TAŞRA BASKISI

İSTANBUL VE TAŞRA BASKILARI AYNI ANDA ÇIKAN BLOG

Serhat Gürcan Gündüz l 2 Ekim 2010 0 Yorum




Fenerbahçe'li taraftarlar uzun senelerdir böyle bir forvet görmemişti takımlarında. Anelka, Nobre, Kezman, Güiza, Gökhan Ünal hatta 11'de başladığında Semih bile Fenerbahçe'li taraftarların istediği performansı gösteremedi bir türlü. Ligin 7. haftasında 7 numaralı formayı giyen Niang 7. golünü attı bu gece. Bir golü de ona yazsak mı yazmasak mı diye çok düşündü Lig Tv. Sonunda golü Aykut'un kendi kalesine attığını yazdılar. Son golde de atağı başlatan en soldan koşan Gökhan'a topu atan isim yine Niang oldu.

Fenerbahçe takım halinde çok iyiydi bugün. İkinci golden sonra rölantiye alsalar da oyunu, mücadele güçleri ve istekleri had safhadaydı. Gençlerbirliği ise Fenerbahçe'yi oynatmak istemiyordu. İlk düşünceleri Fenerbahçe'li oyuncuları durdurmak ve sinirlendirmekti. Sadece ilk 12 dakikada tam 13 faul yaptılar. Fakat fauller Fenerbahçe'li oyuncuların iştahını daha da arttırdı. Önce Alex mükemmel bir vuruş yaptı ama top üst direkten geri döndü. Ardından Mehmet Topuz sol ayağıyla güzel bir şut çekti ama bunda da Gençlerbirliği'nin genç file bekçisi Okan başarılıydı. Dia maçın başında 2-3 kez boş durumdaki Caner'e pas vermeyip, çalım denemiş ve topu kaptırmıştı. 23. dakikada ise topu orta yapması için ilk defa Caner'e verdi. Caner harika bir orta ile Niang'ı buldu. Senegal'li Okan'a hamle yapma şansı bile bırakmayan bir kafa vuruşuyla 1-0 öne geçirdi Fenerbahçe'yi. Golden 4 dakika sonra Alex orta sahada kaptığı topu Niang'a verdi. Niang yaklaşık 35 metre topu sürdükten sonra altı pasa doğru çevirdi. Aykut Demir'in topuğuna çarpan top filelerle buluştu. Bu golden sonra maçın temposunu yine düşürdü Fenerbahçe. Plan aynıydı, Dia ve Niang ile hızlı hücumlar geliştirmek. Fakat Dia'nın gününde olmaması ve Gençlerbirliği oyuncularının topu alan her Fenerbahçe'li futbolcuya 2-3 kişi pres yapması yüzünden Fenerbahçe istediği pozisyonları geliştiremedi.

Hafta içi Feridun Niğdelioğlu hakkında bir yazı yazmıştım. Evet, Feridun Niğdelioğlu haklı çıktı. Bugün ne Christian nede Bilica 18 kişilik kadrosundaydı Fenerbahçe'nin. Selçuk sakatlanınca, sahada 5 yabancı ile oynayan Fenerbahçe'de oyuna girmesi düşünülen ilk isim Christian'dı. Fakat onun kadroda olmayışı yüzünden oyuna Dos Santos girdi. Santos'u sol açığa çekti Aykut Kocaman. Dia'da sağ kanada geçince bir çok Fenerbahçe'linin beklediği orta saha kurgusu gerçekleşti. Mehmet Topuz ve Emre yan yana oynama fırsatı buldular ilk defa. Keşke Stoch sakatlanmasaydı diye düşünmüştür pek çok Fenerbahçe'li. Mehmet ve Emre orta alanın hakimiyetine eline geçirince çok daha rahat bir oyun oynamaya başladı Fenerbahçe. Savunmada Yobo ve Lugano'nun iyi performansı da bununla birleşince 90 dakika boyunca sadece 1 kere pozisyon verdiler. Dakikalar 67'yi gösterirken Jedinak'ta oyundan atılınca tamamen rahatladı Fenerbahçe. Son golü ise anlatmak çok zor. Savunmadan korner atışı için ileri çıkmayan üç Gençlerbirliği oyuncusu sağ kanatta topla buluşan Niang'a doğru koşmaya başladı kademe yapmak için. Fakat arkalarını tamamen boş bıraktılar. Dos Santos ve Gökhan Gönül yaklaşık olarak 40 metre boyunca sabah sahile koşu yapmaya çıkmış gibi bomboş depar attı. Maçın en başarılı ismi Niang topu Gökhan'a yolladı. Zaten topu aldığında kaleci ile karşı karşıya kalan Gökhan yanında ona eşlik eden Santos'a verdi topu ve Santos perdeyi kapadı. Geçen sezon sanırım Antalya maçında ki gibi bir gol daha attı Fenerbahçe.

Beşiktaş maçıyla yükselişe geçen Fenerbahçe son 2 haftada toplam 9 gol atıp 2 gol yedi. Bu sezon ki ilk maçlarıydı bu gol yemeden geçtikleri. Fizik kondisyonları yükseldikçe Fenerbahçe daha farklı bir takım oluyor. 2-3 hafta sonra tamamen hazır duruma gelecekler. Vasatı aşamayan hiçbir oyuncu yoktu bugün. Sadece savunmada bir kaç kez adamını kaçıran Caner ve geçen haftaya göre daha kötü bir performans sergileyen Dia göze battı biraz. Özellikle 2 farklı skoru yakalayana kadar Fenerbahçe bu oyuncularda iyiydi. Onlarda tempo düşünce takıma uydular.

