Caroline Wozniacki (1) - Gisela Dulko
Tamira Paszek - Vania King
Lucie Hradecka - Alberta Brianti
Angelique Kerber - Dominika Cibulkova (29)
Yanina Wickmayer (21) - Jarmila Groth
Polona Hercog - Anastasija Sevastova
(Elemelerden gelecek oyuncu) - Laura Pous-Tio
Tathiana Garbin - Marion Bartoli (15)
Wozniacki için 2011 çok kötü başladı. Üç turnuvada da rakiplerine boyun eğdi. Burada asıl performansını göstereceğini söylüyordu. Dulko ilk tur için zor bir rakip. Ama daha da zoru üçüncü turda Cibulkova olacak. Daha birkaç gün önce Cibulkova'ya yenildi. Bakalım bu sefer ne yapacak? Wickmayer de ilk turda zor bir maç oynayacak. Geçerse dördüncü tura kadar çıkar.
Justine Henin (11) - (Elemelerden gelecek oyuncu)
(Elemelerden gelecek oyuncu) - Elena Baltacha
Bethanie Mattek-Sands - (Elemelerden gelecek oyuncu)
Alison Riske - Svetlana Kuznetsova (23)
Tsvetana Pironkova (32) - Pauline Parmentier
Timea Bacsinszky - Monica Niculescu
Rebecca Marino - Junri Namigata
Arantxa Parra Santonja - Francesca Schiavone (6)
Henin'in geri dönüşü muhteşem olacak gibi. Üçüncü turda Kuznetsova'yla zor bir maç oynar ama sonrasında çeyrek finale kadar gider. Schiavone'nin bu defa finalleri görebileceğini sanmıyorum. Henin çeyrek finale çıkar.
Venus Williams (4) - Sara Errani
Sandra Zahlavova - Renata Voracova
(Elemelerden gelecek oyuncu) - (Elemelerden gelecek oyuncu)
Jill Craybas - Andrea Petkovic (30)
Kaia Kanepi (20) - Magdalena Rybarikova
Julia Goerges - Edina Gallovits-Hall
Elena Vesnina - Virginie Razzano
Tamarine Tanasugarn - Maria Sharapova (14)
Williams'ın yolu açık gibi. Ama ağır bir sakatlıktan çıktı. Sürprizlere de hazırlıklı olmak gerek. İlk maçından sonra rahatça konuşabiliriz. Ama bir gerçek var ki, dördüncü turda Sharapova ile oynaması muhtemel. Müthiş bir maç bizleri bekler o zaman. Kanepi'nin de kolay kolay yenileceğini zannetmiyorum. Sharapova'nın dikkat etmesi gerek.
Na Li (9) - Sofia Arvidsson
Evgeniya Rodina - Olivia Rogowska
Zuzana Ondraskova - Jelena Dokic
Barbora Zahlavova Strycova - Aravane Rezai (17)
Daniela Hantuchova (28) - Regina Kulikova
Karolina Sprem - Chanelle Scheepers
Patricia Mayr Achleitner - Andrea Hlavackova
(Elemelerden gelecek oyuncu) - Victoria Azarenka (8)
Clijsters'i geçtiğimiz günlerde yenen Li, buranın favorisi. Ama bir Dokic ve Rezai gerçeği de var. Açıkçası burada kan çıkabilir. Öbür tarafta Azarenka'nın önü açık gibi. Saçmalamazsa dördüncü tura rahat çıkar.
Jelena Jankovic (7) - Alla Kudryavtseva
Kateryna Bondarenko - Shuai Peng
Caroline Garcia - Varvara Lepchenko
Ayumi Morita - Alexandra Dulgheru (27)
Alisa Kleybanova (24) - (Elemelerden gelecek oyuncu)
(Elemelerden gelecek oyuncu) - Simona Halep
Sophie Ferguson - (Elemelerden gelecek oyuncu)
Kimiko Date-Krumm - Agnieszka Radwanska (12)
Seri başlarının zorlanacağı bir bölüm olmuş. Jankovic'in düşüşü burada da devam edebilir. Çinli Peng'in sürpriz yapacağını tüm otoriteler söylüyor. Öbür tarafta Radwanska da sakatlıktan çıktı. Kurası çok güzel ama form durumu geleceğini belirleyecek.
Nadia Petrova(13) - Ksenia Pervak
Alicia Molik - Roberta Vinci
Patty Schnyder - (Elemelerden gelecek oyuncu)
Ekaterina Makarova - Ana Ivanovic (19)
Maria Jose Martinez Sanchez (26) - Greta Arn
(Elemelerden gelecek oyuncu) - Alize Cornet
Christina McHale - Carla Suarez Navarro
Dinara Safina - Kim Clijsters (3)
Petrova-Ivanovic-Clijsters ve bunlara eklenen Safina. İzleyiciler için, bundan iyisi Şam'da kayısı. Safina'nın ilk turda elenecek olması üzücü. Ama ilk turdan böylesine güzel bir karşılaşma izleyecek olmamız sevindirici. Ivanovic sakatlıktan çıktı. Formunu bulursa Petrova ile dördüncü tur için çekişir.
Samantha Stosur (5) - Lauren Davis
Maria Elena Camerin - Vera Dushevina
Olga Govortsova - Anna Chakvetadze
Sally Peers - Petra Kvitova (25)
Flavia Pennetta (22) - Anastasia Rodionova
Lourdes Dominguez Lino - Johanna Larsson
Sorana Cirstea - Jana Lucic
Mathilde Johansson - Shaar Peer (10)
Ev sahibi Stosur bir aksilik olmazsa çeyrek finale kadar gider. Kvitova kendisini zorlayacaktır ama ne kadar başarılı olur, bilemem. Öbür tarafta Peer var. Isınamadığım bir sporcudur. Buralarda bir sürpriz olmasını bekliyorum (daha doğrusu istiyorum).
Anastasia Pavlyuchenkova (16) - Kirsten Flipkens
Akgul Amanmuradova - Kristina Barrois
Anabel Medina Garrigues - Iveta Benesova
Romina Oprandi - Maria Kirilenko (18)
Lucie Safarova (31) - Shuai Zhang
Klara Zakopalova - Melanie Oudin
Bojana Jovanovski - Kai-Chen Chang
Sybille Bammer - Vera Zvonareva (2)
Zvonareva çeyrek finali görür mü? Buradaki soru bu. İlk turdaki rakibi için güzel şeyler söylüyorlar ama ben Zvonareva'nın turu geçeceğine inanıyorum. Safarova-Oudin galibini de geçer. Öbür tarafta Pavlyuchenkova var. Onun da ne yapacağı bilinmiyor. Sakatlıktan çıkmış. Zvonareva epey hırpalanacak çeyrek finale kadar ama bence şansı yüksek.
Rafael Nadal (1) - Marcos Daniel
(Elemeden gelecek oyuncu) - Daniel Gimeno-Traver
Bernard Tomic - Jeremy Chardy
Alejandro Falla - Feliciano Lopez (31)
John Isner (20) - Florent Serra
Radek Stepanekv - (Elemeden gelecek oyuncu)
Rui Machado - Santiago Giraldo
(Elemeden gelecek oyuncu) - Marin Cilic (15)
Bu bölümde Nadal'ın yolu açık gibi gözüküyor. Çeyrek finale kadar rahat çıkacaktır. Seribaşlardan Cilic üçüncü tura kadar çıkar ancak oradan sonrası karanlık. Lopez'in de üçüncü tura kadar çıkabileceğini düşünüyorum.
