TAŞRA BASKISI

İSTANBUL VE TAŞRA BASKILARI AYNI ANDA ÇIKAN BLOG

Kadir Ar l 7 Ağustos 2010 0 Yorum

Fransa Ligi bugün akşam 22.00'de 2010-11 sezonunu açacak. Geçen sezon Lyon ve Marsilya'nın yaptığı flaş transferlerden sonra bu yıl transfer piyasasında yaprak kımıldamamasına rağmen, onlar hala Avrupa'nın 5. büyük ligi. Biz de yeni sezon öncesi, geçen yılın puan sıralamasına göre giderek, takımları kısaca bir tanıtalım istiyoruz...

Marsilya: Eric Gerets'le son haftalarda Bordeaux'ya kaybettikleri şampiyonluktan sonra Lucho Gonzalez, Heinze gibi önemli ve pahalı transferler yapıp, favori başladıkları ligi şampiyon bitirdiler. Lig Kupası şampiyonluğu da şampiyonluk pastasının üzerindeki krema oldu. 18 yıl sonra kazandıkları bu şampiyonluk onları daha da hırslandırdı. Lyon'la beraber ligde yine en büyük favori onlar. Şampiyon kadroyu tamamen koruyan Deschamps, sadece sağ beke Osasuna'dan Azpilicueta'nın transferini istedi ve 7 milyon avroya bu transferi bitirdiler. 21 yaşındaki oyuncu, Dünya Şampiyonu İspanya'nın 30 kişilik ilk kadrosuna seçilmiş, ama 23 kişiye inen kadroda yer bulamamıştı. Şu an için en büyük problemleri, geçen yılın gol kralı Niang'ı takımda tutabilmek. Ben Arfa'nın durumu ise belirsizliğini koruyor. Fransa'nın etnik açıdan en karmaşık şehrinin taraftarları, 60000 kişiyle hınca hınç doldurdukları Velodrome'da bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde de iddialı bir takım izlemek için Deschamps ve onun alternatifi bol kadrosuna güveniyorlar...

Lyon: 7 sezon ard arda şampiyonluktan sonra, 2 sezondur zirveyi kaptırıyorlar. Geçen sezon Lisandro Lopez, Bastos, Cissokho, Gomis, Lovren(devre arası) gibi transferlere 70 milyon avronun üzerinde harcadıkları para Marsilya'yı geçmeleri için yeterli olmadı. Şampiyon olan teknik direktörleri bile kovan başkan Aulas, bu sezon da 2 senedir şampiyonluğu kaptıran Puel'le devam ediyor. Transferde Bodmer'i PSG'ye, geçen yılı Portsmouth'da kiralık geçiren Piquionne'yi de West Ham'a yolladılar. Ligin parlayan yıldızlarını alma geleneklerini de Rennes'den Briand'ı 6 milyon avroya transfer ederek sürdürdüler. 36 milyon avroya satacak bir Benzema'ları olmadığından transferini düşündükleri Gignac için olası bir Gomis-Fenerbahçe transferini bekliyorlar. Mevcut kadro kalitesiyle Marsilya'nın bir adım önündeler. Juninho sonrası takımın yeni lideri Pjanic, artık 1 yaş daha olgun ve beklentilerin farkında. (Barnebau'da Real Madrid'i eleyen golün de sahibi) Lloris gibi dünya çapında bir kaleciye sahipler. Alt yapılarından çıkardıkları son ürün Tafer Fransız futbolunun gelecekteki yıldızlarından birisi olarak gösteriliyor. Geçen yıl kulübe tarihinde ilk kez ŞL yarı finali oynatarak bu sezonun kredisini kazanan Puel, bu sezon da lig şampiyonluğu kaptırırsa Aulas tarafından kapının önüne konacağının farkında. Bu yıl hem lig, hem de Şampiyonlar Ligi'nde zirveye çıkmak zorunda...

Auxerre: Alex Ferguson 24 yıldır Manchester United'ı çalıştırıyor. Çok da uzun bir süre değil. Guy Roux Auxerre'de tam 40 yıl teknik direktörlük yaptı. 1964'de geçtiği takımın başında 2000'e kadar görev yapan Roux, 2001'de tekrar göreve gelip 2005'de emekliye ayrıldı.(2007'de kısa bir Lens macerası da var) Onun önderliğinde amatör bir kulüpten dünyaca ünlü bir akademiye sahip bir kulübe dönüşen Auxerre 1 lig, 4 Fransa Kupası şampiyonluğu ve hepsinden de önemlisi bir misyon kazandı: Fransa futboluna yeni yıldızlar kazandırmak. Basile Boli, Eric Cantona, Djibril Cisse, Philippe Mexes bu akademinin bizlerle tanıştırdığı yıldızlardan bazıları. Akademisinden yetiştirdiği oyuncularla kimi zaman şampiyonluk yarışında, kimi zaman da düşme potasında mücadele ediyorlar. Geçen sezon ligi 3. bitirdiler ve play-off'ta Zenit'i elerlerse ŞL'de mücadele edecekler. Kadrolarını tamamen korudular ve Anthony Le Tallec'le takviye ettiler.(Evet Houlier'in genç yaşta Liverpool'a aldığı Le Tallec. Daha 25 yaşında!) Yeni sezonda, Pedretti, Grichting gibi tecrübeli oyuncuların yanında Birsa, Remy Riou, Sidibe gibi genç oyunculardan oluşan kadrolarıyla zor da olsa, geçen yılki derecelerini korumak en önemli hedefleri. Koruyamasalar da sahip oldukları misyon herşeye değer...

Lille: 1 puanla Auxerre'e kaptırdıkları ŞL biletini kazanmak bu sezon en önemli hedefleri. Hem lig, hem de Avrupa Ligi'nde üst sıralara oynayacak kaliteye sahipler. Yıllardır Lyon'a sattıkları oyunculardan muazzam gelirler elde ettiler. (Abidal, Makoun, Kader Keita, Bastos) Bu yıl Lyon onlardan herhangi bir transfer yapmayınca, onlar da Wolfsburg'dan defans oyuncusu Ricardo Costa'yı bedelsiz transfer ederek transferi kapattılar. Landreau, Pierre Alain Frau gibi ligin tecrübeli ve kaliteli oyuncularının yanı sıra Gervinho, Hazard, Tulio de Melo gibi genç yıldızlarla 3. ŞL biletinin Bordeaux'yla beraber en ciddi adayı konumundalar...

Montpellier: Geçen sezon en çok onları sevdik Fransa'da. Ligue 2'den çıktıkları sezon, uzun süre şampiyonluğu kovaladılar. Son haftalarda, tecrübesizliğin de etkisiyle puan kayıpları yaşayarak ligi 3. Auxerre'in 2 puan gerisinde 5. bitirdiler. Ancak bu sezon işler istedikleri gibi gitmeyebilir. Avrupa Ligi ön elemesinde sürpriz bir şekilde Macar ekibi Gyor'a elendiler. Geçen sezon attıkları 50 golün neredeyse yarısına imza atan Montano-Camara ikilisinin bu sezon da aynı uyumu göstermesi şart. Genç savunmacılar Yanga-Mbiwa(20) ve El Kaoutari(19), orta saha oyuncusu Belhanda(19) geçen sezon 30'un üzerinde maça çıktılar ve bu yıl daha tecrübeliler. Boşnak savunmacı Spahic bir ara Arsenal tarafından istendi ama talep edilen 25 milyon avro sebebiyle Wenger ısrarcı olmadı. Bu sezon gerçekçi hedeflerle yola çıkıp ilk 10 sırayı hedeflemek mantıklı olur onlar için. 22 yaş ortalamalı takımın tecrübe eksikliğine ve gol yollarına çare olması için transfer edilen Hasan Kabze'nin yeni takımı olması sebebiyle de tarafımızca sezon boyu dikkatle izlenecekler...

Bordeaux: Geçen sezon Aralık ayında ligde 9 puan farkla lider, ŞL gruplarında en fazla puan toplayan takımken, ne olduğunun farkına bile varamadan ligi 6. sırada bitirdiler. ŞL maçları sebebiyle ertelettikleri maçlarını ard arda oynamaları, ilk 11 dışındaki oyuncular dışında kalanların kalitesizliği gibi etkenler bu sonucu       hazırladı. Yeni sezona Arsenal'e giden Chamakh'ın yerine bir transfer yapmadan başlıyorlar. Ama bana göre en büyük kayıpları teknik direktörlerinin milli takımın başına geçmiş olması. Blanc, Bordeaux'da oyuncuların birbirini tamamladığı, Gourcuff önderliğinde mükemmel işleyen bir sistem oturtmuştu. Meyvesini de 1 lig şampiyonluğu bir de ŞL çeyrek finaliyle aldı. Selefi Tigana bu sistemi bozmaya kalkarsa zararlı çıkabilir. Ucuza malettiği oyunculardan aldığı maksimum verim ve genç oyunculara şans tanıma konusunda Tigana önemli bir isim ama Şampiyonlar Ligi hedefi için doğru bir isim olup olmadığını sezon içerisinde öğreneceğiz...

Lorient: Denizlispor'un Lyon'u elediği efsane sezonda, ilk turda elediği takım olarak tanıdık Lorient'i. O zamandan beri de takımın başında tanıdık bir isim var. Yoann Gourcuff'un babası Cristian Gourcuff. 2006'da geri döndükleri Ligue 1'de sırasıyla 14, 10, 10'uncu sıraları aldıktan sonra geçen sezonu 7. sırada tamamladılar. Bu başarının en önemli mimarlarından defans oyuncusu Laurent Koscielny 10 milyon avroya Arsenal'e transfer oldu. 17 golle gol krallığı yarışında Niang'ın bir gol arkasında kalan 22 yaşındaki Kevin Gameiro bu sezon da en büyük kozları. İstikrarlı yükselişlerinin daha ileri gitmesi zor. Onlar için de ligi ilk 10 sıra içerisinde tamamlamak başarı olur...

Monaco: Pino ve Nene satışlarından 10 milyon avroya yakın gelir elde ettiler. Gudjohnsen'i Tottenham'a kiralayarak kontrat yükünden kurtuldular. (Leko da Buca'ya geldi biliyorum) Bu yılı kemerleri sıkarak geçirecekleri aşikar. Galatasaray'la sık sık adı geçen kaleci Ruffier, Zenit'ten bu sezon da kiralanan defans oyuncusu Puygrenier, Uruguay'la dünya 4.sü olan Diego Perez ve Güney Koreli Park Chu Young en önemli oyuncuları ki onlara da talip çıkarsa satabilirler. 2004'deki ŞL finalinden beri istikrarlı bir istikrarsızlık içerisindeler ve bu sezon geçen seneki 8.liği bile mumla arayabilirler...

Rennes: Başarısız olarak 9. bitirdikleri sezon sonrası, Gourcuff'tan sonraki yıldızları forvet Briand'ı 6 milyon avroya Lyon'a sattılar. Bocanegra'yı da St. Etienne'e yolladılar. Gyan ve Bangoura'nın varlığına güvenerek forvete takviye yapmadılar. Bocanegra yerine savunmaya Nice'den Nijeryalı Apam'ı alarak bu bölgeyi daha da güçlendirdiler. Orta sahaya Sochaux'dan yapılan Stephane Dalmat takviyesi de tecrübe eksikliğini gidermek açısından önemli. Birbirini tanıyan, oturmuş bir kadroya sahipler. İlk 6 dışında alacakları bir sonuç başarısızlık olur...

