TAŞRA BASKISI

İSTANBUL VE TAŞRA BASKILARI AYNI ANDA ÇIKAN BLOG

Mustafa Akkaya l 9 Ekim 2010 1 Yorum


Bildiğimiz üzere Liverpool'un nihayet el değiştirmesine ramak kaldı. "Değiştirdi" diyemiyorum çünkü ortaklardan Tom Hicks, kulübün ederinden az fiyata satıldığını öne sürerek yönetim kurulu başkanı Martin Broughton'ın yetkilerini kabul etmedi ve olayı yüksek mahkemeye taşıdı. Halbuki eski British Airways CEO'su  olan Broughton'ın Liverpool yönetiminin başına geçmesi de yine Gillett ve Hicks'in çabaları sonucu gerçekleşmişti. Zira Liverpool'un 350 milyon £'u aşan borç batağından tek çıkış yolu el değiştirmekti ve piyasada bu ikilinin artık böyle bir satış operasyonunu idare edebileceğine dair güvenilirliği kalmamıştı. Broughton ise teklifi kabul ederken Gillett ve Hicks'e bazı şartları kabul ettirmişti. Bunlardan birincisi, yönetim kurulu üyelerini atama ve kovma yetkisinin tamamen kendisinde olmasıydı. İkincisi de kulübün satışına sadece yönetim kurulundaki çoğunluk oy sayısının karar verebileceğiydi. Ancak bunlara rağmen satışın gerçekleşmesinden hemen önce Hicks, iki yönetim kurulu üyesinin işine son verdiğini ve onların yerine kendi yanlısı iki kişiyi getirdiğini Broughton'a iletti. Bu şekilde kurulda üstünlük sağlayacağını ve satış konusunda ret kararına ulaşabileceğini düşünüyordu. Ancak Broughton bu duruma aldırış etmedi. Yönetim kurulu değişmedi ve toplantıdan "kabul" kararı çıktı. Önümüzdeki haftalarda (belki de günlerde) yüksek mahkemeden muhtemelen satışın onaylandığına dair karar çıkacak ve Liverpool artık New England Sports Ventures'ın ve aynı zamanda Boston Red Sox beysbol takımının sahibi olan John Henry'nin himayesine girecek.

Aşağıda Liverpool şehrinin bir yerel gazetesinin baş sayfalarından Gillett ve Hicks'in macerasını özetle görebilirsiniz. Tarihin bu sefer tekerrür etmemesini diliyorum...
6 Şubat 2007
7 Şubat 2007
14 Ocak 2008
22 Nisan 2008
27 Şubat 2009
13 Ocak 2010
26 Mayıs 2010
6 Ekim 2010

alican demir l 1 Yorum

Genel olarak bloglara baktığımda değinilen konu haklı olarak kadro seçimi. Böyle durumlarda zaten her yerde bulunan şeyleri tekrar etmekten kaçınırım. Sonuçta farklı bir şey yazmayacaksam niye yazayım gibi bir anlayışım da var; ama kadro seçimine gerçekten inanamıyorum.

Şimdi kulüp takımları için ilk 11'leri eleştirirken şöyle bir mantık yürütürüm. "Adam sürekli takımla beraber. Neredeyse her gün beraber idmana çıkıyorlar. Futbolcunun ne yeyip ne içtiğini bile biliyor antrenörler. Ben daha mı iyi bileceğim o adamdan hangi oyuncuyu oynatacağımı?" Yanlış anlaşılmasın kulüp takımlarındaki anrrenörlerin ilk 11 tercihleri eleştirilmemeli tarzında bir şey demiyorum. Tabi ki eleştiriler olur, ama "lan bu adamı da oynatmıyorsan sen de adam değilsin" gibi ağır ithamlardan pek de hazzetmem.