Mikhail Youzhny (10) - Marsel Ilhan
(Elemeden gelecek oyuncu) - Kevin Anderson
(Elemeden gelecek oyuncu) - Bjorn Phau
Juan Ignacio Chela - Michael Llodra (22)
David Nalbandian (27) - Lleyton Hewitt
Richard Berankis - Marinko Matosevic
Michael Russell - Matthew Ebden
Jarkko Nieminen - David Ferrer (7)
Marsel'in olduğu bölümde epey çekişmeli maçlar bizleri bekliyor. Marsel'in şansı az. Rus raket çeyrek finale kadar çıkar. Karşı taraftan da Ferrer favori olarak gözüküyor. Ancak bu tarafın en ilginç mücadelesi Nalbandian-Hewitt arasında geçecek. Nalbandian'ın durumunu ilk maç sonrasında daha rahat görebiliriz. Bir de Llodra çeyrek finali zorlayabilir. Kolay lokma olmayacaktır.
Robin Soderling (4) - Potito Starace
(Elemeden gelecek oyuncu) - (Elemeden gelecek oyuncu)
Denis Istomin - (Elemeden gelecek oyuncu)
Ricardo Mello - Thomaz Bellucci (30)
Ernests Gulbis (24) - Benjamin Becker
Alexandr Dolgopolov - Mikhail Kukushkin
Andreas Seppi - Arnaud Clement
Philipp Petzschner - Jo-Wilfried Tsonga (13)
Kolay bir bölüm. Soderling'in çeyrek finale kalacağını düşünüyorum. Gulbis-Tsonga ikilisi en büyük engel olarak gözüküyor ama Tsonga'nın ne yapacağı belli olmaz. Aynı şekilde Gulbis de dengesiz bir sporcu. İlk turda da elenebilir, gaza gelip çeyrek finale kadar da çıkabilir. Kısacası, Tsonga form tutturursa Soderling zorlanır. Tutturamazsa -ki kendisini zorlayacak sporcular var- Soderling çeyrekte diyebiliriz.
Jurgen Melzer (11) - (Elemeden gelecek oyuncu)
Carsten Ball - Pere Riba
Dudi Sela - Juan Martin Del Potro
(Elemeden gelecek oyuncu) - Marcos Baghdatis (21)
Guillermo Garcia-Lopez (32) - Michael Berrer
Eduardo Schwank - Leonardo Mayer
Illya Marchenko - Ruben Ramirez Hidalgo
Karol Beck - Andy Murray (5)
Karışık bir bölüm. Murray her ne kadar ön planda olsa da karşı tarafta sağlam oyuncular var. Melzer-Del Potro-Baghatis üçlüsünden biriyle çeyrek final öncesi karşılaşacak. Burada takılma ihtimali var. Şimdiden dördüncü tur maçına başka bir plan yapmamak gerek.
Tomas Berdych (6) - (Elemeden gelecek oyuncu)
Philipp Kohlschreiber - Tobias Kamke
Ryan Harrison - Adrian Mannarino
(Elemeden gelecek oyuncu) - Richard Gasquet (28)
Nikolay Davydenko (23) - Florian Mayer
Fabio Fognini - Kei Nishikori
Mischa Zverev - Janko Tipsarevic
Rainer Schuettler - Fernando Verdasco (9)
Sürprizlere açık bir grup. Genç tenisçiler var. Kohlschreiber-Harrison-Nishikori için övgü dolu sözler söyleniyor pek çok internet sitesinde. Berdych buranın favorisi gibi gözükse de performansında ciddi bir düşüş var. Öte yandan Verdasco da favori durumda ama ikinci turda gelecek Tipsarevic ve sonrasında Davydenko işleri zorlaştırabilir. Erken bir veda bekleyebiliriz.
Nicolas Almagro (14) - (Elemeden gelecek oyuncu)
Igor Andreev - Filippo Volandri
(Elemeden gelecek oyuncu) - Benoit Paire
Peter Luczak - Ivan Ljubicic (17)
Viktor Troicki (29) - Dmitry Tursunov
Brian Dabul - (Elemeden gelecek oyuncu)
Ivo Karlovic - Ivan Dodig
Marcel Granollers - Novak Djokovic (3)
Djokovic çeyrek finalde diyebiliriz. Vatandaşı Karlovic ikinci turda zorlar biraz. Öbür tarafta garip bir sempati duyduğum Almagro var. Bir aksilik olmazsa o da dördüncü tura kadar çıkar. Sonrasında da Djokovic ile gerilimi yüksek bir maç oynar ve kaybeder. Burada Luczak'a dikkat çekmek lazım. Yukarıda daha önce söylediğim güzel sözler bu oyuncu için de söyleniyor. Sürpriz mi? Belki.
Andy Roddick (8) - Jan Hajek
Michal Przysiezny - Igor Kunitsyn
Carlos Berlocq - Robin Haase
Julien Benneteau - Juan Monaco (26)
Stanislas Wawrinka (19) - Teymuraz Gabashvili
(Elemeden gelecek oyuncu) - Andrey Golubev
Frederico Gil - Pablo Cuevas
Thiemo de Bakker - Gael Monfils (12)
Andy Roddick dördüncü tura kadar rahat. Orada kendisini zorlayacak iki oyuncu var. Biri Monfils, diğeri Wawrinka. Ama öncesindeki Wawrinka-Monfils maçı da zorluğu yüksek bir maç olacak. Tabi bunu söylerken, Monfils'in ilk turdan elenmeyeceğini düşünüyorum. de Bakker her zaman için sakatlık çıkarabilecek bir oyuncu.
Mardy Fish (16) - Victor Hanescu
Tommy Robredo - Somdev Devvarman
Sergiy Stakhovsky - Daniel Brands
Lukasz Kubot - Sam Querrey (18)
Albert Montanes (25) - Dustin Brown
Pablo Andujar - Xavier Malisse
Yen-Hsun Lu - Gilles Simon
Lukas Lacko - Roger Federer (2)
Federer çeyrek finalde. Onun dışında bir sürpriz olur mu, ona bakmak lazım. Malisse belki üçüncü turu görür, Robredo, Fish'i zorlayabilir. Bunun dışında da Federer-Fish/Querrey sonrasında çeyrek finalist belli olur.
Fenerbahçe dün gece Yeni Malatya'ya yenilerek veda etti Türkiye Kupası'na. Bir sürü yazı okudum ve bir o kadar da tweet. Suçlu arayan taraftarın bir numaralı hedefi başkan Aziz Yıldırım, hemen ardından Caner. Benim listemde ise bir numara Aykut Kocaman, peşinden gelen bir isim bile olmadan. Aziz Yıldırım başarılı mıdır değil midir otururuz tartışırız. Ama Aykut için söyleyecek sözü olana şaşıyorum. Beşiktaş'ın son transferleri ile denge değişse de sarı-lacivertliler ligin en iyi kadrosunu sezon başında sahipti. Ama bu takımdan verim alabilecek teknik direktörü bulamadı. Her şeyi yeşil sahadan bu kadar uzaklaştırmamak lazım. Biraz da sahanın içine odaklanmak gerekli Zico'yu kovup Daum'u getirdi demeden önce.