Valenciennes: Mütevazi bir kadroyla, Ligue 2'den çıktıkları 2006'dan bu zamana, ilk çıktıkları sezon hariç hep orta sıraların takımı oldular. İç sahada kolay kolay kaybetmiyorlar ve aldıkları 1-2 sürpriz galibiyet dışında  sessiz sedasız devam ediyorlar. En önemli eksikleri takımın gol yükünü çeken bir oyuncuları olmaması. Bu sezon da 10-15 arası bir pozisyon elde etmeleri olası. Daha fazlası da uzun vadeli planları arasında gözükmüyor...

Lens: Hem sezon içerisinde aldığı sonuçlar, hem de ligi bitirdiği sıra itibariyle belki de ligin en dengesiz takımı. 2007'de ligi 2. Marsilya'nın 7 puan arkasında 5. bitirdiler. Bir sonraki sezon 18. olarak ligden düştüler. Bir sezon ayrı kaldıktan sonra geri döndükleri Ligue 1'i geçen sezon 11. bitirdiler. Bu arada ligi 98'de şampiyon, 2002'de 2. bitirdiklerini de hatırlatalım. Galatasaray'ın Uefa Kupası'nı kazandığı 2000 yılında da yarı finalde Arsenal'e elendiler. Anlayacağınız Lens taraftarı macera dolu sezonlar geçiriyor son yıllarda. Eski Beşiktaşlı kaleci Runje, adı bir ara Galatasaray için geçen Cezayirli stoper Yahia ve orta saha oyuncusu Akale önemli oyuncuları. İlginç bir istatistik de forvet oyuncusu Toifilou Maoulida için verelim. Kendisi geçen sezon 13'ü sonradan oyuna dahil olmak üzere 25 maça çıktı ve 13 gole imza atarak takımın en golcü oyuncusu oldu. Bir nevi Lens'in Semih Şentürk'ü diyebiliriz. Bu sezon üst sıralara da oynayasalar, ligden de düşseler şaşırmam açıkçası ancak mantıken baktığımızda 11.likten yukarısı onlar için başarı olacak gibi duruyor...


Nancy: Platini'yi dünya futboluna sundukları için sonsuz teşekkürler edilesi bir kulüp olsa da, bu değerlendirme yazısında çok da olumlu şeyler yazamayacağız onlar için. 2008'de son ana kadar kovaladıkları lig 3.lüğünü Marsilya'ya kaptırdıktan sonra sırasıyla 15 ve 12. oldular. Üstelik bu süreçte kadrolarından kalite anlamında sadece Puygrenier'i kaybettiler ki onun için de Zenit'ten 7 milyon avro gibi makul bir para aldılar. (Zenit'in transferlere harcadığı para da ayrı bir yazı konusu) Bu sezon da Dia'nın Fenerbahçe'ye satışından hatırı sayılır bir miktar elde ettiler ancak gelen oyuncular kısmında sadece 8 sene önce Nantes-Galatasaray maçlarından hatırladığımız Vahirua ve ligden düşen Boulogne'dan kiralanan 35'lik Cuvillier Alexandre yazıyor. Ard arda alınacak birkaç başarısız sonuç sonrasında panikleyerek kendilerini düşme hattında bulma ihitimalleri yüksek...

PSG: Coupet, Armand, Makelele, Giuly gibi tecrübeli oyuncuların yanında Sakho, Sessegnon, Hoarau, Mevlüt gibi yakın zamanda Fransa'dan daha büyük bir lige transferi beklenen oyunculara sahip bir takım düşünün. Hedefi en az ilk 5 olmalı değil mi? Bu takım PSG ise cevabımız hayır. Köklü bir tarih, gelecek oyuncuları cezbedecek bir şehir, mükemmel bir stad, desteğini esirgemeyen taraftar(ama kötü sonuçta da tesis basıp arabaları parçalıyorlar), Paul Le Guen'den kurtulmuş olmak vs. Teknik direktör Kombouare'nin hala takımın başında olmasının sebebi geçen sezon ite kaka kazanılan Fransa Kupası şampiyonluğu. Bu sezon Lyon'dan Bodmer ve Monaco'dan Nene gibi direk ilk 11'e yerleştirilebilecek iki transfer daha yapıldı. Yönetimin de, taraftarın da ilk 5'ten aşağısına tahammülü yok...

Toulouse: Geçen sezon kadro kalitesiyle, ligi bitirdiği yer arasında dağlar kadar fark olan kulüplerden birisi Toulouse da. Bir önceki sezonu 4. bitirip, geçen sezon 10 sıra geriye gitmek büyük hayal kırıklığı. Kuşkusuz bir sezon önce 24 golle gol kralı olan Gignac'ın sadece 10 golde kalması ve geri kalan oyunculardan da zor anlarda ortaya çıkan bir kahramanın olmaması bu sonucu doğurdu. Bir diğer etken de yaş ortalamalarının 23 olması sebebiyle tecrübesizlikleri. Ancak hala Gignac ve 20 yaşındaki Moussa Sissoko'ya sahipler.Transfer döneminde Danubio'dan 21 yaşındaki defans oyuncusu Gunino'yu kiraladılar ki kendisi Uruguay futbolunun yeni yıldızlarından olabilir. Ligi ilk 8'de ve hatta daha da üstlerde bitirecek kalitedeler...

Nice: Ellerindeki tek yıldızları Loic Remy ama o da tek başına bu kadarını yapabiliyor. Geçen sezon attığı 16 gol de olmasa 15. Nice kaçıncı olurdu merak ediyorum. Bu sezon da Remy için şu ana kadar istedikleri teklifi alamadılar. Düşme korkusu yaşamazlar ama çok fazla yukarılara da tırmanamazlar. 10-15 arası sıralarda gezinirler büyük ihtimalle. Bu arada Lloris'i bünyesinden çıkarıp, Lyon'a satan Nice yeni Lloris'ini de çıkarmak üzere. Kolombiyalı 21 yaşındaki kaleci David Ospina'yı bu sezon dikkatlice izlemenizi tavsiye ederim...


Sochaux: Bu sezon da en büyük düşme adaylarından ve sezon bitene kadar da son sıralarda dolaşmaya devam edecekler. Mevlüt'ü PSG'ye sattıktan sonra gol yükünü çeken bir oyuncuları da kalmadı. Geçen sezon en çok gol atan oyuncuları 6 golle Cezayirli Boudebouz'du ki o da bir orta saha oyuncusu. Bu arada kendisi dikkatle izlenmesi gereken bir oyuncu. Henüz 19 yaşında. Yeni Zidane olarak lanse edilmemesinin sebebi alt yaş gruplarında Fransa'da oynamasına rağmen A Milli tercihini Cezayir'den yana kullanması. Bir diğer istikrarlı orta saha oyucusu Dalmat'yı da Rennes'e kaptırdılar ki düşme potasında geçecek zorlu haftalarda onun tecrübesini arayacaklar gibi...

St. Etienne: Her ne kadar son 2 sezonu düşme hattının hemen üzerinde bitirseler de düşme adayı olarak gördüğüm bir takım değiller. Hücum oyuncularının performansları ligdeki kaderlerini tayin edecek. Bergessio gibi Ligue 1 standartlarına uygun bir forvet oyuncusunun yanında, Mirallas ve Riviere gibi iki genç ve yetenekli hücum oyuncusuna sahipler. Orta sahada da Payet ve Matuidi gibi iki oyuncuya sahipler ki ikisi de birkaç seneye önemli transferler yapabilecek oyuncular. Bu sefer kendilerini düşme hattının üstüne atarak puan tablosunda 10-15 arası bir yer edineceklerini düşünüyorum...

Yeniler: Yeni takımlar hakkında fazla bir bilgiye sahip değilim. Ligue 2 şampiyonu Caen bunu son 10 yılda 3. kez başarıyor. Daha öncekilerde çıktığı gibi düştüler. Bu sene de farklı olacağını düşünmüyorum. Ligue 1'in asansörü diyebiliriz onlar için.(Kemal kızmasın ama bu yönden Fransa'nın Karşıyakası) Brest hakkında ise söyleyebileceğim tek şey Ligue 2'yi Caen'in arkasında bitirmiş olmaları...

Ayrıca bahsetmek istediğim takım ise ilk kez Ligue 1'de mücadele edecek olan Arles. Tam adları AC Arles-Avignon. Bunun sebebi de geçen sezon Ligue 2'ye yükseldiklerinde, alt liglerde sürünen Avignon'la birleşerek onların stadını kullanmaya başlamış olmaları. Avignon'un tarihi, taraftar kültürü hakkında fazla bilgim olmadığı için bana iki taraf için de kendilerince bir kazan-kazan politikası gibi geldi. Son 5 sezonda hiçbir ligde takılmadan 5 lig birden atlayarak Ligue 1'e çıkmışlar ki dünya tarihinde bunun kaç tane örneği vardır bilmiyorum. Şu anda da Manchester City'e feeder club olma görüşmeleri yaptıkları söyleniyor ama iki taraftan da bu konuda yapılmış resmi bir açıklama yok...    

Cengiz Bahadır Özdemir l 1 Yorum

Türkiye 1. Futbol Ligi (sponsorlara alışamadım), bu sene transfer manyağı olmuş durumda. Yıllar geçtikçe üç büyükler daha büyük isimlere yöneliyorlar. Fenerbahçe eskiden isimli adamlar getirirdi. Galatasaray daha sonra bu işe el attı. Bu sene de Beşiktaş yıldız oyuncu transferleriyle gündeme oturdu. Üç büyüklerin bu transfer ataklarına karşılık Trabzonspor hep geri planda kalmıştır. Aklımda kalan en yıldız transferleri Marcelinho olmuştur. Futbolu ve Trabzonspor'u benden daha iyi bilenler belki başka isimler sayabilirler. Ancak Trabzonspor yıldız oyuncu diye tutturup da kadrosunu dolduran takımlardan olmadı. Kazandığı başarılara bakarsak, kendi değerleriyle bunları yaptıklarını söyleyebiliriz.
Trabzonspor, Colman-Alanzinho-Gutierrez transferlerinden sonra bir başka Güney Amerikalı futbolcu transfer etti: Jackson Avelino Coelho. Kısaca Jaja. Kimdir bu Jaja? Kariyerine Hollanda'da başlamış ancak kendisini göstermek için epey bir çaba sarf etmiş. Çeşitli kulüplerde kiralık olarak oynadıktan sonra yaklaşık 500 bin avroya Metalist Kharkiv'e geçmiş. 2008 yılında yapılan bu transferden sonra adını iyice duyurmuştur. Metalist'in 2008-2009 yılındaki müthiş çıkışında rol almıştır. Metalist, Uefa Kupası ilk tur ikinci maçında, Beşiktaş'ı 4-1 yenerken Jaja takımı adına iki gol, bir asist yapmıştı. Ardından Sampdoria ve Dinamo Kiev maçlarında da birer gol atarak adını duyurmuştu. Aynı yıl Ukrayna'da yılın futbolcusu seçilmişti. Geçtiğimiz sezon ise 25 maçta 16 gol atmıştı.
Trabzonspor için hayırlı olsun. Peki hayırdan öte, bu transferin mantığı var mı? Bence Trabzonspor'un yaptığı en isabetli transferlerden biridir. Umut Bulut'un golcü olarak oynadığı takımda Jaja çok rahat bir şekilde kendine yer edinecektir. Ancak Jaja saf bir golcü değil. Golcünün yardımcısı konumunda. Sağ ve sol kanatlarda rahatlıkla oynamasının yanında her iki ayağını da rahatça kullanabiliyor. Üstelik 1.89 cm olmasına karşılık son derece hızlı ve teknik. Bizim savunma oyuncularına ters gelen cinsten bir adam. Uzaktan şutlarına değinmemize gerek yok herhalde. Beşiktaş maçında attığı gol hala hafızalarda. Trabzonspor'un bonservis bedeli olarak ne verdiğine resmi siteden ulaşamadım. Resmi olarak yayınlanmamış bir rakamı, başka bir yerden görüp buraya yazmayı da kendime yakıştıramadığım için yapmıyorum. Ancak 4-5 milyon avroluk bir transfer bedeli olduğu söyleniyordu. Gökhan Ünal'ın, zamannda 6.5 milyon avroya geldiğini düşünürsek son derece karlı bir transfer olmuştur. Neticede Trabzonspor aradığı forvetini sonunda buldu diyebiliriz. Ukrayna Ligi'nin başladığını da düşünürsek Jaja'nın futbola hazır olduğunu da söyleyebiliriz. Dilerim güzel oyununu ve fantastik gollerini burada da atmaya devam eder.

