında. Son olarak 25 yaş altı bisikletçiler arasındaki değerlendirmeye göre verilen beyaz mayonun sahibi ise Andy Schleck. Takımlar sıralamasında Rabobank, Astana'yı geride bırakıp liderliğe yükselirken, Radioshack'da üçüncülüğe tırmandı.


GENEL KLASMAN



1.         EVANS Cadel                       BMC RACING TEAM               37s 57' 09"    
2.         SCHLECK Andy                   TEAM SAXO BANK                  37s 57' 29"     + 00' 20"
3.         CONTADOR Alberto           ASTANA                                      37s 58' 10"     + 01' 01"
4.         VAN DEN BROECK             OMEGA PHARMA-LOTTO        37s 58' 12"      + 01' 03"
5.         MENCHOV Denis                  RABOBANK                                37s 58' 19"      + 01' 10"
6.         HESJEDAL Ryder                  GARMIN - TRANSITIONS          37s 58' 20"      + 01' 11"
7.         KREUZIGER Roman              LIQUIGAS-DOIMO                      37s 58' 54"     + 01' 45"
8.         LEIPHEIMER Levi                 TEAM RADIOSHACK                  37s 59' 23"     + 02' 14"
9.         SANCHEZ Samuel                 EUSKALTEL - EUSKADI             37s 59' 24"     + 02' 15"
10.       ROGERS Michael                  TEAM HTC - COLUMBIA         37s 59' 40"     + 02' 31"

39.       ARMSTRONG Lance         TEAM RADIOSHACK                  38s 10' 35"    + 13' 26"



Ahmet Bozada l 1 Yorum

Ve nihayet.. 2010 Dünya Kupası Şampiyonu İspanya... Futbol tarihinde "şampiyon olamamış en güçlü takım" yaftasını sırtına geçirmiş bir takım İspanya.. Ya da öyleydi.. 2008 Avrupa Şampiyonu apoletinin hemen 2 sene sonrasında gösterdiği performansla "üstün başarı madalyası"nı da taktılar boyunlarına boğalar..

Futbol sevgisinin yüreğimde filizlendiği günden bu yana tam 6. Dünya Kupası'nı geride bırakıyorum.. İtalya 90'dan Güney Afrika 2010'a kadar dile kolay 20 koca yıl.. Futbol sadece futbol değildir ya hani.. Sevgiyle, coşkuyla, bazen hüzünle bazen hayal kırıklığıyla beslenir ya.. Hayat gibi.. Müzikle de beslenir hayat.. Aslında konu futbol olunca pek te topa girmiyorum malum bu blogta.. Çok sevdiğim blog yazarı kardeşlerimin engin ilgi ve bilgilerine saygımdan. Tamam seviyoruz elbette bu oyunu. Tekniğinin, taktiğinin, transferinin, renklerinin, liglerinin peşinden de koşturuyoruz.. Lakin hayat gailesinde artık.. Aynı ilgi ve bilgiyi aynı tazeliğiyle yürütmek pek te kolay olmuyor.. Hele ki futbolun diğer ufak kardeşlerine (basketbolu, voleybolu, tenisi, atletizmi vs..) üvey evlat muamelesi yapmamak için.. Aynı ilgiyi aynı bilgiyi aynı sevgiyi paylaştırmak.. Zorlayan biraz da bu.. Sürekliliği..

Ne diyordum.. Çok dağıldım. E tabii söz konusu futbol romantikliği olunca. Uçuşan duyguları toparlamak ve anlamlı bir hale sokmak.. Pek te kolay olmuyor.. Üstad Tanıl Bora'ya selam olsun.. Müzik diyordum.. Pink Floyd'u özel bir yere koyarsam (ki koymazsam da olmaz), Iron Maiden gelmiş geçmiş en iyi rock-metal grubudur.. Özelimde.. Nerden çıktı bu Iron Maiden.. Ben çıkardım galiba, biraz da zorlayarak mı oldu ne.. Bilinç akışı oldu biraz da. Casillas kupayı ellerinin arasına aldığında.. Aklıma şu cümle geldi: "Your time will come". Güzide grup Iron Maiden'ın güzel şarkısı "The Wicker Man"in meşhur nakaratı.. Yüce ses Bruce abimizin çığlıkları yankılandı kulağımda bir anda.. Güzel İspanya için..Büyük İspanya için yankılandı.. Yıllardır sanki bir İspanyol gibi özlemini çektiğim bu hezeyan için yankılandı..

Ve evet İspanya.. Şimdi tam da burada.. Your time has just come.. Kutlansın doyasıya!