Volkan Demirel,Serkan Kırıntılı, Mert Günok;Gökhan Gönül, Diego Lugano, Joseph Yobo, Fabio Bilica, Bekir İrtegün, Andre Dos Santos, Caner Erkin, İlhan Eker, Okan Alkan, Cristian Baroni, Selçuk Şahin, Gökay Iravul, Uğur Boral, Emre Belözoğlu, Özer Hurmacı, Mehmet Topuz, Miroslav Stoch, Issiar Dia, Alex, Semih Şentürk, Mamadou Niang, Daniel Güiza
Yukarıdaki kadro bu sezon Avrupa'dan peş peşe Young Boys ve PAOK'a yenilerek elenmiş. Ardından ligin ilk yarısını 17 maçta 40 gol atıp, 21 gol yiyerek ( ilk iki sıradaki takımın toplamından bir eksik) 33 puanla liderin dokuz puan gerisinde tamamlamış. Bu sırada Ziraat Türkiye Kupası'nda çıktığı üç maçtan da mağlup ayrılırken neredeyse attığının iki katı golü Ankaragücü, Buca ve Yeni Malatya'dan yemiş. İsterse babamın oğlu olsun isterse efsane futbolcu, bu performansı gösteren teknik direktör kesinlikle kovulmayı hak ediyor.
Anlaşmayı yapan taraflar durumdan memnun. North One Sport CEO'su Simon Long "Bu çok önemli bir anlaşma. Bu anlaşma sayesinde daha iyi programlar izletip, daha fazla seyircinin ilgisini çekmeyi hedefliyoruz" şeklinde açıklamada bulundu. ESPN başkan yardımcısı ve Avrupa-Orta Doğu-Afrika Bölgesi sorumlusu Jeroen Oerlemans ise "WRC sürekli büyüyen ve gelişen bir spor. ESPN İngiltere ve Avrupa Bölgesi'nin motorsporları yayınlarını genişletme fikri için ideal bir anlaşma oldu" dedi. ESPN'in motorsporları yayını listesinde GT1, Superleague Formula ve German Touring Car gibi yarışlar mevcut.
Şu anda ESPN yayını yapan sadece D-Smart mevcut. Ancak ESPN'in sitesine girildiğinde, Türkiye yayını içinde WRC gözükmüyor. Muhtemelen yine internette yayın kovalamak zorunda kalacağız. TRT'nin WRC yayınlarını alacağı yönünde dedikodular vardı. Sanırım o plan rafa kalkmış. Bir ses seda yok.
Dün sabah Takvim gazetesinde "Fenerbahçe-Alex= Bucaspor" şeklinde bir haber okumuş, Twitter'da "Ne yani C.Ronaldo-Real Madrid= Mallorca'mı?" yazmıştım. Vatan gazetesi haklıymış, Alex olmadığında Fenerbahçe'nin sıradan bir takımdan hiçbir farkı yokmuş.
Maçın tamamını izleme şansım olmadı. Zaten maçı izleyip ne yazabilirim ki? Fenerbahçe gibi onlarca milyon euro harcanarak kurulmuş bir takımın, Bank Asya takımlarından birine kaybetmesini nasıl izah edebilirim ki? Ne maç sonrası yazılarını okudum, ne Aykut Kocaman'ın basın toplantısını dinledim. Aklı başında, mantıklı bir insan nasıl bahane bulabilir ki bu yenilgiye? Türkiye kupasında oynadığı 3 maçı kaybetmesini nasıl anlatabilirsin ki sevenlerine? Tek bir cümlenin arkasına sığınabilirsin; futbol bu!
Futbol isimli oyunun içerisinde kazanmakta var kaybetmekte. Fenerbahçe taraftarı iki yüzünü de çok yakından tanıyor bu oyunun. Başarıları kadar başarısızlıkları da var. En iyi hatırlanacak iki örnek son haftalarda kaybedilen şampiyonluklar değil mi? Hangisinde yüz çevirdi taraftar kulübüne, başkanına? Hangi başarısızlık sonucu Fenerium'un gelirlerinde düşüş yaşandı? Kombineler yine her sezon gibi satıldı. Trabzon maçında şampiyonluk kaçtı evet, ama ertesi günü oğluna forma almaya giden baba yinede vazgeçmedi sevdasından.
Fenerbahçe taraftarının kızdığı konu kaçan şampiyonluklar değil, Türkiye kupasını yıllardır kazanamamak da değil. Hele Yeni Malatya yenilgisi hiç değil! Fenerbahçe taraftarı başkanının sözlerine kızgın, hemde hiç olmadığı kadar...
Neden mi? Bundan bir süre önce Aziz Yıldırım Ntvspor'da Rıdvan Dilmen ve Fuat Akdağ'ın konuğuydu hatırlarsanız. Çok güzel şeyler söyledi, sporda yapılması gerekenleri tek tek anlattı ve çoğunda haklıydı. Takım hakkında söylediklerinin bir kısmına bugün bile katılsam da, geri kalan konuşmalarında haksız olduğunu dün kendisi de görmüştür. Ne dedi başkan? "Bu takım Türkiye liginin çok üzerinde bir kadroya sahip. Bence transfere gerek yok, inanıyorum ki takım kendini lige verirse şampiyon oluruz. Ama Aykut Hoca isterse transfer yaparız tabi ki" Bu kısımda yaptığı tespit ne kadar doğru değil mi? Takımın kadrosunun iyi olduğu, ama oyuncuların konsantre olamadığının kendisi de farkında. "Bence gerek yok(!) ama" dedikten sonra Aykut hoca nasıl verdi acaba transfer edilmesini istediği oyuncuların listesini.
Başkanın anlamadığı, yada anlamak istemediğimi diyelim konu şu; bu takımın acil olarak transfere ihtiyacı var! Diyelim ki, bu kadar kişi yanlış değerlendiriyoruz takımı. Başkan haklı transfer gerekmediği konusunda. Peki Başkanım, şu geçen süre zarfında neden bu takımı konsantre etmeyi başaramadınız? Neden oyuncular kendilerini maça veremiyor? - Bu kısım çok önemli- Neden oyuncular geldikleri takımdaki performanslarının yarısına ulaşamıyor?
Şimdi Stoch geçen sene Twente şampiyon olurken yada Avrupa Ligi maçlarında takımı Fenerbahçe'ye zor anlar yaşatırken takımının en etkili oyuncusu değil miydi? Sezon başında Fenerbahçe'nin en formda oyuncusuyken ne oldu da birden bu kadar düştü performansı? Fransa gol kralı olmuş, lige fırtına gibi giren Niang neden bıraktı kendini sayın başkan? "Bırak istersen, oynama" desen, itiraz etmeyecek bile. Kafası maçta olsa tek başına Malatya'ya gol atabilecek bir adam değil mi bu Niang? Sadece onlar değil ki? Alex, Yobo, Lugano, Gökhan, Volkan, Mehmet(kısmen), Emre hariç kaç oyuncu gerçekten kazanmak için sahaya çıkıyor? Dos Santos Brezilya Milli Takımı formasını giydiğinde oynadığı futbolu, neden Fenerbahçe forması giydiğinde oynamıyor? Geldiği süre içerisinde neden bu oyuncunun performansını arttırmaya yönelik bir çalışma yapılmadı? Keza Dia'da öyle. İlk 25 dakikadan sonra Dia'yı ara ki bulasın. Bu adamın kondisyon sorunu neden çözülemedi Sayın Başkanım?