Doğru bir yolda gidiyor Fenerbahçe. 7 haftada tam 20 gol attılar. Buna karşılık olarak 10 gol gördüler kalelerinde. Bu şekilde devam edebilirler, bu maçtaki gibi savunma yapabilirlerse 100 gollü bir sezon daha olabilir bu sene. 103 gol atarak şampiyon olduğu 1988-1989 senesinde Fenerbahçe 7. haftada 13 gol atıp, 15 puan toplamıştı. O sezon Fenerbahçe 20 gole 9. haftada ulaşabilmişti.

İşler düzelmeye, takımdaki taşlar yerine oturmaya başladı Fenerbahçe'de. Stoch'un da geri dönmesiyle birlikte daha da farklı bir takım olacaklar. Şimdilik puan tablosundaki yer hariç bir sıkıntı yok Fenerbahçe'li taraftarlarda. Tek korkuları var "aman sakatlık olmasın".

Cengiz Bahadır Özdemir l 0 Yorum

2011 sezonunun açılmasına daha aylar var. Ancak araç üreticileri, tanıtımlarını yaptılar. WRC'de önümüzdeki sezon üç farklı marka yarışacak. Citroen, Ford ve Mini önümüzdeki sene mücadele edecekler. Citroen her zamanki gibi yine önde olacak. Ama Ford'un sürekli yenilenmeye açık bir araba üretmesi ve Mini'nin yeniden yarışlara katılması önümüzdeki sezonu canlı kılacak unsurlardan. Yazının bundan sonraki bölümünü fotoğraflara bırakalım:

Citroen DS3 WRC:
 
Ford Fiesta WRC:
 
Mini Countryman WRC:
 

alican demir l 0 Yorum


Yine bu blogdaki arkadaşlarla beraber çıkardığımız spor iletişim dergisi için konuları paylaşırken, Karabükspor bana düştüğünde üzülmüştüm. Ne yazabilirdim ki çok az bildiğim bir takımla ilgili derken, "Livorno'luyuz hocam" yapmacıklığından gerçekten çok uzak bir duygusallıkla sevmeye başladım bu takımı.( http://www.slideshare.net/maradonaefe/spor-iletiim-2-say bu linkten ulaşabilirsiniz yazıya.) 3700 Kardemir işçisi kulübe aylık 20 tl ödüyor. Kulübün ayakta kalmasını sağlayan en önemli kaynaklardan biri bu. Bunu öğrenip de etkilenmek için futbol dilencisi olmaya bile gerek yok. Ayrıca kulübün her 1 mayıs'ta yerli-yabancı tüm oyuncularıyla meydanlarda yerini alması da takdire şayan.

Saha içine dönersek de yerli ve özellikle yabancı seçimlerindeki başarılarıyla, tecrübeli teknik direktörüyle geçen sene bank asya'yı domine etmiş bir takımdı Karabük. Böyle takımların aynı sezon geldiği yere geri dönmesine öyle alışıldı ki aynı durumun Karabükspor için de gerçekleşeceği düşünülüyordu. Ama Karabük'ün oturmuş bir sistemi, bu sistemi işleten deneyimli bir teknik adamı ve çok underrated bir kadrosu vardı. Bu da başarıyı getirdi. Son 4 haftada 3 galibiyet 1 beraberlik almış bir takım Karabükspor. O yüzden bir Galatasaraylı olarak, böyle bir maçın ardından "Öyle penaltı mı olur? Cana niye çıktı? Aydın'ın girmesi doğru muydu? Peki ya Misimovic? Elano sorunsalı vs gibi konulara girmeyi reddediyorum. Bunun yerine Güney Afrika Ligi'nden transfer edilmiş Emenike'yi, Yasin Avcı'yı, ligimizin şu anda en beğendiğim oyuncularından olan Cernat'ı, CM efsanelerinden Hakan Özmert'i, Beşiktaş'tan aman gitsin de ne olursa olsun denilerek gönderilen Seric'in konuşulmasını tercih ederim. Maçı da kafamda şöyle özetliyorum: " Formda ve oturmuş bir kadrosu olan Karabükspor iyi futboluyla yine iyi bir form yakalamış ama oyunuyla kimseyi pek de tatmin etmeyen Galatasaray'ı mağlup etti. Hak ettiği 3 puan'ı da aldı. Gerekirse yarın başka bir yazı yazarım Galatasaray'la ilgili ama en azından maç akşamı Karabükspor'un konuşulmayı hak ettiğini düşünüyorum.

Tufan Tulpar l 30 Eylül 2010 0 Yorum



Sabadell, İspanya'nın Katalonya bölgesinde Barcelona'nın 20 km kuzeybatısında yer alan bir sanayi şehri. Sanayisi oldukça gelişmiş olan bu şehrin önemli bir de bankası var:"Banco Sabadell"
Buraya kadar oldukça sıradan gibi görünen bir hikaye bu. Ama devreye o nelere kadir olduğu kendinden menkul "kapitalizm" ağacının meyvesi olan reklam olgusu girince hal ve gidişat bir anda değişi veriyor. 