Milli takıma gelecek olursak. Antrenör takım kadrosunu seçmek için ne yapıyor. Lig maçlarını izliyor. Kendi oyun sistemine uygun, formda oyuncuları kadroya çağırıyor. Şimdi benim bir futbol sistemim olmadığı için kendi sistemime göre kadro seçemiyorum ama Hiddink'ten çok lig maçı takip ettiğime eminim. O yüzden milli takım kadrosuna sallama hakkını kendimde layıkıyla görüyorum. ( Diyelim yok öyle bir hakkım, kim karışır lan benim blogum)

Ne diyor milli takımımızın teknik ekibi. " kendi oyun sistemimize uygun oyuncuları çağırıyoruz". Tamam çağırdın. Volkan Şen uymuyor senin oyun anlayışına (ne anlayışmış arkadaş) Mehmet Topal uymuyor (tamam hadi anladık). Ama yani takımın sol kanadına bir bakar mısınız? Arkada Sabri önünde Hamit. Euro 2008'de sağ kanadımızdaki ikili. Kenarda oturan adam İsmail Köybaşı. Takıma çağrılmayan adam, Türkiye'nin en formda sol beki İbrahim Üzülmez. Sabri, Galatasaray gibi herkesin her yerde denendiği bir takımda bile sakatlık dışında sol bek oynamadı yahu. Hamit gelmiş 30'una. Yeniden mi keşfedeceksin Hamit'i sol kanatta oynatarak. Yani yok süper bir sağ kanat oyuncun vardır. Onu oynatmak istersin ama Hamit'ten de vazgeçemezsin onu anlarım; ama Özer gibi kendi takımında sol kanat oynayan (Volkan Şen'den daha çok uyuyormuş Hiddink'in sistemine, hey allahım!) o da arasıra oynadığı zaman sol kanat oynayan bir adamı sağ kanada koymanın mantıklı bir açıklaması var mı merak ediyorum. Düşünüyorum, aklıma bir tek şu geliyor. Lahm çok iyi bindirmeler yapan bir adam, Hamit'in de defansif yönü kuvvetli. Hamit geriye yardıma gelir Lahm'ı tutmak için gibi bir şey tek açıklamam. Özer'i açıklayamıyorum ama kesinlikle.

İlk dakikalarda neyi gördük Milli Takım'ımızda, "önde basmak"tı taktik. Madem önde basacağız Halil'in orada işi ne. Azılı Alman savunmasından hava topu almak mı? Mertesacker'den kafa topu almak için Crouch olman gerekir. Zaten araya paslarla çıkmaya çalışıyoruz. Sercan nerede?

Aurelio sakatlandı. Tuncay'ı alabilirsin oyuna. Ama taktiğini değiştireceksindir o zaman alırsın Aurelio yerine Tuncay'ı. Nuri'yi Aurelio'nun yerine kaydırıp son haftalarda Avrupa'nın en formda adamlarından birini yemezsin defansın önünde.

Severim böyle afaki şeyleri o yüzden kurayım kendi kadromu hemen. İsteyen de kursun kendi kadrosunu yorum kısmında konuşalım dertleşelim.
Volkan-G.Gönül-Servet-Toraman-İ.Üzülmez, M.Topal-Emre-Nuri, Hamit-Volkan Şen-Mevlüt(Sercan)

Neyse bence hezimetten kurtulduk, güzel oldu 3-0. Mesut'u da tebrik etmek lazım taş gibi top oynadı gerçekten, maçın yıldızıydı. Golden sonra sevinmemesi  de o kadar ıslıklanmasına rağmen bence güzeldi. Mesut konusunda da bir şeyler yazasım var, bir ara yazacağım, ona şimdi girmeyeyim yazı Gılgamış destanına dönüşmesin.

"Oğuz Çetin'in takımı bu Hiddink bir el atsın... söylemi dünyanın en saçma söylemi. Adam takımın başına geleli aylar oldu takımı hala Oğuz Çetin seçiyor. Hiddink de kalkan görevi görüyor. Kimse sallayamaz tabi Hiddink'e, gelmiş geçmiş en başarılı milli takım antrenörlerinden biri olduğu için,oh Oğuz'da onun kalkanının altında teknik direktörcülük oynuyor.