Bunlar zaten sizinde belirttiğiniz gibi futbolcunun "mental" sorunlarından kaynaklanıyor. Demek ki futbolcuların kafasını bozan, sadece kulüp çalışanlarının bildiği bir takım sorunlar var Fenerbahçe'de. Yada Samandıra'nın havasında bir gariplik var. Sezon başladığında gol olunca çocuklar gibi yerinde duramayan Stoch, şimdi kafasını yerden kaldırmıyor.
Gelelim diğer konulara. Fenerbahçe Spor Kulübü yılda, Daniel Güiza'ya 3,5 milyon euro veriyor. Verebilir tabi ki, oyuncuyu kulübüne bağlamış ve aktif olarak oynatıyorsa vermekte zorundadır. Hatta bu oyuncu iki bacağını kırsa bile, mukavelesi bitene kadar vermek zorundadır. Peki başkanım Güiza gerçekten sakat mı? Sezon başından beri antrenmana bir çıkıyor bir çıkmıyor, sonra ne hikmetse İspanya'ya gidiyor tedavi oluyor, sonra geri dönüyor antrenmana çıkıyor sonra tekrar İspanya'ya. Oyuncumuz sakat diye açıklama geliyor resmi siteden, ertesi gün Güiza yardım maçında sahaya çıkıyor. Sayın Başkanım Güiza gerçekten sakatsa ve sizde bu konuya bu kadar hassasiyetle yaklaşıp, oyuncunun sözleşmesini feshetmek istemiyorsanız bunu ayakta alkışlarım. Ama şunuda sorarım; "Appiah'ın suçu neydi?".
Güiza'ya ödediğiniz yüksek bonservis bedeli nedeniyle bu oyuncuyu serbest bırakamıyorsanız, neden 2-3 milyon euro veren bir takıma satmıyorsunuz? Diş perisinin gelip adama sihirli değnek ile dokunacağı yok. Elde ki malzeme bu. Bundan daha yüksek bir fiyata satamazsınız. O zaman neden bekliyorsunuz, satın yada verin bonservisini eline gitsin. Evet haklısınız Sayın Başkanım, bunu yaptığınızda çok eleştirilecek, hatta Fenerbahçe'nin parasını sokağa atmakla suçlanacaksınız. Fakat 2010 Dünya Kupasında Gana Milli Takımı formasını giymiş, şuanda da Cesena takımında top oynayan Stephen Appiah taraftarın aklına her geldiğinde, Güiza'nın halen bu takımdan para alması daha çok üzecek taraftarınızı.
Şimdi biraz geri, Luis Aragones takımın başına geçtiği seneki transfer sezonuna dönelim. Gazete manşetleri "Fenerbahçe Xabi Alonso ile ilgileniyor!" şeklindeydi. Sizde görüşmelerin olduğunu teyit ettiniz ama oyuncu gelmedi. Daha sonra Senna dediniz, onuda ikna edemediniz. Transferin sonuna kadar kaç kişi ile görüştünüz bilmiyorum ama sonunda Josico'yu getirdiniz. Fenerbahçe'nin transfer listesinde 34 yaşında ki bir oyuncu 3. sırada olabilir mi Sayın Başkanım? Allah'tan bu sezon Eden Hazard deyip Dia'yı, Krasic deyip Stoch'u getirmeyi başardınız. Yoksa kim bilir kimler gelecekti.
Sayısız yıldız izlettirmeyi başardınız biz futbolseverlere. Tek tek isim vermeye gerek yok, ama Sayın Başkanım Hooijdonk hariç hangisi mutlu ayrıldı Fenerbahçe'den? Hangi eski bir yıldızın referansı ile oyuncu katıldı takımımıza? Neden Kezman ve Anelka İngiltere basınına, Carlos Brezilya basınına kulüpte mutlu olmadıkları tekrarladı defalarca? Ortega zaten kaçarak gitti. Mesela Hooijdonk, Stoch'un transferinde ne kadar etkin bir rol oynadı? Eminim transferin bitme aşamasında size çok yardımcı olmuştur ama sordunuz mu "ne düşünüyorsun?" diye ona?
Tek tek isim vererek söylemek istemiyorum, zaten sizde biliyorsunuz taraftarın ve futbol camiasının beğenmediği, çubuklu formayı layık görmediği oyuncuları. Neden bu isimleri kadroda tutuyorsunuz Sayın Başkanım? Bu oyuncuların senelerdir bir kaç maç hariç takıma katkı vermeden milyonlarca Lira kazandığını görmüyor musunuz? Anadolu'da, hatta daha yakında altyapınızda bu oyuncuların yerinde olmak için canı pahasına oynayan oyunculardan haberdar değil misiniz?
Biliyorum ki siz okumayacaksınız bu yazdıklarımı. Şekip Mosturoğlu'nun Ntvspor'da dediği gibi, belki kulüp çalışanları bu yazıyı ona gösterecekler. Belki kendisi size de okutacak bu yazıyı. Boşverin yukarıda sorulan soruları. Dünkü maçtan sonra takımın transfere ihtiyacı olduğuna inandınız mı? Sadece bu sorunun cevabını verin.
Dünkü yenilginin üzüntü ve paniğiyle transfer yapmaya karar vermiş olabilirsiniz. Sizden bir ricam var başkanım; Diarra gibi, Hazard gibi oyuncuları alamıyorsanız yapmayın transfer. Çünkü bu saatten sonra aldığınız oyuncular yarar değil zarar verecek takıma. Bırakın olmayalım şampiyon. Bir sene daha geçsin böyle, hayat uzun daha ne seneler var önümüzde kısmetse. Şampiyon olamasa da göndermeyin Aykut'u. Oturun karşılıklı yarın, seneye hangi oyuncuları istiyorsa mesela Sissoko'yu, mesela Kolarov'u, şimdiden başlayın pazarlıklara. Mücadele etmeden, ter akıtmadan, o formaya hakkını veremeyen kim varsa gönderin hepsini. Gösterin herkese Fenerbahçe'de oynamayan oyuncunun işi yok diye. Bugüne kadar taraftar ne zaman isteseniz sizin yanınızdaydı. Her sezon yaptığınız formaları kapış kapış aldı. Göreve geldiğiniz günden beri kaç taraftar sırt çevirdi size?
Başarılarınızı yazmaya kalksam, bir bu kadar daha yazmam gerekir. Siz Fenerbahçe tarihine altın harflerle geçtiniz bir kere. Şimdi size muhalif olanlar karalama kampanyası başlatacak. Emin olun bu taraftar yine sizin yanınızda olacak. Rant peşinde olup da, adına taraftar derneği diyenler istifaya davet edecek sizi ve Aykut Kocaman'ı. Yine ilk tepkiyi sizden önce yanında kızıyla, sevgilisiyle, kocasıyla maça gelen insanlar gösterecek. İşte bu insanların sizden istediği tek şey; çubuklu formayı sırtına geçirip sahaya çıkma şerefine erişmiş futbolcuların, Basri Dirimlili kadar formasını terletmesini istiyor. Sahada ağzında sakızla gezmesini değil!