Banka'nın yeni dönem reklamlarında seçtiği isim Barcelona Teknik Direktörü Josep Guardiola olunca; hele bir de basılı reklamlarda da kullanmaya niyetlenince işin ucu  Santiago Barnebau'ya kadar varıyor.
Ve sonuç sırtını Madrid'in mahremine çevirmiş bir tanıdık yüz!

Bundan sonra Madrid'li hele Real Madrid'li olup, Sabadell de hesabı bulunan mevduat sahipleri ne düşünür bilinmez ama şu bir gerçektir ki; kapital her zaman sırtını dayayacak birilerini bulur.

Not:Şu ana kadar reklam panosuna herhangi zarar verilmediği bilinmektedir; ancak bundan sonra "Buraya ilan yapıştırmak yasaktır" yazılacağı tahmin edilmektedir.

Kemal Mardin l 29 Eylül 2010 0 Yorum

2010 FIBA Dünya Şampiyonası'nın ardından kısa bir süre durulan basketbol gündemi yeniden hararetlenmek üzere. Önümüzdeki hafta sonu oynanacak Türkiye Kupası Grup Maçları ile sezonu resmen açacağız, ancak öncesinde, bu hafta, bir çok takım için sezonun en ciddi sınavlarına sahne olacak olan 6. Geleneksel Banvit-TÜBAD Turnuvası var. Ben de görev icabı, turnuvayı takip etmek için dünden beri Bandırma'dayım. Cumartesi günkü final maçına kadar, fırsat buldukça son gelişmeleri ve analizleri sizlerle, buradan paylaşmaya çalışacağım.

Turnuva öncesi birkaç kelam etmek gerekirse, önce Bandırma'dan başlamak lazım. Bandırma maalesef sosyal olanakların kısıtlı olduğu bir yer. Bu yüzden de basketbol ciddi anlamda sahiplenilmiş. Turnuvanın afişlerini ilçenin her yerinde görebiliyoruz. Ayrıca gezici araçlarla da herkesin haberdar olması sağlanıyor. Bugünden itibaren de ücretsiz servislerle, basketbolseverler salona taşınacak. Bu çabalara da Bandırmalılar'ın kayıtsız kalmadığını, çoğu maçta salonu doldurduklarını biliyoruz zaten.

Salon demişken, Banvit Kara Ali Acar Spor Salonu, güzel ama ciddi manada küçük bir salon. 10 kişinin ancak sığabileceği bir basın tribünü var örneğin. Şu an için yeni bir salon yapımını önermek hovardalık olur, ancak Banvit istikrarlı bir şekilde yukarılara oynamayı başarır ve Türkiye dışında da adını duyuracak bir konuma gelirse, kesinlikle böyle bir konuyu gündeme almak gerekir.

Dönelim turnuvaya. Banvit-TÜBAD Turnuvası, Avrupa'da da önemli bir hazırlık turnuvası olma yolunda ilerliyor. Ev sahibi Banvit bu sene, son Türkiye şampiyonu Fenerbahçe Ülker, yeniden yapılanan kadrosuyla kara bulutları dağıtmayı hedefleyen Türk Telekom, tecrübeli oyunculardan kurulu kadrosuyla bu sezon daha üst sıraları zorlayacak olan Aliağa Petkim ve ligin dişli takımlarından Tofaş'ın yanı sıra, en önemlisi son Euroleague finalisti Olympiacos'u konuk edecek. Çok zevkli ve çekişmeli bir turnuva olacağına şüphe yok. Favoriler belli: Olympiacos ve Fenerbahçe Ülker. Diğerlerinin amacı da bu takımlara karşı kendilerini test etmek ve sürpriz aramak olacak. Bu amacı Orhun Ene, "Turnuvayı değil, maçları kazanmak için oynayacağız" şeklinde dile getirdi ve özellikle gençlerin burada neler yapacağını çok merak ettiğini söyledi. Bu noktada Banvit'in genç kadrosuna da değinmeden geçmemek lazım. Tam 5 tane 1990 veya aşağı doğumlu, ciddi süreler almaya aday oyuncuları var. Bu durum, Banvit'i kağıt üstünde, belki de ligin geleceği en parlak takımı yapıyor. Başlarında da Orhun Ene'nin olduğu düşünülürse, kağıt üstündeki bu durumun realiteye dönüşmemesi için hiçbir sebep yok.

Şimdilik burada noktalayalım. Vakit bulabilirsem bu gece, olmazsa yarın, günün özetinde buluşmak üzere.

Serhat Gürcan Gündüz l 0 Yorum



Dün okuduğumuz haberler üzerine bir yazı yazmıştım Jes Högh'ün sağlık durumu ile ilgili. Bir çok gazete ve internet sitesindeki haberler bu şekildeydi. Hatta Fenerbahçe eski oyuncusu için geçmiş olsun dileği bile yayınladı. Bende bunun üzerine "demek ki hasta" diye düşünerek yazmıştım o yazıyı.

Bugün ise sevindirici bir haber geldi kendisinden. Kendisi gayet sağlıklıymış. Kişisel facebook hesabı üzerinden, "Türkiye'deki sevenlerim; kendimi çok iyi hissediyorum. Çok hasta olduğum yönünde söylentiler çıkmış. Bu gerçek değil. Kendimi çok iyi hissediyorum!" diye yazmış. Sağlıklı olmasına gerçekten çok sevindim. Kendisinden de özür diliyorum, onun hayata tutunmaktan vazgeçeceği haberine inandığım için.