Efe Yılmaz l 4 Yorum



Guus Hiddink, çarşamba günü oynanayacak Romanya maçının aday kadrosunu açıkladı. Hiddink'in varlığından son derece mutlu olan birisi olarak büyük hayal kırıklığına uğradım çünkü aday kadroda değişen bir şey yok.

Kaleciler: Volkan Demirel (Fenerbahçe), Hakan Arıkan (Beşiktaş), Onur Recep Kıvrak (Trabzonspor)
Defans: Sabri Sarıoğlu, Gökhan Zan, Servet Çetin, Hakan Kadir Balta (Galatasaray), Gökhan Gönül (Fenerbahçe), İbrahim Kaş (Getafe)
Orta Saha: Emre Belözoğlu, Selçuk Şahin, Kazım Kazım (Fenerbahçe), Arda Turan (Galatasaray), Hamit Altıntop (Bayern Münih), Mehmet Aurelio (Real Betis), Nuri (Dortmund), Ozan İpek( Bursaspor)
Forvet: Tuncay Şanlı (Stoke), Sercan Yıldırım( Bursaspor), Nihat Kahveci(Beşiktaş), Halil Altıntop (Frankfurt), Mevlüt Erdinç (PSG)

Evet ben de biliyorum stoper havuzu yeteneksiz oyunculardan oluşan bir ülkeyiz. Ama bu havuzuna eklenecek bir Ömer Toprak'la  işler değişebilir. Bilmiyorum oyuncunun tercihi ne yönde olur, en azından bu girişimle ilgili haberler duymak bile yeterdi. Bana bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağını anlatırdı en azından. Ömer'i geçtim bir tane bile yeni gurbetçi futbolcu yok. Bu demek ki 2012'yi izlerken yeni Mesut'a iç geçireceğiz, Serdar'ın yedek kalmasına üzüleceğiz. Ama çok şükür elimizde Gökhan Zan var. Gerçi aldığım habere göre Gökhan'ın kendisi milli takım kampına gelecek, omuzu evde kalacakmış. Ömer Erdoğan'ın en azından yedek olarak düşünülüp çağrılmaması ise futbolun başka bir enteresanlığı sanırım.

Orta sahada ise 2012'de 35 yaşında olacak Mehmet Aurelio'yu denemek gerçekten beni dumur diyarlarına götürdü. Necip'in Türk pasaportu olmadığını öğrendiğim an ise şok geçirdim. Şu takımın oyuncuları kara tahtaya yazılırken Nuri Şahin niçin ilk yazılmıyorsa, aslında benzer sebeplerden dolayı bu kısır döngüden çıkamıyoruz. Daha ilginci ise Kazım Kazım'ın olduğu kadroda, Volkan Şen'in olmayışı. Kayserili Abdullah Durak'ın ise sanırım kimse farkında değil.

Evet ben de milli takımın kulüp takımı gibi ağırlıkla aynı oyunculardan kurulması gerektiğini düşünüyorum. Ama eğer bizim kulüp görünümlü milli takımımızda İbrahim Kaş, Gökhan Zan, Aurelio, Şelcuk Şahin ve Halil Altıntop olacaksa bu ancak Oğuz Çetin tercihinin ne kadar yanlış bir hamle olduğunu gösterir hepimize.

Hiddink geldiğinde Oğuz'un varlığına rağmen çeşitli hayaller kurmuştum. Biliyordum yıllardır kronikleşen sorunlarımız bir kişinin gelmesiyle bitmeyecekti. Ama daha fazlasını umut etmiştim. Şimdi tek isteğim bir an önce Oğuz Çetin'in etkisiz elemanlığını fark eder ve kendisine yeni bir yardımcı ister. Yoksa işler yaş.

Mustafa Akkaya l 6 Ağustos 2010 0 Yorum


Başlığı okuyunca yanlış yazıldığını düşünebilirsiniz haklı olarak. Ancak Goodison Park'ta oynanan maç zaten olduğu gibi enteresandı. Galip gelen takım, bildiğimiz Premier League ekibi Everton. Misafir ekip ise, onların 1909 yılında kurmuş olduğu Şilili kulüp Everton de Vina del Mar. Liverpool'un da malum 'ilk' Everton'dan ayrılarak kurulduğunu hesaba katarsak, Maviler'in bereketine hayret etmemek elde değil!

101 yıl önce İngilizlerin Güney Amerika turu sonrasında kurulan 'diğer' Everton, 1950'ye kadar İngiliz göçmenlerden oluşuyordu. İşte o yılda aynı zamanda isim değişikliğine de giderek kulübün günümüze kadar uzanan kaderi çizildi. Bugüne kadar 6 kez kazanılan Şili şampiyonluğu, onları ülkenin en başarılı takımlarından biri haline getirdi. Ayrıca ülke sınırları içerisinde artık yeni bir sıfatları daha var; ki o da Avrupa'ya özel maç için davet edilen ilk Şili kulübü olmaları...


Maça gelecek olursak; orijinal Everton, adaşını yeni transferi Beckford ve Bilyaletdinov ile geçti. Böylece sezon öncesinde çıktığı 10. hazırlık maçında da yenilgi yüzü görmedi. Bu maçta Fellaini'nin de sakatlık sonrası takıma katılması ve bir de asiste imza atması, Maviler'in motivasyonunu daha da artırdı. Bakalım Moyes'in ekibi bu pozitif enerjiyi lige yansıtabilecek mi...

Kadir Ar l 0 Yorum

Şampiyonlar Ligi kuralarının hemen ardından Avrupa Ligi'nin gruplar öncesindeki son eşleşmeleri de belli oldu. Turu geçecek 37 takımın yanına ŞL play-off'larından gelecek 10 takım ve son şampiyon olarak Atletico Madrid'in gelmesiyle 4'er takımlı 12 grup oluşturulacak.

Tüm takımları tek tek değerlendirmenin anlamı yok. Almanlar ve İtalyanlar fire vermezler. İspanyollar ufak bir ihtimal de olsa Villarreal'den fire verebilir. İngilizler ise umarım Liverpool'dan fire verir. Celtic karşısındaki Utrecht ise sürpriz adayım...

Bizimkilere gelince; Galatasaray ve Beşiktaş'a şimdiden gruplarda başarılar dileyebiliriz. (Yine de Metalist'i unutmamak gerek) Ajax'a karşı izlediğim Paok, Young Boys önündeki Fenerbahçe'yi dağıtır ama yapılacak takviye ve Young Boys önündeki ders almışlıkla beraber %51 Fenerbahçe diyorum ben bu eşleşme için.Özellikle ilk maçta, ateşli Paok seyircisinin önünde sağlam dururlarsa (ki o ortamda Stoch'u çok arayacaklar kontra atak konusunda) Kadıköy'de bu sefer sürprize izin vermezler. İşin ilginç tarafı ise Young Boys'la oynarken, Ajax'ı elesin diye desteklediği takımla eşleşti Fenerbahçe. Trabzonspor için yine şanssız bir kura oldu. Geçen sene Toulouse'la eşleşip Avni Aker'de Gignac'ın gazabına uğramışlardı. Bu sezon daha da beterini çektiler. Liverpool'un problemli yapısı, beklenen satışın gerçekleşmemiş olması ve Trabzonspor'un Şenol Güneş'le yakaladığı ivmeyi göz önünde bulundurduğumuzda biraz umutlanıyoruz ama elbette ki Liverpool ağır favori. Yine de işin romantik kısmına baktığımızda, Gerrard ve Torres'in Avni Aker'e gelecek olması, 34 yıl önce Liverpool şimdikinden daha büyük bir takımken Trabzon'da mağlup edilmesi gibi hoş anektodlarla karşılaşıyoruz...

Onur Saygın l 0 Yorum



A takım tarafından Küçük Behlül diye çağırılan ama kendisi Küçük Baros olarak çağırılmak isteyen Galatasaray Altyapısı'nın son ürünlerinden Anıl Dilaver ile Hollanda kampı öncesi Florya Metin Oktay Tesislerin'de röportaj yapma şansımız olmuştu. Blog yazarlarımızdan Hasan Babur'un da katkılarıyla gerçekleştirdiğimiz röportajda Galatasaray'a seçiliş hikayesinden Frank Rijkaard'ın altyapı oyuncularıyla iletişimine kadar pek çok soruya samimi cevaplar verdi.



Öncelikle eğitim hayatın ve sporun etkileşimiyle başlayalım. İkisini birden nasıl idare ettin?
Futbolla beraber devam ettirebildim. Liseyi Küçükçekmece’de oynarken, son sınıfı ise Galatasaray’da tamamladım. Üniversite ne yazık ki olmadı. Üç senedir Galatasaray’a yoğunlaştım. Seneye tekrar denemeyi planlıyorum.
Üniversite olarak ne düşünüyosun?
Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu düşünüyorum.
Galatasaray öncesi ve Galatasaray’a seçilişin nasıl gelişti?
11-12 yaşında amatör olarak Beylikdüzü Spor Kulübünde oynadım. Galatasaray’ın seçmelerinde birinci olarak seçildim fakat bir sene oynadıktan sonra Küçükçemkece Spor Kulübüne yolladılar. Dört sene kadar Küçükcemkece’de oynadıktan sonra Florya’da Galatasaray’a karşı oynarken iyi bir performans sergiledim. O maçtan sonra Galatasaray’a geri çağırıldım. Dört senedir de Galatasaray’dayım.
Genelde futbolcular büyük kulüplerden kiralanınca moral olarak çöküş yaşıyorlar. Sende bu durum nasıldı?
Aslında pek bir moral bozukluğu olmadı. O zamanlar boyum çok kısaydı, çok çelimsizdim. Küçükçekmece’de antremanların ne kadar zor şartlarda da yapılabileceğini öğrendim.
As takıma yükselen oyuncularda en büyük eksiklik fizik olarak göze çarpıyor. Fiziksel gelişim için nasıl bir antreman yapıyorsun?
Galatasaray’da topla idmanlar dışında kondisyon ve fitness antremanlarımız var. Ben de tatil günlerimde gelip salonda çalışarak kendimi geliştiriyorum. Tatil çok eğlenceli gözükse de fizik açısından çok zorlayıcı oluyor. Bir kere fiziki düşüşe girerseniz toplamanız zor oluyor.
Gençlerbirliği maçı öncesi A takımla beraber kampa katıldın. Kamp nasıl geçti?
Bir gün İstanbul’da, bir gün de Ankara kampa katıldım. Abilerimiz altyapıdan gelen futbolcularla inanılmaz ilgileniyorlar.
Arda Turan’ın kaptanlığı size ekstra bir motivasyon sağlıyor mu?
Kesinlikle. Sürekli bizle ilgileniyor. Her hangi bir eksiğimiz var mı yok mu diye kontrol ediyor. Aynı yollardan geçtiğimiz için bizimle sürekli ilgileniyor. Hepimizin A takımda oynayacak yeteneğe sahip olduğunu düşünüyor. Bu konuda sürekli öğütler veriyor.
Arda Turan’a sunulan kiralık gitme seçeneği sana sunulsa sen ne düşünürdün?
Şu an için pek düşünmedim. Gelecek planlamısında önceliğim A takımda kalıcı olmak.
A takımda Arda Turan haricinde sizinle ilgilenen, yardımcı olan isimler kimler?
Emre Aşık bizle çok ilgileniyor. Mehmet Topal gitmeden önce bize yardımcı oluyordu. Uğur Uçar sürekli soruyordu.
Alt yaş milli takımlarında seçilememen hakkında ne düşünüyorsun?
Galatasaray’a geç katıldım ondan olduğunu düşünüyorum. Dört sene olmuş olabilir ama dört seneden çok daha fazla süredir burda oynayan arkadaşlarım var. Doğal olarak onlar benden daha once tercih edildiler. Milli takımın oturmuş bir oyuncu kadrosu oluştuktan sonra da kadroya girmek zorlaşıyor.
Gençlerbirliği maçında Uğur Uçar kırmızı kart gördüğünde üzüldün mü? Tam oyuna girmek üzereydin.
Aslında üzüldüm. Ama kader olarak bakıyorum. Belki girseydim ciddi bir sakatlık geçirecektim. Önümde uzun bir süre var.
Tugay Kerimoğlu ile çalışmak nasıl bir duygu?
Geldiğinden beri sürekli iletişim halindeyiz. Biz altyapı oyuncuları için onun buraya gelmesi çok büyük bir avantaj. Hem Avrupa eğitimini almış hem de Avrupa tecrübesi bize çok yararlı oluyor. Tugay Hoca’nın en önemli düşüncesi hepimizi A takıma çıkarabilmek. Ama Avrupa bağlantıları da hala bulunduğu için bizim vizyonumuzu geliştirmede önemli bir rol oynuyor.