Filmin senaryosunu Manish Pandey yazmış. Yönetmen koltuğunda ise Asif Kapadia var. Hint asıllı İngiliz yönetmen daha önceden The Warrior filmiyle ünlenmişti. Senna ise bambaşka türde bir film ve o da bunun bilincinde olduğunu söyleyen sözler söylemiş. Umarım filmden beklediklerimizi buluruz. Yaza doğru önce İstanbul Park, ardından Senna heyecanı saracak her yanımızı. Filmin ön gösterimini aşağıda izleyebilirsiniz. Son olarak Senna'nın sözleriyle yazıyı tamamlayalım:
"I will have to go back '78, '79 and it was pure driving, pure racing... That makes me happy"
Kaç kişiye basketbolu sevdirmişlerdir? Kaç insana futbol dışında başka bir sporun da popüler olabileceğini göstermiştir? Peki bizler hayatımızda kaç defa Avrupa Kupası görmüşüzdür? Bunları bizlere sağlayan Efes Pilsen Spor Kulübü kapanmanın eşiğine geldi. Neden? Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu'nun hazırladığı taslakla alkollü içeceklerin sportif faaliyetlerde sponsor olması yasaklanıyor. Yasak, sigara firmaları üzerinde uygulanıyordu. Yeni düzenleme alkolü de işin içine katıyor. Peki bu yeni tasarı yönetmelik halini alırsa ne olacak? Efes Pilsen ismi spordan silinmiş olacak. Kendilerine 1 sene süre tanınacak ve bu süre sonunda Efes Pilsen ismi spor sahnesinden silinecek. İnsanın aklına türlü sorular geliyor. Efes Pilsen, rekabet açısından diğer firmaların önünde olabilir. Ancak spora yaptıkları katkıyı kimse göz ardı edemez. Efes Pilsen sadece bira markası değildir. Onun arkasında çok daha farklı anlamlar var. Efes Pilsen denince akla Koraç Kupası gelir, Ufuk Sarıca-Volkan Aydın-Tamer Oyguç gelir, Naumoski'nin alın terini silişi gelir, Aydın Örs gelir, Drobnjak ve Kambala gibi iki önemli uzun gelir, Hidayet ve Mirsad'ın NBA'e gidiş hikayesi gelir. Tüm bunları acaba o kuruldakiler biliyor mu? Efes Pilsen'i sadece alkol üreticisi olarak görüp IV. Murat tedbirleri almalarını doğal mı karşılıyorlar. Sigara yasağını televizyonlara komik bir şekilde getiren adamlar, şimdi de sporu komedi unsuru haline mi getirmek istiyorlar? Sporda yaşanan rekabete, devletin bazı adamlarının karışması ne kadar etik?
Yapılan açıklamalara göre Efes Pilsen cephesinde endişe hakim. Kulübün kapanması anlamına gelecek olan kararın çıkmamasından yanalar. Ancak karar çıkarsa kesin olarak nasıl bir yol izleyecekleri belirsiz. Belki başka bir isimle yola devam ederler. Efes Pilsen gibi başta basketbol olmak üzere pek çok spor branşında hizmet eden bir kulübün başka bir isimle yola devam etmesi bana sıcak gelmiyor. Ancak halktan pek çok kesim de bu fikirden yana. Bazı şeyleri kolay zannediyorlar. Efes Pilsen Spor Kulübü 35 senelik bir markadır. Eğer belli bir seviyeye gelip uluslararası camiada da saygınlıkla anılıyorsa bu isim sayesindedir. Şimdi markalaşmış bir ismi hemen değiştirip yola devam edilmesi gerektiğini savunanların anlayamadıkları şey bu. Ayıptır, yazıktır. Tuncay Özilhan'ı çok sevmesem de bu konuda mağdur durumda olan kişi şu anda. Eğer Efes Pilsen, sırf bu saçma sebeplerden dolayı kapatılırsa Türk sporu kaybeder.
Birkaç kere denemiş olsam da bu yazıyı yazmayı, gönlüm el vermedi hiçbir denememde. Bir Fenerbahçe'li olarak en az Galatasaray'lı arkadaşlarımız kadar üzüldüm açıkçası. Çünkü orası sadece Galatasaray'ın değil, Türk futbol tarihine geçen önemli başarıların kazanıldığı, deplasman takımı taraftarlarının da unutulmaz anılarının olduğu bir yerdi. Yıkılan sadece stat değil, oradaki anılardı...
İlk deplasman maçımdı Sami yen. 2000 - 2001 senesinde İstanbulspor- Fenerbahçe maçı Ali Sami Yen'de oynanmıştı. Kapalı üstte izlemiştik babamla maçı. O günden sonra benim için Mecidiyeköy Galatasaray, Galatasaray ise Mecidiyeköy oldu.
Şimdi yıkılıyor Sami Yen o hatıralarla birlikte. Galatasaray artık Aslantepe Türk Telekom Arena'da oynayacak maçlarını. Şunu söylemek bile zor geliyor adama. Peki Galatasaray taraftarı alışabilecek mi? Ne bileyim, yıllardır maça girmeden önce bozuk parası ile "dur bari çekirdek alayım" deyip girdiği bakkalı göremeyince ne hissedecek? Eskiden maça giderken kullandığı yoldan farklı bir yolda maç havasına girebilecek mi?
İnsan yıllarca yaşadığı evinden taşınıp, başka bir semte yerleştiğinde bile kendisini bir müddet oraya "ait" hissetmiyor. Ama şartlar bazen değişikliği gerektiriyor (tabi Sami Yen yıkılıp tekrar yapılamaz mıydı o da ayrı bir soru). Taşındığı semtte bir kaç kere kaybolsa da, yeni mahallesinin kasabına eski semtindeki kasabın adıyla hitap etsede alışıyor sonunda. Galatasaray taraftarı içinde aynı şey olacak belli ki. Maça gitmek için otobüs beklerken belki yanlışlıkla Mecidiyeköy otobüsüne binecek tekrar. Doğru otobüse bindiği zamanda farklı bir yoldan geçtiğini fark edince "acaba yanlış otobüse mi bindim?" diye soracak kendine. Biz Galatasaray'ın içeride mi dışarıda mı oynadığını hatırlamadığımız da "maç Mecidiyeköy'de mi?" diye soracağız farkında olmadan. Futbolcular bir kaç kez soyunma odasının yerini karıştıracak, hatta tünelin yeri eski tarafta sanıp hakem düdüğü çaldığında o tarafa doğru yönelecekler. Liradan altı sıfır atıldığında nasıl şaşırıp, "aman ne milyonu, üç lira işte" dediğimiz günler gibi olacak uzun bir süre.