Serhat Gürcan Gündüz l 1 Yorum



Biz değil, Fenerbahçe kulübü kınıyor Feridun Niğdelioğlu'nu. Gün geçmiyor ki, Fenerbahce.org'da Feridun Niğdelioğlu ve Hürriyet gazetesi kınanmasın. Hemde çok sert bir üslup ile kınıyorlar her gün.

Gazetecilik tuhaf bir meslek. Özellikle spor gazeteciliği çok daha enteresan. Bir haber geliyor önünüze, doğru mu diye teyit ettiriyorsunuz, fakat yalan haber çıkıyor. Yalan haber demeyelim de, yanlış duyum diyelim biz ona. Bunlar ayrı şeyler. Her gazetecinin başına gelebilecek olaylar. Özellikle belirtiyorum, spor medyasında çok daha imkan dahilinde olan şeyler bunlar. Bir duyum alırsınız, mesela "Ronaldinho Fenerbahçe'de" der çok güvendiğiniz biri. Başkana olan yakınlığını bilirsiniz, yönetimde aldığı görevleri bilirsiniz, inanırsınız onun bu sözlerine. Hemen gazeteye yazmak istersiniz. Yönetimden kimseyi arayamazsınız, çünkü aradığınızda "yok kardeşim öyle bir şey" cevabı alırsınız. Onlarında kendilerine göre haklı sebepleri vardır. Bonservis bedeli yükselmesin diye varsa bile söylemezler. Bazı yöneticiler bunları açıklıyor. Neyse siz gazeteye haberi yazmak ve yazmamak arasında kalırsınız. Önünüzde bomba gibi bir haber duruyordur. Düşünün Ronaldinho Fenerbahçe'ye gelecek ve bunu ilk yazan siz olacaksınız. Gelmez ise rezil olacaksınız. Yani ya vezir, ya rezil olacaksınız. Bu yüzden bu tarz duyum alan gazeteciler hep isimsiz olarak yazdırırlar bunu gazeteye.

Feridun Niğdelioğlu bu bakımdan cesur bir gazeteci. Aldığı duyumları hemen yazıyor gazetesine. Haberlerini takip ediyorsanız, "Ronaldinho Fenerbahçe'de" haberini ilk yapan gazeteci olduğunu bilirsiniz. Benim kendisini takip etmeye başlamam bu habere denk gelir. Tabi ki Fenerbahce.org sitesinden de yaptığı haberler takip edilebilir.

Bakın tekrar yazıyorum, burada kınayan ben değilim Feridun Niğdelioğlu'nu. Onu yargılamakta benim haddime değil. Aldığı duyumları yazmasına da karşı değilim. Sonuçta gazetede bir şeyler yazmak zorunda. Fakat benim kendisinin haberlerinde anlamadığım bir şey var. Soyunma odasında, telefonda konuşulanları tek tek yazıyor. Bunu nasıl başarıyor gerçekten merak ediyorum. Soyunma odasında fiziki olarak bulunması mümkün değil. Bir futbolcudan aldığını düşünemiyorum bile. Çünkü geçmişte yaptığı haberler yüzünden kaç oyuncu onunla bu denli narin konuları konuşur ki? Soyunma odasına dinleme cihazı taktığı, hatta bazen yönetim kurulu toplantılarının olduğu yerlerde buna dahil, şimdi aklıma geldi Aziz Yıldırım'ın birileriyle yemek yediği yerler ve kulüpteki odasını dinlediği bir diğer ihtimal. Telefon görüşmeleri ile ilgili yaptığı haber içinde telefonları dinlemesi gerekiyor. Bunlarda mümkün olmadığına göre nasıl oluyor da Feridun Niğdelioğlu bunca diyaloğu tek tek yazıyor?

Konuşanların gelip anlatması en mantıklı tahminim şuanda. Yani Dos Santos ve Christian telefonda Aykut Kocaman hakkında atıp tutuyor, ondan sonra Santos gelip Feridun beye anlatıyor her şeyi. Şu şekilde de olabilir; bu ikili telefonda konuşurken yanlarında bulunan tercümanlardan biriside anlatıyor olabilir. Fakat bunu yapan tercüman 2. haberden sonra kovulmaz mı? Malzemeciler, doktorlar falan diyelim ama onlarda Portekizce bilmiyordur sanırım.

Bu konudaki diğer bir sıkıntı ise Fenerbahçe cephesinde. Tamam biliyoruz, anayasamızda yalan habere karşı bir yaptırım yok. Daha doğrusu bir kanun yok. Birisi sizin hakkınızda yalan haber yaparsa, "iftara attılar bana" diyerek iftira suçu iddiası ile dava açabiliyorsunuz. Diğer bir seçenek ise cevap, düzeltme ve tekzip haklarının kullanılması. Şimdi diyelim ki bu yazının ardından, Feridun bey bana iftira attın diyerek dava açıyor, bu haberlerin kanıtlarını bana ve mahkemeye sunuyor ve ben cezalı oluyorum. Tekzip hakları çerçevesinde buradan "Feridun bey ile ilgili yazmış olduğum yazı tamamen yanlıştır. Feridun bey bana bunu kanıtlamış, haberlerin hepsi doğru çıkmıştır." yazıyorum. Olmadı mı? Birde bana maddi manevi tazminat davası açıyor.