Kemal Mardin l 11 Temmuz 2010 0 Yorum


Brezilya, çocukluktan, gidemediğimiz kupaların alışkanlığı. İspanya'nın oynadığı futbola hastayız. Hollanda zaten portakallar falan, seviyoruz. Almanya'da Mesut var. Uruguay'ın ve Amerika'nın futbollarını sevdik. Arjantin'de Messi ve Maradona ile başlayan uzun bir liste mevcut.

Paraguay, Güney Amerika kontenjanından yararlanıyor. Şili'nin ise cesaretine vurulduk. Gana, Afrika'nın gururu oldu. Diğer Afrikalı ve Uzak Doğulu arkadaşlarımızı zaten her daim sempatik buluyoruz. Slovakya, Süper Lig'i temsil ayağına, Meksika da Dos Santos'un hatırına hoş birer seda bıraktılar. Portekiz'den bile Cristiano'ya rağmen bir tutam hoşlandık.

Geriye kalanlardan Fransa, İtalya ve İngiltere'ye de yaşattıkları hayal kırıklıkları yüzünden biraz bozulduk ama onların da her daim belli bir kitleleri var zaten. Kısacası futbol müritlerinin dört yılda bir gerçekleşen ibadetini şereflendiren 32 takım da mutlaka, bir şekilde kendini sevdirdi. Ciddi anlamda bu sefer takım tutamadım. Neredeyse hiçbir maçın başına şu kazansın diye oturamadım. Aynısı bu gece için de geçerli. Kazanan için sevinip, kaybeden için üzüleceğim ve bu kadar takımın bir araya gelip de bir tanesinin bile kötülüğünü isteyemediğim bu sihirli şenliği dört yıl boyunca iple çekmeye başlayacağım. Tabii bir de derdimize, orada olup da bu sempati furyasına kapılamadığımıza yanacağım.

Serhat Gürcan Gündüz l 2 Yorum


Çok fazla(!) süre almasa da İbrahim Kutluay, Mirsad Türkcan, Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Ersan İlyasova derken, iki uzun oyuncumuz daha başlayacak NBA macerasına. Ömer Aşık ve Semih Erden. Aslında bana kalırsa Semih biraz geç kaldı bu tercihinde. Kısa bir şekilde NBA şanslarını değerlendirmek istiyorum Semih ve Ömer'in.

Öncelikle süre bakımından Boston Celtics ile anlaşan Semih daha şanslı. Perkins final serisinde sakatlanmıştı hatırlarsınız. O sakatlık yüzünden en erken aralık ayında dönebilecek parkelere. Tabi ki form tutması da zaman alacaktır. Bir diğer uzunları Rasheed Wallace ise emekli oldu. Ellerinde uzun rotasyonunda sadece Kevin Garnett ve Glen Davis kaldı. Son olarak Miami'den gelen Jermaine O'neal rotasyonda önemli bir parça olacağından, süresi azalacaktır Semih'in ama kendisini göstermesi için gerekli süreleri bulacaktır. NBA için yeterli bir boyu var, kolları uzun, pota altında bitiriciliği ile fark yaratacak Semih, ama ayaklarını hızlandırması gerek. Türkiye için güçlü bir fiziği vardı, fakat bu NBA için yeterli olmaz. Yani ya güçlenecek, sırtı dönük iken Shaq gibi güçlü uzunları iterek içeri girecek, yada onların yavaşlığından faydalanıp potaya hızlı bir şekilde gidecek. Ne olursa olsun çok ama çok çalışması gerekecek Semih'in...

Ömer Aşık ise Boozer ile birlikte oynayacak olmanın avantajlarını yaşayacak. Savunma yapmayı sevmeyen, topu kendi kullanmak isteyen bir uzun olan Boozer'ın savunmada açıklarını kapatmak için Ömer'i kullanabilir Chicago. Özellikle euroleauge'de blokları ile inanılmaz bir caydırıcı güç olmuştu Fenerbahçe adına. Tabi ki oynadığı dönemde. Yani oyuncular "içeride Ömer varsa, dışarıdan atalım" diyordu. En önemli özelliği bu Ömer'in. Diğer savunma yetenekleri ve bilgileri geliştikçe NBA'de önemli bir yere sahip olacak. Ömer'in handikapı ise faul atışları. Shaq kadar, hatta Shaq'den bile berbat bir faul atıcısı Ömer. Bir taktik vardı Shaq en iyi olduğu dönemde, "Hack a Shaq". Shaq boyalı alan ve çevresinde topu aldığı anda rakip oyuncular faul yapardı, serbest atış çizgisine gitmesi için. Yakında "Hack a Ömer" başlarsa şaşırmam. Özel olarak dersler aldı, günlerce çalıştı ama beceremedi Ömer faul atışlarını. NBA'de düzeltir umarız.