Sonra bir jenerasyon gelecek, bırakın Sami Yen'de maç izlemeyi yanından bile geçmemiş olacak. O başarıların kazanıldığı maçları kasetlerden izleyecek. "Demek orada stat vardı eskiden" diye soracaklar birde. Tabi zaman içerisinde bizde alışıp, unutacağız Sami Yen stadını. Şaşırmadan tek bir seferde "Aslantepe'de maç" diyeceğiz. Galatasaray'ın maçlarını Sami Yen'de izlemiş olan taraftarlar ile o çimde oynayan oyuncuların kalbinde yaşayacak sadece. Birde tarihin tozlu sayfalarında.
Fenerbahçe stadı tamamen bittikten sonra maraton tribününde izlediğim ilk maç "olmamış abi" demiştim arkadaşlara. İnsan alıştığı şekilde göremeyince, ceylan derisi koltukta izlese de alışamıyor ilk önce. İnanın sırf alışamadığı için maça gitmeyen, gittiği zamanda açık tribünde maçı izleyen insanlar var hala Şükrü Saracoğlu'nda. Galatasaray tribünleri de hissedecek bu hisleri. Kabullenemeyecek, özleyecek, "nerede o eski Sami Yen'in kapalısı" diye soracak kendine. Umarım bu alışma sürecini birbirlerinden kopmadan, dağılmadan atlatırlar. Bizim yaşadıklarımız ortada...
Umarım hızlı geçer bu adaptasyon süreci ve eski Sami Yen tribünlerinden daha iyi, daha coşkulu olur telekom arena tribünleri. Zor günler geçiren ebedi dostumuz, ezeli rakibimiz dileriz eski günlerine geri döner bu statta. Fenerbahçe taraftarı olarak ilk Telekom deplasmanını iple çekiyor olacağım (Telekom deplasmanı deyince insan telefon faturasını yatırmaya gidecekmiş gibi hissediyor). Stat ile ilgili yapılması gereken eleştiriler yok mu? Elbette fazlasıyla var ama onlar başka bir yazıya artık. Son olarak İstanbulspor - Fenerbahçe maçının fotoğrafını ekleyelim. Son bir gönderme olsun bizden sizlere (:
NBA draftlarına henüz 162 gün olsa da, ara ara bu şekilde oyuncuları tanıtmak istiyorum. Hem NCAA basketbolunu takip edenler, hemde draft olması muhtemel oyuncuları tanımak isteyenler için güzel bir fırsat olacaktır.
Perry Jones III, 21 Eylül 1991 Winssboro, Louisiana doğumlu. Liseyi Duncanville'de tamamlayan Jones, daha ilk senesinde NBA'e seçilmesi muhtemel olduğundan mıdır bilinmez, peşinde koşan onca üniversiteye rağmen Baylor Bears'ı seçti. Bu tercihinde Baylor Üniversitesinin pek çok tanınmış atlet yetiştirmesinde etkisi var mı merak etmiyor değilim. İki gün önce oynanan Oklahoma Sooners maçında gösterdiği performans ile bütün NBA'in dikkatini üzerinde toplamayı başardı. Big 12 içerisindeki en kötü 2. takım durumundaki Oklahoma karşısında oyunda kaldığı 35 dakika içerisinde 25 sayı, 4'ü hücum olmak üzere 7 ribaund, 1 asist ve 2 blok ile geceyi tamamladı. Big 12'nin bir diğer kötü takımı konumundaki Texas Tech karşısında da buna yakın bir performans göstermişti.
İlk maçına çıktığı Gram St. maçında 7 top kaybetmiş fakat 8 ribaund alarak "bana dikkat edin" der gibi oynamıştı. İkinci maçı olan La Salle karşısında ise double-double yaparken, 4 blok ile gecenin yıldızı oldu. İlk iki maçını izledikten sonra "şutlarını geliştirirse yeni bir Durant daha kazanır NBA" diye düşünürken, buna pek ihtiyacı olmadığını Jackson St. karşısında gösterdi. Daha sonra çok az maçını izleyebildim. Fakat istatistiklerini takip ederken önce Florida St.(4 sayı), ardından Texas Southern Tigers karşısında ki 0 sayılık performansı dikkatimi çekti. Tabi bu karşılaşmada 4 faul aldığı için sadece 15 dakika oynayabildiğini söyleyelim.
Geride kalan 15 karşılaşmada inişli çıkışlı bir performans gösteren Jones'un, henüz lige alışamadığını düşünüyorum. Fiziksel özellikleri fazlasıyla iyi. Boyu 2.11 cm ve - sıkı durun- kanat açıklığı 220 cm. Kollarının uzunluğu nedeniyle "Drantula" lakabını alan Kevin Durant'ın ise 224 cm. Kıyaslamanız açısından bunu da belirtmiş olayım. İlk adımı oldukça hızlı. İçeri penetre etmeyi seven bir oyuncu olduğundan, bu özelliği ani dönüşleri kolayca yapmasına ve savunmacısını rahat bir şekilde geçmesine olanak sağlıyor. Şut seçimleri ilk başlarda kötü olsa da, bunu düzeltmeye başladı. Rakip savunmayı iyi okuyup, harika paslar atabiliyor. Zaten ellerinin büyük olması, top hakimiyetinin yanında pas atabilme özelliğini de bir üst seviyeye çıkarıyor. Hem kollarının uzun, hem ilk adımının çok çabuk olması yetmezmiş gibi, birde oldukça atletik bir oyuncu. Bu özellikler tahmin ettiğiniz gibi onu hücumda durdurulamaz kılıyor. Savunmada ise kafası maçta ise, tuttuğu oyuncu basketboldan soğuyor. Sırtı potaya dönük oyunda ise repertuvarında pek fazla silahı yok. Fakat gücü ve çevikliği sayesinde bu açığını kapatıyor. Yaşı da henüz çok genç, elbette bunları zaman içerisinde öğrenecektir, tıpkı şutlarını geliştireceği gibi. Özellikle de uzak mesafeli şutlarını.
Üzerindeki baskıdan dolayı bazı maçlarda bocalıyor. Mental olarak henüz NBA'e hazır değil. Yazının içerisinde de belirttiğim gibi bazı maçlarda konsantrasyon kaybı yaşıyor ve bu da tabi ki oyununa kötü olarak yansıyor. Birde koçunun çizdiği oyunları pek anladığını sanmıyorum. Set hücumlarında bazen olduğu yerde bekleyebiliyor. Savunmacısına perdeleme yapması için yanından geçen takım arkadaşına bakmadığı bile oluyor. Oyunu Allah vergisi yeteneklerinden dolayı çok iyi okuyor fakat oyun bilgisi 0. Gözlemcilerin yazdıklarına göre, lisede fizik üstünlüğü sayesinde çok rahat oynamış olması bunun en önemli sebebi sanırım. NCAA'de oynayan Doğuş'ta maalesef aynı sıkıntılar yüzünden ilk turdan seçilemeyebilir. Gerçi onun durumu farklı bir yazı konusu.