Resmi sitesinden neredeyse her gün Feridun Niğdelioğlu ve Hürriyet gazetesini kınıyor Fenerbahçe. Peki yasal yollara hiç başvurdular mı? Yani bir haberin ertesinde, "bu yalan haber karşısında yasal yollara başvuracağız." diye yazdı mı hiç? Madem Feridun beyin yaptığı haberler yalan, neden biz tekzip yazılarını okumuyoruz gazetede. Feridun bey için yalan haber yapma alışkanlığı olduğunu söylüyorsunuz, neden hiç mahkeme haberleri okumuyoruz?

Bizim kimin haklı, kimin haksız olduğunu ayırt edebilmemiz için 2 haber var son günlerde çıkan. İlki Bilica ve Santos'un Kasımpaşa maçında kulübeye 65. dakikada geldiğini yazmış Feridun Niğdelioğlu. Fenerbahçe diyor ki; "Bu haber kulübümüzde bir kriz ortamı varmış gibi gösterilmek amaçlı yapılmış, oyuncularımız ile teknik direktörümüz arasında bir problem varmış izlenimi yaratılmak istenmiştir". Lig tv'den kasetleri alıp izleyin diyorlar. İkincisi ise, Santos, Bilica ve Christian'ın devre arasında satılması haberi. Olur da bunu yalanlayan yönetim bu oyunculardan birisini satarsa Feridun bey haklı demektir.

Devre arasına kadar okumaya devam edeceğiz artık, bu "kınıyoruz" haberlerini. Gerçi bir taraf haklı çıksa ne olacak ki? Devletimiz yalan haberler ile ilgili bir yasa çıkarmadıkça kim haklı kim haksız anlayamayacağız. Nede olsa, suç hep cezasız kalacak.

Kadir Ar l 0 Yorum


Skorun ilginçliği bir yana, 4-1 önde olduğu maçı kendi evinde bu skorla kaybeden Leeds'i de ayrıca tebrik etmek lazım...

Tufan Tulpar l 28 Eylül 2010 0 Yorum


"Spor Toto 2. Lig Kırmızı Grup takımlarından Adana Demirspor'un, pazartesi günü Tokatspor ile yapacağı karşılaşma hasılatının Pakistan'a göndereceği açıklandı. Adana Valiliğinin başlattığı kampanyanın ardından Demirspor yönetiminin aldığı bu karar takdirle karşılandı." 
Ne kadar heyecan vericiydi. Spor için atan "Demir" bir yürekten pamuk dokunuşunda bir hassasiyet. Karşılarında ise bu inceliğe selam duran rakip "60 Gençlik". Nasıl hassas olmasınlar ki; iki takımında tarihleri benzer kitlesel acılarla örülmüştü.

26 Haziran 1998 
Saatler 16:56 gösterdiğinde aynı topraklardan çıkarılan "pamuk" 6.3'lük depremin kanattığı yüreklere pansuman olmak için kullanılıyordu. Ama ne fayda; bu tarih 120 cana ve çukurovanın nasrılı ellerinde kapanmayacak çatlaklara neden oluyordu.

12 Haziran 1908
Tokat ise; Pakistan'ın şu anda yaşadığını neredeyse 100 yıl önesinde o dar yüz ölçümüyle sığdırmıştı. Kilometrekare başına suya doyan toprak;  artık yorgun ve bitik Anadolu insanıyla besleniyordu. 459 bina ya tamamen ya da kısmen harap olmuştu. İlk tespitlerde halktan 208, askerden de 15 kişi olmak üzere 223 kişi boğulmuştu. Ancak yitirilenler bundan çok daha fazlaydı. Sel felaketi üzerine yazılan destanlarda insan kaybı 2 bin olarak gösteriliyordu.

Kırmızı Grup'tan yardım sıcaklığı
Acının ve üzüntünün ne olduğunu çok iyi bilen bu iki şehrin takımı, paylaştıkça azalacak acılara talip oluyorlardı. Çamura bulanmış bir ülkeye, çam sakızını tertemiz bir armağan eyleyip maçın hasılatını gönderiyorlardı. Miktarı ise bilinmez söylenmezdi...

Ancak tüm bu "ulvi ereğe" karşın maç sonu için söylenmesi gerekenler vardı. Tokatspor'un Adana Demirspor'u 2-1 gibi "fani" bir skorla yendiği maçta çıkan kavga ne yeri ne de sırasıydı. Yapmasaydık, etmeseydik, ne güzel olurdu diye söylenmeye devam edeceğiz ve  şu ölümlü düyada "değer mi hiç"deyip önümüzdeki maç sonlarına bakacağız...