Senin Avrupa Futbolu ile ilgili düşüncelerin neler?
Açıkcası Süper Lig maçlarını pek takip etmiyorum. Bank Asya maçlarına biraz vakit ayırıyorum. Liverpool ve Milan maçlarını kaçırmadan seyretmeye çalışıyorum.
Barcelona demedin?
Barcelona’ya söylecek pek bir sözüm yok. Ama Milan ve Liverpool bana daha yakın geliyor.
Galatasaray Altyapısı Barcelona’yı örnek alarak gelişti. A takımla aynı taktikle oynuyorsunuz, aynı yerde idman yapıyorsunuz. Bunun size faydaları neler?
Geçtiğimiz sezon A takımla idmana çıkmayan hiç bir arkadaşımız kalmadı. A takım havasını hepimiz solumuş olduk. Bu da kendimize olan özgüvenimizi yükseltti.
A2 takım maçları antreman sahalarında değil de büyük statlarda oynansa bu size nasıl bir katkı sağlar?
Arda Abilerin döneminde öyleydi. Ama şu anda seyirci geliyor. Ben o kadar önemli bulmuyorum. Seyirciden daha önemli olan atmosfer. O duyguyu da A takıma çıkınca tatmak istiyorum. A takımla beraber Ali Sami Yen’e çıkıp kafamı kaldırdığımda görmek isterim. A2 takımla bu duyguyu tadarsan belki A takımla orda hiç maça çıkamayabilirsin. Doymuşluk olabilir.
Yabancı dil biliyor musun?
İngilizce biliyorum diyebilirim. Zaten dil konusunda Tugay Hoca durmadan bizi uyarıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında hem sol hem sağ ayağına uzak mesafeden çok güzel 2 gol atmıştın. Bunla ilgili bir çalışma yaptın mı?
Uzaktan şutlar konusunda çok çalıştım. Uzun zaman her antreman sonrası 20-30 şut çektim. Duran top, hareket halindeki top çalıştım, çalışmaya da devam ediyorum.
Gol kaçırmak bir forvet oyuncusunu nasıl etkiliyor?
Forvet oyuncusu olmak hem çok güzel hem çok stresli. Uzaktan kaçırdığın goller için pek fazla eleştirilmezsin ama kale önünden kaçırmak kötü etkiliyor. A2 takımında bu baskıyı pek hissetmiyoruz. Hocalarımız önemli olan gol pozisyonuna girmek olduğunu bize anlatıyor ama A takımda o tip goller kaçırmamanız lazım. Sonuçta bir golle şampiyonluk olabilirsiniz.
Bu konuda yardım alıyor musunuz?
Psikoloğumuz var. Onunla konuşuyoruz.
Maç sonu konuşmaları dışardan izleyen bizler için çok kolay duruyor. Bu yüzden de futbolcuları kamera karşısında konuşamamakla eleştiriyoruz. Kendi oynadığın bir maçı yorumlamak nasıl oluyor?
Maçın havasına girmiş, belki yenilmiş inanılmaz duygu yoğunluğu içinde mantıklı konuşmasını bekleyemeyiz. Bunun için fazla eleştirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Seneye forvetteki rakibin Baros’u takip ediyor musun?
Tabiki. Kendisi zaten benim kendime örnek aldığım oyunculardan. A takıma da çok yakışıyor. Çok güçlü bir forvet. Kendimden gördüğüm en büyük eksik olan top saklama onda çok gelişmiş durumda. İdmanlarda hep onu takip ediyorum. Çok iyi bir top saklama stili var. Hem gelen orta sahalara hem kanat oyuncularına çok güzel top dağıtıyor.
Senin bugüne kadar geçirdiğin ciddi bir sakatlık var mı?
Şimdiye kadar çok önemli bir sakatlık geçirmedim. Sadece arka adelemde 2. dereceden yırtık vardı. 9-10 hafta oynayamadım ama devre arasına denk geldi.
Frank Rijkaard’ın altyapıya bakışı nasıl?
Frank Rijkaard’dan daha çok Johan Neskeens bizimle ilgileniyor ama biz onu Rijkaard’ın sözcüsü gibi gördüğümüz için pek fark yok ikisi arasında. Zaten çoğu maçımızı izliyorlar. İyi performans gösterirsek hemen A takımla idmana alınacağımızı biliyoruz. Sürekli bizi uyarıyorlar. Bu uyarıları yapan insanlarda Frank Rijkaard, Johan Neskeens olunca insanın kafasına kazınıyor. İster istemez öğreniyorsunuz. Tugay Kerimoğlu bir taraftan bizle sürekli beraber. Bizim için büyük şans bu insanlarla beraber çalışmak.
Evden daha çok tesislerde kaldığını duyduk. Bunun nedeni nedir?
Burda bir aile ortamında yaşıyoruz zaten. Uzun bir süre tesislerde kaldım. Burayı çok yakın görüyorum kendime. İş olarak değil keyif olarak görüyorum futbolu. Hiç bir zaman futbolu para için düşünmedim. Ben bu işi para almadan da yapabilirim. Hobimi işe dönüştürmüş oldum. Hem keyif alıyorum hem de üstüne para kazanıyorum. Ki günümüz futbol dünyasında futbolculara ödenen paralar da belli. Standartların üstünde para kazanıyoruz. Bazı insanlar futbolcular çok güzel meslek diyorlar ama hayatında pek çok şeyden feragat etmen gerekiyor. Biz A2 takımında bile her gün idman yapıyoruz. Haftada sadece 1 gün iznimiz var, onda da dışarı çıkıp eğlenecek hali zaten kalmıyor futbolcuların.
Futbolu bıraktıktan sonra futbol içinde kalmayı düşünür müsün?
Aslında düşünmüyorum. Ben sadece futbol oynamayı seviyorum. Geri kalan kısımlarıyla pek fazla ilgilenmiyorum. Ama büyük konuşmamak lazım. İnsan ister istemez bazı kararlar vermek zorunda kalabiliyor.

Kadir Ar l 0 Yorum


Şampiyonlar Ligi'ne katılacak son 10 takımı belirleyecek eşleşmeler de belli oldu. Bu takımlardan bir ya da birkaç tanesinin Bursaspor'un olası rakiplerinden olma ihtimali de mevcut. Üst grupta Tottenham dışında kesin favori diyebileceğim bir takım yok. Zenit-Auxerre eşleşmesinde de kadro kalitesi olarak Zenit favori. Dinamo Kiev'in avantajı liginin yaz aylarında devam etmesi sebebiyle daha hazır olması. Ajax'ın ki ise Martin Jol. Bremen-Sampdoria ve Braga-Sevilla eşleşmeleri gayet çekişmeli geçecek gibi gözüküyor. Gönlümden geçenler Sampdoria ve Braga. Alt grupta ise Salzburg çok arzuladığı Şampiyonlar Ligi'ne 15 sene sonra kavuşacak gibi gözüküyor. (Uefa turnuvalarında isminde Red Bull'u kullanamıyor) Rosenborg, Basel ve Sparta Prag da tur için daha ağır basıyor. Partizan-Anderlecht maçında son yıllardaki ciddi hüsranları sebebiyle Anderlecht'i direk favori göremiyorum...

Kemal Mardin l 0 Yorum


2010 FIBA Dünya Şampiyonası'na 22 gün kala Türk Milli Takımı, ilk hazırlık maçlarına çıkıyor. Adidas İstanbul Cup çerçevesinde Sırbistan, Yeni Zelanda ve İran'la karşılaşacak millilerimizin ilk sınavı bugün 20.30'da İran'la. Sinan Erdem Spor Salonu'nda oynanacak turnuvada yarın Yeni Zelanda ile, pazar günü ise muhtemelen şampiyonu belirleyecek maçta Sırbistan ile oynayacağız.

Böylece Dünya Şampiyonası havasına tam olarak girmiş oluyoruz. Bugüne kadar hazırlıklarını Antalya, Bormio ve İstanbul üçgeninde sürdüren Milli Takım, artık yavaş yavaş antrenman temposundan, maç temposuna geçiyor. Bu turnuvanın ardından Sırbistan'la bir antrenman maçı daha yapıp Super Cup'a katılmak için Almanya'ya gideceğiz. Rakiplerimizin Almanya, Hırvatistan ve Litvanya olacağı bu turnuvada en ciddi hazırlık sürecini geçireceğiz. Hemen ardından ise Ankara'daki Efes Pilsen World Cup var. Burada da rakipler, Arjantin, Kanada ve Lübnan. Dünya Şampiyonası'na start vermeden hemen önce bir şampiyonluk yaşayarak moral bulma şansımızın yüksek olduğu bir organizasyon. Hazırlık sürecinin geneline baktığımızda, bizi çok zorlamayacak takımların arasına dengimiz olabilecekler serpiştirilmiş. Galibiyetlerle şampiyona öncesi moral bulurken, kendimizi direkt rakiplerimize karşı da test edelim mantığıyla hareket edilmiş. Mantıklı tercihler... Öte yandan maçlarımızı oynayacağımız iki salonda da birer turnuva oynayıp hem salonlara hem de seyirciye alışmak büyük avantaj olacak.

Bugüne kadar takımımızın birkaç antrenmanını izleme şansım oldu. Şunu söylemeliyim ki kadromuzu kağıt üstünde saymakla sahada yan yana görmek arasında çok büyük fark var. Diğer takımlar arasında tabii ki bizden iyi oyuncuları olanlar var ama en zayıf halkası bizim kadar güçlü bir tane bile takım yok. Bütün kadromuz, fark yaratabilecek, gerektiğinde sorumluluk alabilecek oyunculardan kurulu. Hepsini bir arada kanlı canlı ve hırsla hedefe kitlenmiş bir şekilde görünce bu durum çok net idrak edilebiliyor. O yüzden bu hafta sonu imkanı olan herkesin Sinan Erdem'de olmasını tavsiye ediyorum. Hem Ay Yıldızlılar'ımızı hem de kendinizi şampiyona havasına sokmak için bulunmaz fırsat.