Şuan için draftlarda ilk beşten seçilmesi en muhtemel oyunculardan birisi Jones. Zaten kulislerde bu sene draftlara katılacağı konuşuluyormuş. Bu kadar özelliğinin yanında mental olarak hiç hazır olmaması yüzünden bence bir sene daha en azından NCAA'de oynamalı. Hani Kaan Kural ve Murat Murathanoğlu hep der ya "mental özelliklerini geliştirememiş" diye, işte bunu geliştirmenin tek mümkün olduğu yer NCAA. Hem kişilik bakımından, hemde oyun bakımından. Çünkü Jones henüz kafa olarak hazır değil NBA'de ki mücadeleye. Mutlaka ama mutlaka ilk 5 sıradan seçilecektir, bundan bir şüphem yok ama kalıcı olmak ve yıldızlar arasına girmek istiyorsa acele etmemeli. Evet Kevin Durant ilk senesinde draft oldu fakat, kendisinin ne kadar olgun bir oyuncu olduğunu, takımı için her şeyini ortaya koyduğunu, maçlara nasıl konsantre olarak çıktığını daha ilk maçlarında gösteriyordu. Jones henüz AP Top 25 içerisindeki takımlardan hiçbirine karşı oynamadı. Özellikle bu maçlarda göstereceği performans onun hakkında daha net bir fikir yaratacaktır kafamızda. Şuanda AP Top 25 içerinde bulunan takımlara karşı ilk maçına Kansas Jayhawks karşısında 17 ocak tarihinde çıkacak. Takip etmek isteyenler için şimdiden belirtelim.
Her veda hüzünlüdür. Hala doğduğu evde yaşayan biri olarak taşınmanın getirdiği hüznü düne kadar anlayamamıştım. Olimpiyat'a gittiğimiz sene bu kadar içimiz burkulmamıştı. Ne de olsa bir gün geri gelecektik ama bu sefer öyle de olmadı.
Ali Sami Yen'e dair en eski anım tarihini tekrar aramama rağmen bulamadığım İrlanda ile oynanan maçtır. İlk ve son defa numaralı tribünde seyretmiştim maçı. Amigo Orhan henüz Mustafa Denizli'ye kafa atmamış, Abdullah Ercan hala Trabzonspor forması giyiyordu. Ne maçın skorunu, ne de oynanan futbolu hatırlıyorum. Tek hatırladığım hayran hayran kapalı tribünü seyrettiğimdi.
Ailedeki tek Galatasaraylı olmanın kötü yanlarından biri de kendi başına maça gidebilecek yaşa gelene kadar Galatasaray maçına gidememek oldu. Sonra bu açığı kapattığımı düşünsem de PSG maçında orada olamamak hala içimde uktedir. 2001-2002 sezonuyla beraber başladı mesaim tribünde. Sonrası Olimpiyat tekrar Ali Sami Yen ama Mecidiyeköy'ün yeri hep ayrı oldu bende.
Herkesin binlerce maç anısı vardır benim gibi. Ama belki de en şanslı Galatasaraylılardan biriyim. Ali Sami Yen çimlerine çıkıp, kale boş olsada gol atabilmiş biri olarak dün gece ışıkların kapanmasıyla benim de anılarımdan birinin ışıkları kapandı. İtfaiye kapısından içeri girişim, hemen Yeni Açık tarafına koşuşum hala en güzel rüyalarımda yer bulur kendine. Sadece 2 kere şut çekebildim güvenlik gelip saha kenarına çıkartana kadar. Oysa ki 10 yaşında çocuktum ne yapabilirdim ki çimlere. Tribünler boştu zaten Pazartesi günü, maç olmayan bir günde kim olur ki tribünde. Ama vurduğum top filelere temas ettiği anda dolmuştu o tribünler. Davulların sesini duyabiliyordum, meşalenin dumanı görüşümü bile engellemişti. Keşke o güvenlik biraz daha geç gelseydi Yeni Açıktaki tel örgülere tırmanabilseydim. Ama bu kadarı bile yetti üstünden neredeyse 15 sene geçti ama hala hayatımın en mutlu anıdır o gol.
Yaşlanıp bunayınca ufak çocukları hayattan bezdirircesine sürekli anlatacağım bir anım yıkılıyor şimdi. Hem de sadece lüks içinde maç seyredebilmek uğruna. Hiç bir zaman ısınamayacağım Seyrantepe'ye. Hala maç önceleri sokağa gidip ordan geçicem maçlara. Umarım yıllar içinde sahiplenirim Seyrantepe'yi de. Yoksa insanın evinde kendini oraya aitmiş gibi hissedememesi kadar kötü hiç bir şey olamaz.
Bal Porsukları karşılaşmaya hazırlıklı geldiler. |
Fotoğrafta, Jamario Moon'u önde, Sessions ve Harris'i de arkada, alınan bir mola için kenara gelirken görüyoruz. Birisi, boş verin molayı, siz direkt soyunma odasına devam edin dese, hiçbiri itiraz etmez herhalde. 112-57 biten maçın sonunu beklemenin çok da anlamı yok neticede.
Cleveland Cavaliers'ın yıllardır başı böyle öne eğilmiyordu ama LeBron James'in The Decision'ının Cavs için The Downfall'a dönüşü çok uzun sürmedi. Geçen sezon yalnızca 21 kez mağlup olan Cavaliers'ın şimdiden 30 mağlubiyeti var. Galibiyet sayısı ise yalnızca 8. Ters çevirsen yine 8. Yani neresinden bakarsan bak, düpedüz rezillik.
Büyük yıldızlarını kaybeden takımların böyle çöküşler yaşadığına çok şahit olduk ama Cavs, yumuşak iniş yapmaya aday görülenlerden biriydi. Kazın ayağının öyle olmadığı ise çabuk anlaşıldı. Tabii ki takımın kazanma ritmini bu kadar çabuk kaybetmesinde üst üste gelen sakatlıkların etkisi de büyük. Anderson Varejao, Daniel Gibson, Anthony Parker ve Leon Powe, şu an takımdan ayrı olmasa üst üste 11 mağlubiyet gibi vahim bir tablo ortaya çıkmazdı sanırım.
Cavs'in sakatlıklar sebebiyle içinde bulunduğu durumu ve nasıl oyuncularla sahaya çıkmak zorunda kaldıklarını en iyi özetleyen ise Phoenix Suns'tan Jared Dudley oldu. 7 maçtır Cavs forması giyen Samardo Samuels'ı karşısında gördüğünde yaşadığı şaşkınlığı gizlemeyen Dudley, "Oyuna kurabiye canavarını, o koca adamı soktular. Adını bile bilmiyorum ama dev gibiydi" diyerek vahim tabloyu gözler önüne serdi.
Anlaşılan o ki Cleveland Cavaliers'ı sezon boyunca bu tarz durumlara maruz kalırken göreceğiz. Henüz ocakta bu sezona noktayı koydular. Bundan sonraki kaderleri ise draft piyangosunun insafına bağlı olacak.
Bu arada Cavaliers'la ilgili ilginç bir not: Bundan önceki 5 sene boyunca takımın koçluğunu yapan Mike Brown şu sıralar, oğlunun da oynadığı okul takımında Amerikan futbolu antrenörlüğü yapıyor ve kontratı gereği, Cavaliers'tan almaya devam ettiği yıllık 2 milyon doların tadını çıkarıyor.