Cengiz Bahadır Özdemir l 0 Yorum

Fernando Alonso, Singapur'da hatasız bir yarış çıkardı ve birinci sırayı aldı. Vettel'in ikinci, Webber'in ise üçüncü olduğu yarışta kaybeden yine Hamilton oldu. Monza'da Massa ile aracını temas ettiren ve yarış dışı kalan Hamilton, bu defa da Webber ile benzer bir temas yaşadı ve yarış dışı kaldı. Şampiyonada her puanın çok önemli olduğu bir dönemde, bu iki yarışın puansız geçmesi büyük sorunlar doğuracaktır.
Yarış çok zevkli değildi. Sokak yarışlarında görmeye alıştığımız ''az geçiş, çok kaza'' kuralı burada vardı. İki kez güvenlik aracı piste girdi. Dokuz araç yarışı tamamlayamadı. Lotus, Hispania Racing ve Sauber gibi takımlar yine puansız bir şekilde buradan ayrıldılar. Yarışın ortalarında atak yapan Hamilton, Webber'i geçtikten sonra virajda Red Bull pilotunun sağ ön lastiğine çarpmak zorunda kaldı. Webber'in şansına lastiği patlamadı. Hamilton'ın aracının arka süspansiyonu kırıldı.
Ancak ilk kaza bu değildi. Son yarışlarda dikkat çeken Kobayashi, virajı alamayarak bariyere çarptı. Arkasından gelen Senna da kendisine çarparak yarışa veda etti. Kazanın olduğu yer epey tehlikeliydi. Bu yüzden güvenlik aracı yarışa müdahale etmek durumunda kaldı.

Bir başka kaza Heidfeld-Schumi arasında oldu. Heidfeld, rakibini geçtikten sonra hızını koruyamadı. Viraja yan yana giren iki pilot temas etti ve Heidfeld bariyerlere çarparak yarış dışı kaldı.. Schumi'nin aracındaki ön kanatta ise kırılma meydana geldi. Pite girdikten sonra Alman pilot yarışa devam etti.
Lotus pilotu Kovalainen de enteresan bir yarış sonu yaşadı. Fin pilot, bitime birkaç tur kala aracından çıkan alevlerle yarış dışı kaldı. Alevlere pek aldırış etmeyen Kovalainen, birkaç metre bu şekilde gitmeye devam etti. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi aracı kenara çekip ilk müdahaleyi yaptı. Hakikaten farklı bir adam.
Yarışın en heyecan verici pilotu ise kuşkusuz Kubica oldu. Bir ara 12. sıraya kadar düşen Polonyalı pilot, üst üste yaptığı ataklarla yukarıya tırmandı. Petrov-Sutil-Massa-Hulkenberg dörtlüsünü son turlarda geçmesi unutulmazlar arasına girecek nitelikteydi. Yarışı da yedinci sırada bitirdi.

Şampiyonada düğüm çözümlenmedi. Webber 202 puan, Alonso 191 puan, Hamilton 182 puan, Vettel 181 puan, Button 177 puan şeklinde sıralanıyor. Geriye Japonya, Güney Kore, Brezilya ve Abu Dabi yarışları kaldı. Muhtemelen son yarışa kadar hiçbir şey belli olmayacak. Şu anki form durumuna göre Button'ın yarıştan kopma ihtimali var. Ama matematiksel olarak heyecan devam edecek. Son yılların en iyi F1 sezonunu izliyoruz.

Serhat Gürcan Gündüz l 0 Yorum



Sabah dün geceki maçın yorumlarını okumak için takip ettiğim sitelerden bir tanesinde karşılaştım bu haberle. "Jes Högh beynindeki kan pıhtısı yüzünden ölümü bekliyor" diye yazıyordu. Hani Uche ile birlikte efsane savunma ikilisi olan adam, o yıkılmaz gibi duran Danimarka'lı ölüyordu. Öyle diyordu ajanslar.

1995-1999 arası görev yapmıştı Fenerbahçe'de. Uche ile birlikte efsane olmuştu. Daha sonra Chelsea'ye satıldı. Orada yaşadığı sakatlık yüzünden 2001 yılında futbola veda etti. O kadar başarılı bir oyuncuydu ki, Danimarka Avrupa kupasını kazandığı yıl, ilk 11 in değişilmez isimlerinden birisiydi.

Felç geçirdikten sonra 2007 tarihinden beri yorumculuk yaptığı Canal Plus konuşmada zorluk çektiği için işine son vermiş. Dahada acısı hani bizim spor magazin programlarının peşinden koştuğu karısı Camilla onu terk etmiş. Tek başına kalmış bu hayatta. Artık ne konuşabiliyor, nede yürüyebiliyor. Derdini anlatmak için kalem ve kağıda ihtiyaç duyuyormuş.

Hani bazı futbolcular vardır. Futbolu yeni yeni anladığınız zamanlarda sizi kendisine hayran bırakır. Ondan sonra o mevkide oynayan her oyuncu onun gibi olmalıdır iyi diyebilmeniz için. Högh böyle bir oyuncuydu. Onu izlediğim o yıllarda kafamda öyle bir imaj çizmiş ki, hasta olmasına inanamıyorum. Onu hep savaşçı kişiliği ile tanıdığım için, "artık ölümü bekliyorum" demesine inanamıyorum. Yakıştıramıyorum geçirdiği hastalık ne kadar zor olsa da. Umarım hayata tutunmaktan vazgeçmez Högh. Umarım hatırladığım gibi dimdik durur hayatın karşısında, savaşmaktan vazgeçmez. Geçmiş olsun güzel adam. Umarım bir an önce sağlığına kavuşursun.