Bütün bunların yanında ne kadar büyük bir olay olduğunun farkına varmak gerek. Hidayet, Mehmet, Ersan, Semih ve Ömer önümüzdeki sezon NBA'de forma giyecekler. Yani bu şu demek oluyor, NBA'de en çok oyuncusu bulunan ülkelerden birisi olacağımız. Demek ki basketbolumuz gelişiyor ve biz göremiyoruz ( yada ciddi bir potansiyel var, ama federasyon değerlendiremiyor). Bu sezon çok zevkli günler yaşayacağımız kesin, en iyisi hiçbir maçı kaçırmamaya çalışmak...

Serhat Gürcan Gündüz l 0 Yorum


Sorun kelimesinin ne demek olduğunu biliyoruz hepimiz. Birde sorunsal var, çok fazla kullanılmayan günlük dilde. Türk dil kurumu sorunsalı şu şekilde tasvir ediyor; "çözümü belli olmayan."

İşte aradığımız kelime bu Güiza ile ilgili... Çözümü belli olmayan!

2 sene önce büyük umutlarla, ödenen bir hayli yüksek bonservis bedeliyle gelmişti Fenerbahçe'ye. İlk sene akıl almaz goller kaçırdı, karısıyla sorunlar yaşadı, Semih onun yüzünden oynayamadı falan filan. Sene sonu geldiğinde Fenerbahçe aldığı rakama satabilirdi Güiza'yı ama satmadı. Aziz Yıldırım "Hey, bu adam İspanya gol kralı, milli takımın forvetlerinden birisi, bu bir geçiş dönemiydi, seneye patlama yapacaktır" dedi. 2009-2010 senesi başlamadan önce hazırlık kampında fırtınalar estirdi. Hazırlık maçlarında "bu sene benim senem olacak" dedi. Umutlandı haliyle Fenerbahçe taraftarları. Sezon açıldığında ilk maçta 2 gol attı. Bizde"gerçekten toparlandı herhalde" diye düşündük. Sonra düşüş başladı tabi ki. Özel hayatı arap saçını kıskandıracak cinsten. O kadar karışık bir özel hayatı var ki, takip etmek için özel bir klasör açıp, bütün haberleri arşivlemek gerekiyor. Eee insanın özel hayatı bu kadar karışık olunca, topta ayağına dolaşıyor haliyle. Olan Fenerbahçe taraftarına oluyor. Kaçan şampiyonluktan sonra gönderilmesine kesin gözüyle bakılan 2 isimden birisiydi Güiza. Birinci isim olan Daum, zorla da olsa gönderildi. Fakat Güiza'nın durumu o kadar basit değil... Dedik ya, "çözümü belli değil."

Satabiliyor musunuz? Hayır. Çünkü kimse 5 milyon euro'nun üstünü vermiyor. Sizinde 15 milyon euro verdiğiniz bir oyuncuyu o fiyatlara satmanızın imkanı olmadığına göre elinizde kalıyor. Kiralayabiliyor musunuz? O da hayır. Hiçbir takım 4 milyon euro'ya varan ücretini ödemek istemiyor. Kulübede oturtabiliyor musunuz? Şaşırmadınız biliyorum ama, hayır. Oturduğu anda sorunlar çıkıyor, senede 4 milyon alan bir adam süs bitkisi gibi neden kenarda oturuyor diye insanlar soruyor haklı olarak. Takasta kullanabiliyor musunuz? Gülmek istemiyorum ama, gülerek cevap veriyorum, yine ve yeniden hayır. 15 milyon euro verdiğiniz bir adamı kafa kafaya takas edemiyorsunuz çünkü. Bonservisi 10 milyon euro olan bir oyuncu için, Güiza + para istiyor takımlar. Kendisi de gitmek istiyor, düşük bir bonservis bedeli ile. Bunun için sakatım diyor antrenmanlara çıkmıyor, takım arkadaşlarına el kol hareketleri yapıyor, yani yine bir sorun çıkartıyor. Öyle bir hal aldı ki durumu, nefes alsa Fenerbahçe'ye zarar artık. Bugün sakat olduğu (!) için Belçika'da ki hazırlık kampına götürmeme kararı aldı Fenerbahçe Güiza'yı. Aykut Kocaman'ın "sakat değil" sözlerine rağmen. İstanbul'da tesislerde çalışacakmış, okçu Güiza. Çalışsın tabi, çalışmak güzeldir.