Cengiz Bahadır Özdemir l 0 Yorum

Beşiktaş: 3  Viktoria Plezen: 0

Değerlendirme yazısı yazmak için yanlış bir maç aslında. 9 kişi kalmış bir rakibi, kendi evinde, 3-0 yenen bir takımın neyini anlatabiliriz ki? Ama kadro yeni, teknik heyet yeni, yönetim kurulu yeni ve hatta taraftar profili bile yeni olunca insan ister istemez Beşiktaş'ı sezon öncesi itibariyle yazmak istiyor. Yukarıda bahsettiğimiz yenilikler kağıt üstünde kalıyor ne yazık ki. Yönetim kurulu yeni ama yapılanlar aynı. Göz boyamak için uğraşılıyor. Taraftar kandırılıyor. Taraftar yapılan transferlerle her şeye sünger çekiyor ama coşkusundan, hırsından, desteğinden bir şey kaybetmemiş. Teknik heyet yeni ama hoca kafasındaki taktik tutmayınca yine eski takıma dönüş sinyalleri veriyor. Kadro yeni ama gol atılana kadar oynanan oyun geçen sezonu hatırlatıyor. Gelin, dün geceye şöyle bir bakalım:
İlk maçta zorlanan Beşiktaş, bu maça çıkarken avantajlı olan taraftı. Rakip takımın mutlaka gol bulması gerekiyordu. Ama sadece bundan dolayı takımın rölantide oynayıp turu geçmeye çalışması beklenemezdi. Sahadaki kadro galibiyet için yeterliydi. Ama oyun öyle değildi. Orta sahada Delgado o kadar çok top kaybediyor, Quaresma o kadar çok top eziyor ve Holosko o kadar alakasız bir şekilde oynuyordu ki; Ernst-Necip ikilisi sürekli rakibin hızlı ataklarına engel olmaya çalışıyordu. Bobo yine yalnızları oynuyordu. Toraman-Zapo ikilisi ise uyumsuzdu. Toraman'ın hamle hataları, Zapo'nun isabetsiz uzun toplarıyla birleşince ortaya can sıkıcı bir oyun çıkıyordu. Ancak 30. dakikada Bobo'nun yaptığı pres sonucu kazanılan top ve ardından gelen faul/kırmızı kart maçın şeklini değiştiriyordu. İlk maçta da yapılan presle penaltı kazanılmıştı. Plezen savunmasının prese karşı zayıf kaldığını da böylece rahatlıkla söyleyebilirdik. Kırmızı kart sonrası Plezen oyundan iyice kopmuştu. Ancak Beşiktaş, yeni yeni kendine geliyordu. 39. dakikada Q7 farkını ortaya koyuyor ve şık bir vuruşla topu ağlara gönderiyordu. Golden sonra herkeste bir rahatlama oluşmuştu. İlk yarının sonlarında, soldan gelen Plezen atağı golle sonuçlansa bu kadar rahat olunmayacaktı.
İkinci yarıya da rahat başladı Beşiktaş. Quaresma'nın, Limbersky karşısında bir kez daha şov yapması ve Çek oyuncuyu kırmızı kartla oyundan göndermesi takım adına olumlu bir gelişmeydi. 57. dakikada Quaresma bu kez kanadından gelip şık bir orta yapıyor ve Delgado da bu ortaya kafayla dokunarak takımını iki farklı öne geçiriyordu. Delgado'nun golü, daha önceden iki gol attığı Zürih maçını hatırlattı. Orada da arka direkte kafa golü atarak hayatının maçını çıkarmıştı. Ancak bu maç için ''hayatının maçı'' demek oldukça zordu. İkinci golden sonra işin şov yönü daha fazla ön plana çıktı. Quaresma istediklerini yapabiliyor, Delgado-Necip gibi futbolcular uzaktan şutlarla kaleyi yokluyorlardı. Rakibin gardı düşmüştü. Nihat-Tabata oyuna girmişti. Derin toplarla rakip savunma delinmeye çalışılıyordu. 71. dakikada ise sahneye bu sefer Holosko çıkıyordu. Holosko, gerçek anlamda sahneye çıkıyordu. Çünkü sahada var olduğuna kimse inanmıyordu. Sol çaprazdan, sağ ayağının içiyle attığı şık golle farkı üçe çıkarıyordu. Maç da bu skorla sona eriyordu. Açıkçası Beşiktaş, geçen seneden farklı bir oyun ortaya koyamadı. Q7'nin savunma dengesini bozup attığı gol sonrası takımda farklılık gördük. Geçen sene bir Q7 olmadığı için Beşiktaş kilit açmakta zorlanıyordu. Guti de gelince kilitli kapıları açmak için birden fazla anahtar olacaktır. Bunların dışında, maç sonunda akıllarda kalan bir diğer konu takımdan kimlerin gönderileceği ile ilgiliydi.

Sivok'un sözleşmesi dondurulduktan sonra geriye bir adam kalıyordu fazlalık olarak. Delgado, bu kadar ısrarla oynatıldığına göre oynayacak. Schuster'in kafasında Delgado var. Toraman da sakatlanınca Zapo-Ferrari ikilisinin de gönderilmeyeceği kesinleşti. Sanki ilahi bir güç, Zapo-Ferrari gönderilmesin diye Sivok-Toraman'ı sakatlıyordu. Geriye Fink-Tabata-Holosko üçlüsü kalıyordu. Tabata da oyuna sonradan giren bir oyuncu ve Schuster kendisine şans veriyor. Ancak Delgado'nun yedeği olan Tabata, Guti geldikten sonra gözden düşecektir. Sadece Ernst-Necip ikilisinin olduğu yerde Fink'i yollamak büyük hata olacaktır. Holosko ise hala muamma. Kötü oynadı bu maçta. Geldiğinden beri muhteşem oynadığı bir maç da yok. Ama hücumcu ve kanattan içeri giren bir adam. Schuster kendisinden vazgeçmeyecektir.

Atilla Nesipoğlu l 0 Yorum


Eski günlerini aratsa da G.Saray halen ligimizin en avrupai takımı. Formayı kim giyerse giysin kodlanmış gibi benzer performansları sergilemeyi başarıyor. Dün buna en güzel örneği Mustafa Sarp gösterdi. Tribünler tarafından gösterdiği performans beğenilmeyen orta saha oyuncusu sahanın en iyisi olmayı başardı OFK Belgrad karşısında. Geçen sezonu benzer bir performansla açtıktan sonra ilerleyen haftalarda hayal kırıklığı yaşatsa da bugünkü maçın en iyisiydi. Attığı gol ve kazanıp Kewell'ın önüne servis ettiği top ile turun kolaylanmasını sağlayan oyuncu oldu.

Kewell'ın da Sarp'a eşlik edişi ve Aykut'un yardımları ile turu farklı bir skorla geçmeyi bildi G.Saray. Transferi biraz da mecburiyet ve taraftarı mutlu etmek için yapılmış olan Kewell attığı gol, yaptırdığı penaltı ve rakibi eksik bırakmasıyla ondan vazgeçmeyen tribünleri haklı çıkarttı. Aykut'un işi Avustralyalı oyuncuya göre biraz daha zordu. Bir türlü alamadığı "1" numaralı forma ve üzerinde dönen yabancı kaleci transferi yetmezmiş gibi kötü bir gol yiyerek başladığı maçı, skor 2-1'ken yaptığı kurtarışlarla kredisini arttırmış olarak kapadı.


Çok eleştirtirdiğim Rijkaard'ın da hakkını vermem lazım. İlk maçın ardından elenme korkusu yaşaması muhtemel takımını sahaya rahat ve stresten uzak çıkartmayı başarmış. İstanbul'da cehennemi yaşadıktan sonra Belgrad'da cenneti bulmuş olarak dönüyor G.Saray. Sarı-Kırmızılı takım konsantrasyonun düştüğü dakikalar dışında 90 dakikayı hazırlık maçı tadında oynadıysa, futbolcularına bu ortamı oluşturan Hollandalı teknik direktörü kutlamak gerekli. Rijkaard, "Elenirseniz tarihe geçeceğinizden haberiniz var mı?" diye soran gazeteciye basın toplantısını terk ederek cevap vermemişti. Bugün takımı oynadığı futbolla soruyu da onun adına yanıtlamış oldu.

Ve bitirirken Arda'yı konuşmazsak olmaz. İçeride dışarda, çimde kumda kazanmak için her şeyi yapan kaptan yine çok etkiliydi. Artık iyi futboldan fazlasını oynaması beklenen Arda maçtaki duruşu ve maç sonrası açıklamları ile bir kez daha farkını ortaya koydu. Bazen Türkiye'de yetiştiğine inanamıyorum. Sanki Almanya'da futbolu öğrenmiş de ülkeye geri dönmüş gibi geliyor bana. Topu ayağında daha az tutması ve doğru anlarda oyunu forse etmesi sezon başında benim gördüğüm en büyük artısı. Cana'nın ektraya kaçmadan sadece işini yaptığı, sonradan oyuna giren Pino'nun güzel asisti ve Mehmet Battal'ın golü de dünün akıllarda kalan performanları oldu.

Anıl Can Yıldırım l 0 Yorum


Statta seyrettiğim ilk maç sonrasında bu maç için hiç umutlu değildim. Fenerbahçe'nin de zayıf Young Boys'a elenmesiyle içimdeki karamsarlık artmıştı. Elenebilirlik ihtimalinin bu kadar su yüzüne çıkması, ya da bir başka deyişle öyle bir ihtimalin varlığının hissedilmesiydi adeta. Amacım maçı dakika dakika, pozisyon pozisyon irdelemek değil. Fakat bu 5 gollü galibiyet sonrası kimse skor yazısı beklemesin. Söylenmesi gerekenler, sırf ileride "bakın biz söylemiştik" demek için ya da buradan koskoca Galatasaray yönetimine uyarıda bulunmak için değil, bizi okuyan kitleye olan saygımızdan dolayı söylenmelidir.

Öncelikle Galatasaray kadrosunu ele almak gerekir. Fakat Rijkaard'ın sahaya sürdüğü takımı eleştirmek için değil, Rijkaard'ın eline verilen oyuncu topluluğuna göz atmak için. Futbol A.Ş. ve Sportif A.Ş. birleşimi sonrası defterden bir kalemde silinen 200 milyon liralık borç, Seyrantepe'ye yapılan muazzam stad, Kalamış Tesislerinin lodos sonrası tadilatı ve Yelken Şubesine hizmet vermesi, Galatasaray Adası'nın 2006'da kiraya verilip ismi değiştirildikten sonra hüviyetini tekrar kazanması... Adnan Polat yönetiminin son iki yıldaki idari başarıları bu saydıklarım. Dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? Mesela bahsettiğim gelişmelerin yaşandığı Spor Kulübünün bir tane bile saha içi zaferinin olmayışı gibi. Bu yetmezmiş gibi ilerlemek yerine gerilemesi, insanın aklına "Acaba Kongre'den yanlış aday mı seçildi?" sorusunu getirmiyor değil. Haldun Üstünel'in önce görevinden sonra da yönetim kurulu üyeliğinden azledilmesi, üstü asla kabuk bağlamayacak bir yara olacaktır Adnan'lar yönetiminin. Bugün yönetimin hala transfer beklentisiyle taraftarı oyalayabilmesinin nedeni, birinin çıkıp Adnan Polat'a, "Adnan Sezgin'in sahadaki Galatasaray için yaptığı 3 olumlu somut aksiyon sayabilir misiniz?" diye sormamasındandır.