Serhat Gürcan Gündüz l 27 Eylül 2010 0 Yorum



Toplam sekiz gol oldu maçta. Altı tanesi Fenerbahçe'den, iki tanesi Kasımpaşa'dan. Beşiktaş maçındaki başarılı performansı sebebiyle 11 de başlayan Bilica'yı oyundan almasa Aykut Kocaman daha fazla da gol atabilirdi Kasımpaşa. Fakat 2. yarı oyuna giren Yobo, Yılmaz Vural'ın planlarını suya düşürdü. Niang'da Beşiktaş maçında kaçan golleri atınca fark açıldı.

Zevkli bir mücadele izletti iki takım bizlere bu akşam. Kasımpaşa öne geçti ama, Ersan Martin kalecisi Murat'a "bak yandan gelen ortalara bu şekilde yumruk atılır" deyip topu yumruklayınca, Alex 97. golünü attı Fenerbahçe adına penaltıdan. Sonra Emre harika bir golle takımını öne geçirdi. Ardından Niang 3-1 yaptı skoru. O dakika içerisinde Bilica 2. kez adamını bırakıp topa doğru koşunca Fenerbahçe yine aynı şekilde bir gol yedi. Durum 3-2 oldu 25. dakikada bizler ne olduğunu dahi anlamadan. İki takımında orta sahası yok gibiydi. Dia sağdan, soldan topu o kadar hızlı getiriyordu ki, Selçuk bile heyecanlanıp ceza sahasına doğru koşuyordu. Sonra dönen topu Kasımpaşa hızlı bir şekilde Fenerbahçe yarı sahasına geçirince tehlike yaratıyordu. Üst üste pozisyonlar verilince Aykut Kocaman 4-3-3 yaptı dizilişini Fenerbahçe'nin. Doğru bir hamle olsa bile Bilica yüzünden Fenerbahçe pozisyon vermeye devam etti.

İkinci yarı başladığında ileri gittiğinde geri dönmeyen Dos Santos yerini Caner'e bıraktı, Bilica'da Yobo'ya. Bundan sonra pozisyon bulamadı Kasımpaşa. Fenerbahçe ise kendi yarı sahasında kazandığı topları Emre ve Dia ile buluşturup tehlike yaratma çabasındaydı. Başarılıda oldular. Özellikle ayakları yavaş Keller karşısında Dia oldukça başarılı oldu. Fenerbahçe'nin 4. golünü özellikle izlemenizi tavsiye ederim. Alex'in kurnazca kenardan kaçan Dia'ya kullandığı serbest vuruş sonrası Niang 4. golünü attı Fenerbahçe'nin. Sonra Kasımpaşa iyice dağıldı. Artık maç "bitse de gitsek" diye dolaşmaya başladıkları sırada Alex ceza sahasında kaptığı topu içeri keserek Niang'ın üçüncü golünü hazırladı. Kendisininde 97. asisti oldu bu. Uzatmalarda attığı golle de skoru tayin etti. Alex'in 100 gol 100 asist hedefine sadece 2 gol 3 asist kalırken, Fenerbahçe sahadan 6-2 galip ayrıldı.

Fenerbahçe çok fazla gol atacak bu sene. Geçen sezon ki gol problemini yaşamayacak. Fakat bu sene roller değişti. Fenerbahçe hiç olmadığı kadar çok gol yiyor. Bunda çok önemli 2 etken var. İlki Alex, Dia ve Niang'ın geriye yardım etmemesi. İkinci etken ise Bilica. Yobo sakatlanmaz ve Fenerbahçe takım savunmasını güçlendirirse, durdurulması zor bir takım olabilir. Fakat hızlı çıkmayı başaran her takım başına bela olacaktır Fenerbahçe'nin.

Efe Yılmaz l 1 Yorum


Galatasaray, İstanbul B.B karşısında kağıt üzerinde tedirgin edici bir maça çıktı. Ama sezonun aksine maça iyi başlayınca işler kolaylaştı. 1/60 Mustafa Sarp gücündeki Cana takımdaki yerini almıştı sonunda ve onun varlığının bu değişimde etkili olduğunu söylersem sanırım abartmış olmam. Oyunun boyu kısaldı, Neill ve Servet’in kendine güveni geldi. Topu kontrol etmek için debelenen orta saha oyuncusu izlemedik, Ayhan’ın bile yükü azaldı ve son şampiyon olduğumuz sezondakine yakın bir performans sergiledi.
Misimovic’te hala yerini yadırgamaya devam etmesine rağmen, zaman zaman atakları şekillendiren isim oldu. Saç baş yoldurtma görevi ise Kolombiyalı Aydın olan Pino’da idi. Pas, çalım dengesini ayarlayamayan Pino, bazen Bizans ordusuna saldıran Battal Gazi ruhunda iki üç kişinin arasına girdi. Orijinali Aydın Yılmaz ise, sahada kaldığı süre içinde kendi standartlarında iyi bir oyun sergiledi ki, yaptığı en tehlikeli şey bu. Kendisini futbolcu sanmamıza neden oldu. Gol işçisi Baros ise maça şaşırtan bir sakarlıkla başladı ama sonra en güzel eserlerinden mini bir sergi düzenledi bizim için.