Peki ne olacak bu durum? Nasıl sona erecek? Aldığı paranın üçte birine göndermek zorunda kalacak Aziz Yıldırım onu. Tabi ülke imajı İspanya'da bir hayli zedelenecek. Güiza "medya peşimi bırakmadı, Aziz başkan şekerimi çaldı!" tarzı açıklamalar yapacak, As gazetesine, Marca gazetesine. Biz buradan sallasak ne olur? Gönül isterdi ki, başarılı olsun Güiza. Olmadı, olamadı. Yolun açık olsun Güiza, okları hep 12 den vurasın. Gerçi ne kadar zor olsa da bu güzel dileklerimi gerçeğe dönüştürmen, özellikle de geçirdiğin iki seneden sonra, bizimkisi adetten işte. Yolun açık olsun Güiza, güle güle git ama dönme!

Efe Yılmaz l 1 Yorum


Televizyonlar üçüncülük maçının gereksizliği hakkında konuşan sığ beyinlileri gördükçe kan beynime sıçrıyor. Takımları, futbol kalitesini geçtim futbol bayramının 1 maç kısalmasına göz yumacak kadar seviyorlar(!) bu oyunu. Bir tarafta turnuvanın en keyif veren takımı Almanya diğer tarafta Güney Amerika'nın sürprizci takımı Uruguay ve maçtan önce vaad ettikleri en basit şey gol. Forlan, Müller ve sağlam olsa Klose gol krallığında yarışacak, Almanya bu genç takımıyla en azından bir başarı yakalayacak, Uruguay tarihindeki ışıltılı günlere bir selam çakacak ve bizim ulemalarımız 3.lük maçının gereksizliğine kendilerini inandırmış bir durumda. Bütün bunları geçtim, 23 kişilik kadroda kendisine yer bulamayan bir futbolcunun 1 dakika için bile olsa Dünya Kupası maçında oynayabilmesi için bile 3. maçına karşı olmak kabullenemez. Zaten sevdikleri, yorumladıkları futbol olmayan, başarı tutkusu ve kazananı tanrısallaştırmak olan bu insanlardan sanırım fazlasını beklediğim için ben hatalıyım.

Tomas Brolinli İsveç için onlar hiçbir zaman uykusuz kalmadılar. O güzel adam futbolu bırakınca üzülmediler. Bütün maçlarını izlediğim ilk Dünya Kupası'ydı 94 ABD. 10 yaşında tıfıl bir velettim ve İsveç 3. olduğunda şuursuz bir mutluluk vardı. 98'de Hırvatistan 3. olduğunda Fransa'nın şampiyonluğundan daha çok ilgilendirmişti beni. 2002 ise buruk olsa bile bir sevinç yaşatmıştı bize. Evet uçunda Dünya Kupası şampiyonluğu yok, evet maçlar belki yüksek kalitede geçmiyor ama en azından izlenecek bir maç var ortada. Bu kadar laf ebeliğinden sonra gelelim maça.

Klose'yi futbolcu olarak sevmem aslında ama rahatsızlığından dolayı maça çıkamamasına en az onun kadar üzüldüm, çünkü tarihe adını yazdıracaktı. Umarım 2014'de bir şekilde eksik kalan 2 golü atması mümkün olur. Bir maç daha Müller'i ve Özil'i izlemek, antipatik bulmama rağmen Schweinsteiger'in mücadelesine ortak olmak gecemi güzel geçirmeme yardım etti. Hatta Scheweinsteiger'in hatasıyla gol gelince sevinmedim dersem yalan olur. Belki süper yetenekli değil, ama taktik disiplini ve ortalama üzerinde becerisi ile Müller'in mücadelesine şahit olmak belki ileride onu da severim hissine kapılmama sebep oldu.

Maçtan önce yenileceğini bilsem bile ki zaten Paul öyle buyurmuşken benim ne haddime, Uruguay kazansın arzusuna sahiptim. Ama kaleci Muslera'nın balonu patlayınca rahat ve gevşek geçen maçı Almanya kazandı. Maç gevşekti çünkü özellikle ikinci yarıda takımlar gol yememeyi değil, gol atmayı düşündülar. Zaten Uruguay orta sahası en ciddi olunması gereken maçlarda bile düştü oyundan o yüzden dün de düşmeleri normaldi. Almanlar ve Almanya için oynayanlar ne kadar disiplinsiz olmak isteselerde en fazla bu kadar olabiliyorlardı.

Son paragrafı ise turnuva boyunca Jabulani'ye en güzel hükmeden futbolcu Forlan'a ayırmak lazım bence. UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğundan sonra gol sanatının inceliklerini Dünya Kupası'nda ülkesi için kullandı. Golcülerin bencil diye adlandırıldığı bir yerde egosunu terk edip, takımı için kaleden biraz uzaklaşıp oyun kurusu gibi oynadı. Uzaktan şutları ile bizi mest ederken, verdiği paslarla arkadaşlarını pozisyona soktu. Dün ise spektaküler bir gole imza attı ve hafızalarımıza kazıdı kendini.