Madem sahadaki Galatasaray dedik, o zaman ona da bir göz gezdirmek gerek. Yapılan transferlerle giden gelenlere bir bakalım. Keita gönderildi, yerini Serdar Özkan veya J.P. Pino'nun doldurması beklenmekte. Geçen sezon yüzüne bakılmayan Servet, yokluktan Neill'in yanına yerleşti. Davul zurnayla gönderilen Leo Franco'nun, Aykut'tan daha kötü bir kaleci olduğunu söyleyenle hararetli tartışırım, ki ikisi de Galatasaray'ın kalecisi değildir. Ufuk herkesin hayali, ama kimse kapalı kutu olduğunu kabul etmek istemiyor. Top ayağına yakışmayan savunmadan topu alıp ilerideki incecilere aktarması için Cana getirildi. Fakat bu takım 3 savunma yönü ağır basan oyuncuyla oynadıkça, M. Sarp, Ayhan ve Barış 3'lüsünden ikisini görmeye devam etmek zorunda kalabiliriz. O bölgede oynaması bu saydığım 3'üne oranla daha makul olan Elano, sıkışık trafikte araba şarjı satan işportacı misali ilk teklif verenin camından içeri atılacak gibi. Adnan'ların şu ana kadar tek olumlu hamlesi, taraftarın tepkisinden çekinerek uzattıkları Kewell kontratı. Forvette sakatlıkları artık can sıkmaya başlayan Baros'un arkasına, ligin ikinci yarısının Şubat ayında 25'ine basacak, genç yetenek(!) Mehmet Batdal'ın alınması sadece, yönetimin bir kumar alışkanlığı olduğunu gösterir.

Vasıfsız, yapıcı olmayan eleştirilerde bulunmamak için ortada adı geçen Ledesma veya Rosicky gibi yüksek profilli oyunculara bu takımın şiddetle ihtiyacı olduğunu vurgulamak isterim. Bugün sokağa çıkıp Galatasaray taraftarlarına, hangi 2 mevkiye transfer istediklerini sorarsanız yüzdeler size net bir 2 mevki vermeyecektir. Galatasaray'ın (her ne kadar yabancı hakkının kaleciye kullanılmasına kesinlikle karşı olsam da) kaleye, defansa, orta sahaya ve forvete ihtiyacı olduğunu değişik kombinasyonlarla söylecek bir taraftar topluluğunu tatmin etmek zorunda yönetim.

Haftalardır içimde biriktirdiğim kendimce yanlışlarımı ve doğrularımı sıraladıktan sonra maça ve Galatasaray'ın sistemine ve dizilişine de birşeyler söylemek isterim. toplamı 10 eden ve çoğunlukla 4'ü defansa kullanılan dizilişlerin kalan 6'sını değişik(!) şekillere sokup yeni bir şey söyleyemeyeceğimi biliyorum. Bu yüzden Rijkaard'ın tek forvetli sistemi benimsediğinde hemfikir olup, forvet hariç kalan 5 oyuncunun bireysel olarak incelenmesinden yanayım. Bu incelemeye takımın lideri, herşeyi olarak aslanların önüne zincirlenen Arda Turan'la başlayalım. Ya da direk olarak gevelemeden belirteyim. Arda'dan forvet arkasında, Adnan Polat'ın deyimiyle "10 Numara" oynamasını beklemek, onu bitirmektir. Zihinsel olarak kuvvetli olmadığından, kaptanlığı ve 10 numarayı aldığından beri topun ayağında kalma süresinin artışı, 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'daki enflasyon artışıyla kafa kafaya gider. Sol kanatta üzerine düşenden fazlasını yapmaya çalışmaması ve oyunu basit oynaması onun, alamet-i farikasını ortaya çıkarmasına yetecektir. Cana'nın yanına alınacak, iki ceza sahası arası gidip gelebilen, ayağına top yakışan, mücadeleci bir orta saha bu bölgedeki sıkıntıyı çözebilir. Elano'nun gönderilmesi durumunda ise yerine, hücumdaki topu yönlendirme görevini Arda'nın sırtından alabilecek bir oyuncu gerekli gözüküyor. Tabii bu dediklerim klavye başında tuşlara hevesle ardı ardına basarak düşünülmesi ve yazılması kolay olan fakat uygulamada, hele ki Adnan Sezgin gibi bir Truva Atı'nın önderliğinde çok zor hatta imkansız gibi gözüken adımlardır. Bir Galatasaray taraftarı olarak zerre haz etmesem de göbekten bağlı olduğumuz Adnan Sezgin ve ebedi dostu Adnan Polat'ın eğrisini doğrusuna denk getirmelerini beklemekten başka çaremiz yok gibi.

Cengiz Bahadır Özdemir l 5 Ağustos 2010 0 Yorum

Blog olarak Avrupa Atletizm Şampiyonası'na iyi hazırlanamadığımız bir gerçekti. Doğrusunu söylemek gerekirse, zor bir konuda yazmaya çalışmak her zaman risklidir. Belki de çok iddialı bir konu olduğu için bu riske girmek istemedik. Ancak ortada bariz bir Türk başarısı varken, buna sessiz kalmak çok doğru olmazdı.
Bu özeleştiriden sonra konumuza dönersek; daha önceden Elvan'ın 10000 metredeki altın madalyasını yazmıştık. Ardından Nevin Yanıt'ın muhteşem 100 metre engelli koşusunu Atilla arkadaşımız güzel bir dille anlatmıştı. Bu müsabakalardan sonra Türk sporcularımızın başarıları devam etti. Önce 5000 metre erkekler finalinde Mert Girmalegese ve Kemal Koyuncu ülkemiz adına yarıştılar. Çok parlak bir sonuç elde edemeseler de 5000 metre finaline iki sporcumuzu çıkarmış olmamız büyük başarıydı. Mert 9. olurken, Kemal ise 13. sırada kendine yer bulabildi. Kemal'in -10000 metre finalinde de yarıştığı için- yorgun olması normaldi. Ancak Mert'ten daha iyi bir performans bekleniyordu. Yine de bu sonuçların da bizi sevindirdiğini belirtmek gerek.
Ardından yüksek atlama finallerinde Burcu Ayhan'ı izleme fırsatı bulduk. Türk atletizm tarihine adını altın harflerle yazan Burcu, finalde 1.92'lik atlayışıyla kendine ait olan 1.90'lık rekorunu geliştirmiş oldu. Atlama branşlarında finallere kalan ilk Türk olan Burcu'nun henüz 20 yaşında olduğunu da unutmamak gerek. Kendi kategorisinde 9. sırada kalan Burcu, 2012 Olimpiyatları için bizlere ışık vermiş oldu.
Bu müsabakalardan sonra sırada kadınlar 5000 metre finali vardı. Tam üç sporcuyla finalde mücadele edecektik. Alemitu-Elvan-Meryem üçlüsünün başlangıçtaki yerlerini aldıklarında itiraf etmeliyim ki bambaşka bir duyguya kapıldım. Türk atletizm tarihinde, ilk kez bir dalda üç sporcuyla final yarışı yapıyorduk. Yarış başladığında Rus sporcuların daha önde olduğunu ve tempoyu onların ayarladıklarını gördük. Ancak yarışın ilerleyen bölümlerinde Elvan-Alemitu ile birlikte Portekizli Moreira-Augusto ikilisinin yarışın ön bölümünde mücadele ettiğine şahit oluyorduk. Son turda ise Alemitu temposunu çok iyi koruyarak yarışı 14:52:20'lik dereceyle bitirdi ve şampiyona rekoru kırdı. Elvan son 100 metrede yaptığı atakla ikinci sıraya yerleşti. Moreira da kişisel rekorunu geliştirerek yarışta üçüncü oldu. Meryem ise 15:14:92 ile kişisel rekorunu geliştirdi ve yarışı 7. sırada tamamladı. Böylece ilk ikide Türk sporcular yer aldılar. Böylesine bir tabloyu en son halterde ya da güreşte görmüştük herhalde.
Ancak şampiyonada final koşan sporcularımız sadece bunlarla sınırlı kalmayacaktı. 1500 metre finalinde Aslı Çakır ülkemizi temsil edecekti daha. Doping cezasından sonra kendini toparladığını gösterdi ve finalde 4:02:17 koşarak kişisel rekorunu kırmış oldu. Yarışı 5. sırada tamamlayan Aslı yüzümüzü güldüren sporculardan biri oldu. Bu arada finale kalamayan, kadınlar 4x400 yarışında 3:33:13'lük dereceyle Türkiye rekoru kıran sporcularımız da yine bizlere umut vermeye devam ettiler.

2010 Avrupa Atletizm Şampiyonası'nı 3 altın 1 gümüş madalya ile tamamladık. Ancak bu seneki şampiyona bizler için bambaşka bir öneme sahipti. 2002'de Süreyya Ayhan'ın altın madalyası ve 2006'da Elvan Abeylegesse'nin bronz madalyası dışında hiçbir başarımız yoktu. Şimdi ise madalyalarımız ve finalde yarışan sporcularımız var. Belki de artık Türkiye, atletizmde gelmesi gerektiği yere doğru yol almaya başlamıştır. Bunu da en iyi Daegu'da yapılacak olan 2011 Dünya Atletizm Şampiyonası ve 2012 Londra Olimpiyatları'nda görmüş olacağız. Şu an emekleme aşamasındayız. Ama yürümeye başlayıp başlamayacağımız bize kalmış durumda.

Kadir Ar l 1 Yorum

Chelsea, Benfica'nın ve Brezilya Milli Takım havuzunun önemli oyuncularından Ramires'in transferini 22 milyon avroya bitirdi. Sağlık kontrolleri ve çalışma izninin alınmasından sonra resmi imza atılacak. Bu transferi Ancelotti'nin kafasındaki yeni Chelsea'nin ilk ciddi adımı olarak algılamakta fayda var.
Geçen sezon Ancelotti takımın başına geçtiğinde, herkesin ilk aklına gelen soru Chelsea'nin sisteminin ne olacağıydı. Senelerdir uygulanan Mourinho'dan miras 4-3-3'ü, ondan sonra göreve gelen Grant, Scolari, Hiddink gibi hocalar da uygulamış, kısmen başarılı da olmuştu. Ancelotti ise Milan'da oynattığı, iç oyuncularından oluşan 4'lü orta saha (baklava) ve çift forvet ile ligde başarı sağlayamasa da iki Şampiyonlar Ligi zaferi elde etmişti. Göreve gelir gelmez de bu sistemi Chelsea'ye yerleştirdi. Sol kanadın adamı Malouda bile bu sisteme adapte olup, evrim geçirdi ve Chelsea de 103 gol attığı sezonu şampiyon bitirdi. Bu şampiyonlukla kredisi artan Ancelotti de, yaşlanan Chelsea orta sahasını değiştirme yolunda ilk adımını, sistemine uyan Ramires'i transfer ederek attı. Ramires savunma yönü daha ön planda, iki taraflı bir orta saha oyuncusu. Hem fiziksel yönden, hem de yetenek olarak Essien'in bir model küçüğü diyebiliriz. Henüz 23 yaşında ve gelişmeye açık. Ancelotti'nin elinde geçireceği evrimde, gol yollarında da etkili bir oyuncu olabilirse Essien'in bile önüne geçebilir.