Kadınlar Şampiyonlar Ligi'nde mücadele eden üç takımımız gruplarını lider bitirdi. A Grubu'nda yer alan Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom (daha ne kadar isim almayı planlıyorlar acaba) 6'da 6 yaparak bir üst tura çıktı. Gruptaki takımların genel olarak Vakıfbank'tan güçsüz olduğunu söyleyebiliriz ama böylesine net bir performans göstermesi bizler adına sevindirici. Glinka ve Nikolic gibi iki önemli oyuncusuyla Vakıfbank'ın önünün açık olduğunu düşünüyorum.
B Grubu'ndaki temsilcimiz Fenerbahçe Acıbadem ise oynadığı 6 karşılaşmadan 5 galibiyetle ayrıldı. Tek mağlubiyeti, grubun bir başka 5-1 galibiyet oranlı Dinamo Moskova karşısında aldı. Grupta, geçen senenin şampiyonu Bergamo da bulunmaktaydı. Onların kupadan elenmesi de şok oldu. Dünya Kulüpler Şampiyonu ve geçen senenin Şampiyonlar Ligi finalistinin bu sene de iddialı bir şekilde turnuvada yer aldığını söylemek yanlış olmaz.
C Grubu'nda yer alan Eczacıbaşı Vitra, Fenerbahçe Acıbadem gibi, grubunu 5 galibiyet 1 mağlubiyet ile kapadı. Mirka Francia ve Neslihan Darnel gibi iki önemli oyuncusu bulunan takım tek yenilgisini, son maçta grup ikincisi Volero Zurih karşısında aldı. Grubunu ilk iki sırada tamamlayan ve en iyi iki üçüncü takım 12'li playoff grubunda mücadele edecekler.
Erkekler Şampiyonlar Ligi'ndeki tek temsilcimiz olan Fenerbahçe Acıbadem, grubunda 1 galibiyet 4 mağlubiyet alarak bir üst tura çıkma hakkını mucizelere bıraktı. Son maç bugün 20:30'da Sisley Treviso ile oynanacak.
CEV Cup erkeklerde Ziraat Bankası 16'lı finalde, Avusturya temsilcisi HotVolleys Vienna'yı iki maçta da yenerek bir üst tura çıkmayı başarmıştı. Buradaki rakibi ise güçlü Casa Modena oldu. İlk maçı geçtiğimiz hafta oynayan Ziraat Bankası, maçı 3-1 kaybetti. İkinci maçı kendi evinde oynayacak olan Ziraat Bankası maçı kazandığı takdirde altın sete geçilecek. Bu seti alan ise dörtlü finale çıkacak. Yani umutlar sürüyor. Maç bugün 18:30'da oynanacak.
CEV Cup kadınlarda ise Beşiktaş ve Galatasaray Medical Park'ın mücadele ettiğini görüyoruz. Beşiktaş ilk turda Sırp takımı Tent Obrenovac'ı altın set sonucunda geçti. 16'lı finalde ise İsviçre'nin Volley Koniz takımı ile karşılaştı. İlk maçı İstanbul'da 3-0 kazanan Beşiktaş'ın ikinci maçı da kazanması ya da kaybetse dahi, altın sette rakibine üstünlük kurması gerekmekte.
Galatasaray Medical Park ise ilk turda Yunan Olimpiakos'u iki maçta da 3-0'lık setlerle geçti. 16'lı finalde ise Boşnak Jedinstvo Brcko'yu ilk maçta deplasmanda 3-0 yendi. İkinci maç bugün 18:30'da oynanacak. Galatasaray tura daha yakın olan taraf.
Challange Cup erkeklerde İstanbul Büyükşehir Belediyespor ve Arkas'ın yer aldığını görüyoruz. İkinci turda Sloven Calcit Kamnik'i, sonraki turda İsviçre'nin Lozan ekibini 3-0'lık ikişer setlerle geçen İstanbul BB, bugün Belçika'nın Prefaxis Menen takımıyla oynayacak. İlk maçı kendi evinde 3-0 kazanan İBB, ikinci maçta da favori olan taraf.
İzmir temsilcisi Arkas ise ikinci turda Sloven Marchiol Vodi'yi iki maçta da yendi. Sonraki turda Fin Raision Loimu ile karşılaşan Arkas, iki maçı da 3-0 kazanmayı bildi. 16'lı finalde Belarus temsilcisi Stroitel Minsk'i ilk maçta 3-0 yenen Arkas bugün 18:00'da ikinci maça çıkacak.
Voleybol tarihimizde, kulüpler bazında böylesine büyük bir başarıya ilk defa ulaşmış durumdayız. Özellikle kadın voleybolu gittikçe daha iyi bir seviyeye geliyor. Bunda emeği olan herkese teşekkür etmek zorundayız. Umarım bugünkü maçlarda da bir aksilik çıkmaz ve takımlarımız daha üst düzey maç oynamaya devam ederler.
Çok önce yazılması gereken bu yazı bugüne kaldı işin özü. Blogu tekrar hareketlendirme salvoları atarken haberi okuyunca bu topa girmek gerektiğini düşündüm. Sondan başlamak gerekirse finale kalan üç Barcelonalı'dan her hangi birinin kazanması da değiştirmezdi düşüncelerimi. Messi, en hak etmeyeniydi bunu da ekleyelim. Evet süper bir sezon geçirdi Barça ile La Liga'da tıpkı Xavi ve Iniesta gibi, yeterli bir Şampiyonlar Ligi performansı sergiledi yine Xavi ve Iniesta gibi ve çok kötü bir Dünya Kupası yaşadı Xavi ile Iniesta'nın aksine. Özet geçersek gözleri yormadan Xavi ve Iniesta ondan daha çok hak etmişti ama unutulmasın bu isimlerden de daha çok hak eden biri vardı.
Adaletin çoktan terk ettiği Zurich'deki FIFA organizasyonu Altın Top ödülünü Messi'ye verirken 2009-2010 yılının en iyi futbolcusu Wesley Sneijder'i sadece sezonun onbirine seçmekle yetindi.
Inter ile İtalya Ligi, İtalya Kupası ve Şampiyonlar Ligi kazanıp ardından da Dünya Kupası'nda Hollanda'yı finale taşıyan Sneijder'i yeterli görmemişti. FIFA final için bile. Aynı başarıları elde eden Mourinho'yu ise Messi kadar başarı kazanan Guardiola'nın önüne koydular. Ödül kriterlerini de kendisine benzetti FIFA. Son olarak yılın onbirine gelelim. Balık baştan kokar ya hani daha kaleci de bitirmiş olayı sevgili FIFA. Julio Cesar dururken Casillas'a verilmiş kale ki Valdes'i de alabilirlerdi beterinde beteri var dedirtmek için bize. Savunmanın soluna bir bek bulamamış yaşlı amcalar ki bende bulamadım o yüzden buradan vuramıyorum kendilerine. Ama her takımın defansif orta sahası kadar konuştuğu günümüz futbolunda bir tane isim akıllarına gelmediğinden ve yılı kupasız hatta finalsiz kapatan Ronaldo'yu kürsüye çıkartıp Forlan ve Milito'yu es geçmelerinden yeteri kadar suçlayabilirim kendilerini. Neyse yazının başındaki öfkem sona yaklaşınca biraz dindi. Sonuçta bu ödül bizleri değil de sponsorları tatmin etmek için yapılan bir organizasyon olduğundan üzerine bu kadar kelime dökmek bile anlamsız geldi noktayı koyarken. TARAF = )