Kewell için Cana
Maçın ise en garip anı 59’da yaşandı bence. 2008-2009’u şampiyon bitiren Mustafa Denizlili Beşiktaş’ı izliyorum sandım. Kurt hoca da o sezon sıklıkla sahadaki yabancı sayısını dengelemek için ikili değişiklikler yapardı. Oyuna Kewell’ı almak isteyen Rijkaard da benzer bir yol izledi. Cana’yı yanına aldı. 60 Cana gücündeki Sarp oyuna girdiğinde ise takımın boyu, pas düzeni ve direnci çöktü.
Gelelim maçın güzel sürprizine. Serkan Kurtuluş… 2009-2010 sezonu öncesi U 19 Avrupa Şampiyonası Finalleri’nde forma giydiği için kamp dönemini kaçırmıştı. Hollandalı hocamız ise hem Sabri’nin formundan hem de geç tanışmadan Serkan’a fazla şans verememişti. Benzer bir durumu Rıdvan Şimşek de yaşamıştı. (kendisine acil şifalar) Ali Turan sağ bek olmadığını ispatlayan bir performans sergileyince, Serkan sonunda formaya kavuştu. Sabri düzelince akıbeti ne olur kestirmek güç ama en azından sağlam bir sağ bek yedeğimiz var artık ki kendisi zor günlerde solda da oynayabiliyor.

Takımın sıkıntıları ise kısmen devam ediyor. Duran topları karşılamadaki yetersizliğimize hala çözüm bulamadık. Takımın boyu uzunluk olarak fena değil, ama adam ve daha önemlisi alan paylaşımında aksamalar oluyor. Öte yandan Arda ise sakat. Almanya maçında da sakatlanmazsa takımdaki yerini alacak ve bence bu en çok Cana’nın işine gelecek. Ha bir de Elano sorunumuz devam ediyor. İç yüzünü bilmediğim bir olay hakkında ahkam kesmemek gerek ama maliyeti yüksek olan bu oyuncunun bir şekilde takıma kazandırılması şart. En azından para edecek hale getirmemiz lazım.

Son paragrafı ise istemeden de olsa gecenin sosyal medyadaki Abdullah Avcı ve Galatasaray’a yattı geyiklerine ayırmak lazım. İki yol var şimdi önümüzde. Ya ligdeki Beşiktaşlı ve Fenerbahçeli hocaların bu takımlara karşı aldığı sonuçları ortaya dökeceğiz ve en kibar ifade ile ahlaksızlığın dibine demir atacağız, yahut bu paranoyak ahlaksızlıktan kurtulacağız. Ben ikinci yolu tercih ediyorum.  

Mustafa Akkaya l 26 Eylül 2010 0 Yorum

Eylül ayını tamamlarken Süper Lig'in zirvesinde Bursaspor'un yer alması etmesi kimseyi şaşırtmıyor sanırım. Aynı şekilde Chelsea, Inter ve hatta Valencia'nın da... Ancak Fransa'da 7 hafta sonunda St. Etienne'in önde götürdüğü bir ligde Lyon'un 5 puanla 19. sırada yer alması tam bir sürpriz. Ondan daha şaşırtıcı bir durum görmek için ise gözümüzü Almanya'ya çevirmemiz gerek. Zira Bundesliga'da hiç kimsenin beklemediği bir biçimde Mainz, 6 maçta 18 puanla ilk sırada.

Mainz'ın şu ana kadarki başarısını kolay bir fikstüre bağlamak da mümkün değil. Geçen sene evinde sadece iki maç kaybeden ekibin bu sezon kendi sahasında Stuttgart, Kaiserslautern ve Köln'ü mağlup etmesi şaşırtıcı olmadı. Yalnız Mainz'ın deplasmanda yendiği takımların hepsi de şampiyonluk adayı: sırasıyla Wolfsburg, Werder Bremen ve son olarak Bayern Münih...

Teknik Direktör Thomas Tuchel'in başarıdaki payı çok büyük.
Mainz'ın peri masalı kıvamındaki başlangıcı ne kadar sürer bilemeyiz. Ancak mütevazı kulüplerin yarattığı bu tarz sürprizlerde neredeyse istisnasız bir imza var ki; o da organize bir takım yaratabilen ve taktik zekası bol bir teknik direktöre ait. Geçtiğimiz sezon Hoffenheim'ın başarısında da Rafael Ragnick'in bu yöndeki payı yadsınamazdı. Bu sezonki sürpriz lider Mainz'ın başında ise Ragnick'in Stuttgart'taki 19 yaş altı takım sorumlusu olan Thomas Tuchel var. Kendisi 20'li yaşlarının ortasındayken geçirdiği bir diz sakatlığı sonrasında rotayı teknik direktörlüğe çevirmiş bir isim. 2008/09 sezonunu da Mainz'ın 19 yaş altı takımını şampiyon yaparak tamamladığını belirtelim. Zaten ardından Bundesliga'ya yükselen A takımı devraldı ve ilk sezonunda ligi 9. sırada tamamladı.

Tuchel'in genç takımlardaki kısa kariyerinde elde ettiği başarı, futbolcudaki yeteneği daha rahat görmesini sağlamış. Zira şu an takımın parlayan yıldızları olan Lewis Holtby ile Andre Schürrle 20 yaşında ve takımın 14 golünün 7'sine beraber imza attılar. İkisi de Alman 21 yaş altı takımında yer alıyor ve şimdiden ülkedeki büyük kulüplerin takibine girdiler bile. Son olarak, 2000/01 sezonunda Nevio Scala yönetimindeki Beşiktaş kadrosunda yer alan Miroslav Karhan'ın da halen Mainz'da top koşturduğunu söylemeden bitirmeyelim.