Malouda 30, Anelka 31, Drogba 32, Lampard 32, Deco 33 yaşında. 34'üne gelen Ballack'ın sözleşmesi uzatılmadı. Sisteme uyum sağlayamayan Joe Cole'e yeni sözleşme için ısrarcı olunmadı ve yerine Liverpool'dan, takas edilir gibi, 30 yaşındaki Benayoun bedelsiz olarak alındı. Mevcut yapıda Ramires önemli bir transfer ama yeterli değil. Ancelotti 2007'de, yaş ortalaması yüksek Milan takımından maksimum verimi elde ederek Şampiyonlar Ligi'ni kazandı. Chelsea'de de bu sezon aynı verimi alacaktır. Ancak Malouda, Lampard, Drogba, Anelka gibi oyuncular belki de bu sezon son üst düzey performanslarını verebilecekler. Onları yedekleyen Sturridge, Kakuta, di Santo, Matic gibi oyuncular beklenen aşamaya gelebilmiş değil. Frank Arnesen'in yaratmaya çalıştığı "altyapıdan oyuncu yetiştiren kulüp" sisteminin en büyük yıldızı olarak lanse edilen ismi Stoch bile şans bulamadan Fenerbahçe'ye satıldı. Chelsea'nin altyapıya seçim yerine bir an önce yeni Lampard'ını, Drogba'sını transfer etmesi gerekiyor. Yoksa birkaç seneye Milan'ın Avrupa futbolundaki yerini devralabilirler.

Manchester United bu sezon, Hernandez ve Smalling transferlerinden başka transfer yapmayarak mevcut kadrosundaki gençlere daha fazla şans verecek. Arsenal zaten her sezon geçiş dönemi yaşıyor. Manchester City hala kadro uyumunu yakalayabilmiş değil. Liverpool ise olası satıştan sonra yeni City olma yolunda. Genç ve yenilenmiş kadroya geçiş dönemini en az hasarla atlatabilecek bir dönemde Maviler. Abramovich eskisi kadar para saçmıyor ama transfer acemiliğini de üzerinden attı. Başlarda harcadığı paranın 3'te biri bile Chelski için yeterli olabilir. Yoksa birkaç sezon içinde çok daha fazlasını harcamak zorunda kalacak...

Efe Yılmaz l 1 Yorum

Korkmayın Serdar Ortaç yeni albüm çıkarmadı, sadece Aziz Yıldırım aynı filmi vizyona soktu. 2005-06 sezonunun son haftasında şampiyonluğu Denizli'de bırakmıştı Fenerbahçe. 2. tamamladığı sezonda Şampiyonlar Ligi ön elemesinde de Dinamo Kiev'e elenmişti. Aradan geçen sezonlardan sonra benzer travmanın belki daha ağırı bu sene yaşandı. Önce Kadıköy'de giden şampiyonluk ve ardından gene Kadıköy'de giden tur. Yönetmen farklı, oyuncular farklı ama yapımcı Aziz Yıldırım aynı. Devam filmlerinin çoğu başarılı olmamakla eleştirilir ama Aziz Yıldırım gerilim dalında Oscar'ın güçlü adaylarından bence.

Evet Aykut Kocaman dün başarısız bir teknik direktörlük performansı sergilemiştir. Oyuna müdahaleleri, hatta belki transfer öncelikleri yanlıştır. Hatta Alex'in olduğu bir takımı hızlı oynatma sevdası toptan yanlıştır. Bunların hepsini kabul ederim ama bu kadar insafsızca Aykut Kocaman'ı eleştirmek için bence erken. Hele ki Aziz Yıldırım'ın bu kadar az eleştirildiği bir ortamda, bütün suçu Aykut Kocaman'a yüklemek gereksiz. Ben futbola sonuç odaklı bakan birisi değilim. Dün Young Boys'u izlerken içimden geçen "Keşke Galatasaray'da böyle futbol oynasa, şampiyonluk, kupalar falan önemli değil" düşüncesiydi. O yüzden kendimce anlayabiliyorum Kocaman'ın yapmak istediği devrimin zorluğunu. O eğer günü kurtarmak isteyen birisi olsa, geçen seneki oyun düzenini hiç bozmaz yıllardır alışılmış yavaşlatılmış 4 5 1'i oynatırdı. Alex'i oyundan çıkarmaz hatta en yakın silah arkadaşı olarak kendisine Alex'i seçerdi.

Gelelim olayın diğer boyutuna. Daha öncede değinmiştim bir yazıda, ben Bülent Korkmaz, Uğur Tütünekeri Prekazi gibi efsaneler yüzünden Galatasaraylı oldum, mahalledeki Fenerli arkadaşlarım yaptığımız maçlarda Oğuz, Aykut ya da Rıdvan oluyordu, Beşiktaşlılar ise ya MAF oluyordu ya Rıza. Biz bu ülkede çoğu efsane isimlerin, koltuklarına yapışmış başkanlar tarafından kullanıldıklarına şahit olduk. Ben de biliyorum Bülent Korkmaz'ın, Rıza Çalımbay'ın ya da Ertuğrul Sağlam'ın yaptığı hataları. Ama ben hepsinden önce şunu biliyorum ki, ülkemizde ne zaman bir yönetimin yapacak hamlesi kalmasa, son kurşun olarak taraftarın sevgilisi bu efsane isimlerden bir tanesini kullanıyor. Önce bu köhne zihniyet gitsin, bizim kahramanlarımıza dokunan onları kullanmaya cesaret eden futbol katilleri ellerini bu güzel oyunun üzerinden çeksin. Sonra biz oturup konuşalım Alex çıkarmıydı, Lincoln küstürülür müydü? Sonuçta bu bir oyun ve bence dünyanın en güzel oyunu. Bize bu oyunu sevdiren kahramanlarımıza sahip çıkmadığımız sürece, bazıları onları kullanma aymazlığından vazgeçmeyecek.

Kadir Ar l 0 Yorum
Atilla Nesipoğlu l 0 Yorum


Rıdvan Dilmen Ntvspor'da Zico'ya sormuştu, "Takım neden daha hızlı oynamıyor?" diye. Zico net bir şekilde cevapladı, "Hızlı oynarsak kaybederiz". F.Bahçe futbol takımının beyni Alex olduğu sürece bu takım yavaş oynamalı. Topu ayağa paslarla rakip sahaya yığabildiğimiz zaman Chelsea'yle bile başa baş oynayabildiğimizi gördü bu taraftar.

Daum'un yerleştirdiği 4-5-1 sistemini Zico'da ilk geldiğinde değiştirmeye çalıştı. Baktı ki olmuyor geri döndü eskiye ve başarı geldi. Eğer Edu ile Volkan'ın ortak hatasından yenen gol olmasa bugün F.Bahçe hala Zico'yla yoluna devam ediyordu. Olan oldu gidenler gelenler oldu hatta en başa Daum'a geri dönüldü. Bunlar başka tartışma konuları, bu gecenin konusu ise 180 dakikalık eleme turunda F.Bahçe'nin kaybediş hikayesi.


Büyük çoğunluk yönetimin forvet transferini bitirememesinden şikayetçi. Haklılık payı olabilir ama unutulmasın ki rakibiniz Young Boys ise Semih ve Gökhan'da yeterli golcüler. Sıkıntıyı sadece gelecek santrofara bağlamak büyük hata olur. İlk maçtan hiç ders almadan bu maça çıkan bir antrenörünüz varsa suçu yönetime atmak büyük hata olur. Sahada yaşananları 180 dakika boyunca yanlış yorumlayan teknik direktör kulübün efsane ismi olsun veya olmasın farketmez. Eleştirilerin hedefinde o vardır benim için.

İlk maçta skor Sarı-Lacıvertliler 2-1 önde ve 10 kişiyken oyundan çıkartmadığın Alex'i bugün 1-0 gerideyken oyundan almak büyük bir gaflettir. Bu takımın lideri Alex. Gemi batmaya doğru giderken kaptanı çıkartmak hazin sona bir adım daha yaklaşmaktan başka işe yaramaz. İlk maçta galipken dönmediği Christian, Selçuk, Emre orta sahasına bu maçta yenikken dönmeyi taraftara nasıl anlatırsın.


Hazır olmadığından dolayı kenarda tuttuğun Gökhan Gönül'ü ateşe düşünce oyuna alırsan, herkes sorar neden onunla başlamadın diye. Fizik olarak yetersiz gördüğün adamı oyuna alıyorsun. Bununla yetinmeyip Dia'yı kırmızı kart görmüş Stouch'un kanadına gönderiyorsun. Gökhan Gönül ikinci yarıda 90 metreyi tek başına kullandı. Nasıl sakat bu böyle dedirtti izleyenlere.

Hedefim çift forvetli sistem demiştin daha ilk geldiğin gün. Madem Alex'i oyundan çıkartıp neden Semih'i almadın. 74. dakikaya geldiğinde bile maçta yokları oynayan Christian yerine neden Semih tercihi yapmadın. Gökhan Ünal çıkacaktı eğer Dia sakatlandım demeseydi. Bu takımın Semih'le daha üretken olduğunu ve Christian'ın sakatlığında Selçuk'un ilk 11 başlaması ile nasıl direncinin arttığını göremedin mi sportif direktörken.


Ve her maç sonrası tribünlerin önüne neden oyuncularını atıyorsun. Köln maçı, mucize eseri berabere kaldığın ilk maç ve bu maç. Hep mi oyuncular suçlu. Tamam futbolcular suçlu diyelim ama sen bütün sezonu bu adamlarla geçireceksin. Geçen sezon şampiyonluğu son maçla kaybetmiş travma geçiren bu oyunculara biraz daha göğsünü siper etmen gerekmez mi? Takımın gerçeklerle yüzleşmesi gerekli diyorsun maç sonu. Peki bu takımın antrenörünün de buna ihtiyacı yok mu? Vefa da gösterelim sabır da Aykut Kocaman'a ama o da bizden beklediğini oyuncularına göstersin, hatalarını kabullensin...

Serhat Gürcan Gündüz l 0 Yorum


Peki ya Semih son pozisyonda topu Dos Santos'a verse, yada kendi attığı şut gol olsa neler yazılıp çizilirdi? Elenmek tabi ki dünyanın sonu değil, seneye tekrar denerler. Fakat ya bu sene kaybedilenler? Takıma yeni katılan yabancıların maliyetini çıkaracak, bu oyuncuları bedavaya getirmiş gibi olacaktı Fenerbahçe. 23 milyon Türk Lirasından oldular bu yenilgi ile. Yeni bir forvet alacak-tı Fenerbahçe. Peki şimdi bütçesi buna yeterli olacak mı? Çünkü Gyan için 15 milyon Euro'lardan söz ediliyor. Eminim Fenerbahçe bu transferi gelecek bu parayla karşılamayı düşünüyordu. Yani Fenerbahçe Gyan'dan da oldu. Gökhan Ünal'ı da kaybettiler. Bu saatten sonra ne kadar verimli olabilir ki? Sezon başlarken morallerini de kaybettiler, taraftarlarının umutlarını da. En önemlisi Aykut Kocaman'ın kredisinin büyük bir bölümünü harcadılar. Çoğu taraftar çoktan elinde iple bekliyordur Aykut'u. Artık pek fazla kredisi kalmadı.

Doğru yolda gidiyordu aslında Fenerbahçe. Yeni bir yapılanma, değişen ve modernleşmeye çalışan oyun sistemleri ile umut ışıkları saçıyorlardı. Yapılan transferlerin en yaşlısı 27 yaşındaki İlhan'dı. Yönetim doğru işler yapıyor, Aykut hoca basın toplantılarında her şeyi açıkça beyan ediyordu. Kısaca tren rayında, hedefe doğru ilerliyordu, ta ki bugüne kadar... Bundan sonra olacaklar ise biraz kara bulutlu, hatta yağışlı. Aykut çoktan sorgulanmaya başlandı. "Kaldıramayacak bu görevi", "Doğru seçim değildi, yabancı ve ünlü bir isim getirilmeliydi!" lafları çoktan başkanın kulaklarına gitmeye başladı. Yazarlarda aynı şekilde yazılar yazacak yarın köşelerinde. Evet, elendi Fenerbahçe. Peki ya yapılan doğrular ne olacak? Ne yani, Stoch ve Dia hemen gitmeli mi? Yoksa Aykut Kocaman hemen istifa mı etmeli? Bir soluklanın hele... Çok şey kaybetti Fenerbahçe evet. Paradan, oyuncusundan, umudundan oldu. Prestij kaybetti, taraftarının sayısı rakip takımın ülkesinin nüfusundan fazla olan bir takıma kaybettiği için. Hatta sadece Güiza için harcanan paraya kurulan bir takıma kaybettiği için.

Nerede eksik var peki? Savunmada, orta sahada, forvette.. Kısaca her yerinde kadronun eksikler var. Oyuncuların hırsı yok. Stoch, Dia, Volkan ve Gökhan Gönül'den başka çabalayan oyuncu yok. Kısaca söylemek gerekirse henüz bir kimyası yok Fenerbahçe'nin.. Tam olarak takım olamadılar. Mehmet Topuz, Lugano, Özer gibi oyuncuları sakat. Onların geri dönmesiyle birlikte artan rekabet saha içine de yansıyacaktır. Birazda cesaret şart tabi ki, "Gol yersek bizi kurşuna dizerler,en iyisi ben geride kalayım" diyen oyuncular için. Hadi bunları yazdık, Aykut Kocaman'da görüyor bunları. "Yarın hemen yapalım bunları" şeklinde olmayacağı da aşikar. Peki futbol severler ve Fenerbahçe'liler için ne lazım? Biraz sabır, biraz hoş görü, biraz sükunet. Ondan sonrası kolay olacaktır...

Cengiz Bahadır Özdemir l 4 Ağustos 2010 0 Yorum

Geçtiğimiz hafta sonu yapılan Finlandiya Rallisi'ni, Ford'un Fin pilotu Jari Matti Latvala kazandı. Citroen'in genç yeteneği Ogier ikinci sırayı alırken, şampiyona lideri Löeb ise üçüncü oldu. Ford'un diğer Fin pilotu Hirvonen ise geçirdiği kaza sonucu yarışı tamamlayamadı.
İlk gün, Hirvonen'in kazası güne damgasını vurdu. İlk iki etabı lider olarak geçen Hirvonen, üçüncü etaptaki kazası sonucu yarıştan çekilmek durumunda kaldı. Viraja hızlı giren ve yükseltiyle birlikte aracın dengesini kaybeden Hirvonen, taklalar atarak yol kenarına savruldu. Hirvonen ve yardımcı pilot Lehtinen kazadan yara almadan kurtulmayı başardılar. Bu kazadan sonra ilk günü Petter Solberg lider olarak tamamladı. Latvala ikinci, Sordo ise üçüncü olarak günü bitirdiler.
İkinci günde fırtınadan dolayı aksilik olabileceği söylense de öyle olmadı ve yarışa devam edildi. Latvala, bu günün en hızlısı olarak dikkat çekti ve liderliğe tırmandı. Solberg 9 saniye arkasından ikinci olurken, Ogier üçüncülük koltuğuna yükseliyordu. Sordo ise çok yavaş bir şekilde geçirdiği ikinci günde anca beşinci sırada yer bulabiliyordu. Üçüncü günde de hızını kesmeyen Latvala yarışı 2:31:29.6 ile bitirerek kendi evinde galibiyete ulaşıyordu. 10 saniye arkasından ise Citroen'in yeni yeteneği Ogier geliyordu. Löeb üçüncü olurken, Solberg iyi başladığı yarışı dördüncü sırada tamamlıyordu. Citroen'deki yeri soru işaretine dönüşen Sordo ise beşinci sırada kendine yer bulabildi. Efsane Finli Juha Kankkunen yarışı sekizinci sırada bitirip 4 puan alarak eski günleri yad etmiş oldu. Kimi Raikonen aldığı cezalar sonucunda 25. sırada kendine yer edinebildi.
Bu sonuçlardan sonra Löeb'ün birinciliği daha da sağlamlaştı. Latvala'nın galibiyeti ile Latvala-Ogier çekişmesi ortaya çıktı. Bu da Ford-Citroen rekabetinin canlılığı açısından önemli. Solberg'in dördüncülüğü ve Hirvonen'in kazası da şampiyonadaki rekabeti kızıştıracak cinsten oldu. Sonuç olarak Ford, henüz ölmediğini ve şampiyonaya havlu atmak istemediğini gösterdi. Ancak biraz daha şansa ihtiyaçları olacak.

Serhat Gürcan Gündüz l 0 Yorum




Evet seneye onu Celtics forması ile izleyeceğiz. Son çıkan haberler imzaya çok az kaldığı yönünde. LeBron ile şampiyonluk yaşamaya gittiği Cavaliers'ta konferans finali bile göremedi. Belki Suns'ta kalsa, Lakers pota altı oyuncularının karşısında durup Suns - Celtics finali izlememizi sağlayabilirdi. Şimdi ligin yaşlı takımlarından Celtics'e gidiyor. Faydalı olur mu? İlerleyen yaşına rağmen onun parkede olması çok şey değiştirecektir tabi ki, ama domine edemeyeceği kesin pota altını. Ne olursa olsun onun ligde kalması çok önemli bir olay. Emekli olması beklenen bir oyuncuyu bir sene daha izleyebileceğiz. Hemde iddialı bir şekilde. Önemli bir organizasyonun parçası olarak. Peki ya takım bulamayan diğer iki eski süper star? Yani Mcgrady ve Iverson?



Çok önemli bir sakatlıktan geri döndü T-Mac. Evet artık eskisi gibi değil. Hatta smaç vururken acı çektiğini kendisi beyan ediyordu. Knicks günleri sona erdiğinde "düzeldim" demesine rağmen kendisine kulüp bulamadı. Öncelikle Clippers kendisini denedi. Evet evet yanlış okumadınız. T-Mac denendi. Daha sonra çıkan bir haber onun Bulls tarafından deneneceği yönündeydi. Halen boşta bir oyuncu olarak kendisine kulüp arıyor. Sırtı ve dizi ne durumda bilemiyoruz tabi ki. Olur da kendisine bir takım bulursa, bunu da öğreneceğiz.


Allen Iverson... Yukarıda ki resim unutulmazlar arasındadır çoğu basketbol sever için. Final serisinde bunu pek çok kez yapmıştı Lakers karşısında. Çalkantılı, hatta fırtınalı bir hayat yaşadı. Zaten çoğunuz hayat hikayesini biliyorsunuz. Her neyse, "the answer" geçen sezon Memphis forması giyerken emekliliğini açıklamıştı. Sonra 76ers'a geri döndü, istediği süreleri alamadı. Alkol ve kumar bağımlılığı öyle bir hal aldı ki, artık hayatta en sevdiği şeyi, basketbol oynamayı unutur hale gelmişti. Derken kendini toparladı ama bu seferde kızı büyük bir rahatsızlık geçirdi. O sıralarda eşinden boşandı. Hayatı tamamen tepe taklak oldu. Şimdi kendisine kulüp arıyor. Konuşulanlar ise Lakers yada Heat ile anlaşıp kariyerine yüzük ile veda etmek istediği. Hatta LeBron'un büyük baskısı olduğu söyleniyor...

Peki T-Mac, Iverson ve Shaq'i neden aynı takımda toplamayı hiçbir takım sahibi düşünemedi? Mesela Nets takımı bunun için en uygun takımlardan birisiydi. Celtics ve Miami'nin "big three" sahibi takımlarının karşısına yaşlı bir üçlü ile çıkamazlar mıydı? Evet rotasyonda süreleri kısa olmak zorunda, evet yaşlandılar ve eskisi kadar yükseğe sıçramakta güçlük çekiyorlar. Peki ya tecrübeleri? Genç oyunculara öğretebilecekleri? Neyse artık buda bir hayal oldu. Umarım T-Mac ve Answer kendilerine yeni takım bulabilirler. Çünkü onların emekli olmalarına çoğu basketbol sever hazır değil.

Kemal Mardin l 0 Yorum

FIBA'nın bugün yaptığı açıklamaya göre 2014 Kadınlar Dünya Şampiyonası'na resmen aday olduk. 31 Temmuz 2010'a kadar tanınan süre içinde başvuru yapan ülkelerden bizim dışımızda Avustralya ve Brezilya'nın da adaylıkları kabul edilmiş.

Bu üç ülke, önümüzdeki yılın bahar aylarında yapılacak olan ve FIBA'nın kararını açıklayacağı FIBA Yönetim Kurulu toplantısına kadar birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışacak.

Peki şansımız ne? Bana göre epey yüksek. 2010 FIBA Dünya Şampiyonası'nın düzenlenmesinde kazanılan tecrübe ve iki yenilenmiş, üç de yepyeni salon en büyük avantajlarımız olacak. Ancak rakiplerimiz de epey dişli. FIBA Başkanı Bob Elphinston'ın Avustralyalı olması, EURO 2016 adaylığında karşımıza çıkan Platini etkisinin bir benzerini yaşamamıza sebep olabilir. Brezilya'nın ise bu şampiyonayı daha önce dört kere düzenlemiş olması bir yandan avantaj, bir yandan ise dezavantaj. Hele ki son ev sahipliklerinin 2006'da olduğunu düşünürsek, yeter kardeşim Brezilya denebilir.

Sonuç ne olursa olsun, TBF'nin böyle adaylıkları sürdürmesi önemli. Düzenlenebilecek en büyük şampiyonanın arifesinde, bir diğerine aday olacak enerjiyi kendinde görmek ve misyonun tamamlanmadığı izlenimini vermek olumlu hareketler.

Umarım bu şampiyonayı da kazanırız ve dünyanın en önemli kadın basketbolcularının bir bir ülkemizde oynamaya başladığı bu dönemde, EuroBasket 2001'in erkekler basketbolunda yarattığı etkinin bir benzeriyle, kadınlar basketboluna ilgiyi de en üst seviyeye çekme şansını yakalarız.

Kadir Ar l 0 Yorum

Transferin bedeli 9 milyon avro. Zapater de 2 milyon avro karşılığında Sporting Lisbon'a satıldı. Yani Genoa Veloso için 7 milyon+Zapater'i verdi diyebiliriz. Böylece Genoa geçen sezon Zapater ve Kharja ile dolduramadığı Motta'nın yerini 1 yıl gecikmeyle de olsa, onun gibi pasör, oyun kurabilen ve duran toplarda etkili bir oyuncuyla doldurdu. Aynı Motta da olduğu gibi Palacio, Floccari, Crespo'yla yerini dolduramadıkları Milito'nun yerine de 1 ay önce Luca Toni'yi transfer etmişlerdi. Milan'a kiraladıkları Amelia'nın yerine Dünya Kupası'nda Portekiz kalesinde sadece 1 gol yiyen Eduardo'yu transfer ettiler. En son talip oldukları isim ise Schalke'den Rafinha. Başkan Preziosi, ki kendisi Avrupa'nın en büyük oyuncak üreticisi, Schalke'yle görüştüklerini doğruladı. Medyada telaffuz edilen rakam 12 milyon avro. Olası bir Rafinha transferi, yukarıda saydığım yeni transferler, İtalya Milli Takımı rotasyonuna giren Criscito ve Bocchetti gibi oyuncularıyla bu yıl Şampiyonlar Ligi'ni kovalayacaklar. Yapabilirler mi? Eğer önceki sezonlarda olduğu gibi Aralık sonrası keskin bir düşüş yaşamazlarsa evet. Ancak kesin olan bir şey var ki bu sezon, aynı 2 sezon önceki gibi, ligin izlemesi en keyifli ve gollü maçları Luigi Ferraris'de olacak...