Bu arada yenildik diye sallıyorum sanılmasın. "Kazandığımız maçları da nasıl kazandığımız belli zaten" diye bakan bir adamım. Belçika maçının ikinci yarısında da öyle "oh özlediğimiz takım bu" dedirtecek bir futbol oynamadık. Söylemesi ayıp bok gibi oynarken, vasat oynamaya başladık o da yetti işte. Böyle devam ederse sadece idare edebiliriz, dahası olmaz. Hiddink'ten umduğumuz o "sürekli kupalara katılan ve istikrar yakalamış milli takım" hayalimiz de yalan olur. İnşallah zamanla yanılırım.

Serhat Gürcan Gündüz l 1 Yorum



Sağ bek Sabri, kenarda İsmail olmasına rağmen sol bek olarak oynadı. Almanya'da sağ kanat oynayan Hamit sol açık olarak oynadı. Fenerbahçe'de başarılı olduğu dönemlerde sol açık olarak oynayan Özer ise sağ açıktaydı. Bu sezonun en formda isimlerinden Volkan Şen kadroya bile alınmadı. Doğal olarak Hiddink böyle bir kadro kurmak zorunda kaldı. Aurelio sakatlandı, oyuna Stoke City'de kadroya giremeyen Tuncay alındı, Trabzon'un formda oyuncusu Selçuk İnan'ın yerine. Bir ara Selçuk hazırlandı, formasını bile giydi. Son anda karar Tuncay oldu...

Sağ kanattan kaç kere geldi Almanya ilk yarı hiç saydınız mı? Gökhan ve Özer ileri çıkmadığı için denemediler bile. Fakat iki ters ayaklı, üstelik hayatlarında en fazla üç kere solda oynamış oyuncuları görünce maden gibi işlediler orayı. İlk golü de bu şekilde yemedik mi? Tuncay oyuna girince mecburen sistem değiştirdik. Daha fazla boş alan verdik Almanya'ya. Peki Selçuk girseydi oyuna bu boşlukları verir miydik? Yahu anlamakta güçlük çekiyorum şu dizilişi. Özer inanılmaz derecede formda olan bir oyuncu değil ki. Madem sol açıkta oynatacak adamın yok, koy Tuncay'ı sola, Hamit yerinde oynasın. Yahu Sercan bile daha etkili olurdu sol kanatta. Hamit yine kalitesi sayesinde idare etti orada ama neden en etkili olduğu bölgede oynamasın ki?

Nuri Şahin'e bakıyorum, alışık olmadığı bir bölgede (savunmaya en yakın isim olarak oynadı bugün) elinden geldiğince çabalıyor. Emre ileri bile çıkamıyor, Sabri'ye yardım edeceğim diye sola kayınca Almanlar göbekten onun boşalttığı yeri kullanıyor. Aurelio yerine oyuna giren Tuncay ise ortada bir sağa bir sola koşarak çırpınıyor. Selçuk İnan'ı oyuna almadın tamam, peki Ceyhun Gürselam'ı neden yanında oturttun. Madem önce durdurup sonra vurmayı planladık neden savunma yönü kuvvetli Ceyhun'u alıp, Emre ve Nuri'yi biraz daha ofansif kullanmadık.

O kadar çok yanlış var ki, saymakla bitmez. Bir oyuncu var Valencia gibi bir takımda oynuyor, üstelik çok formda. Hemde Türk bir oyuncu. Milli takımda da oynamış biri. Mehmet Topal'dan bahsediyorum tabi ki. Mehmet alınmadıktan sonra Volkan Şen nasıl alınsın ki kadroya. Arda sakatlık yüzünden 2 haftadır antrenmana bile çıkmıyor, biz onu tutup milli takıma çağırıyoruz. Yahu Volkan tam bu maçın adamı, al işte kadroya. Hızlı bir forvet istiyorsun, koy Sercan'ı olmadı Mevlüt'ü. Biz önde çoğalamıyoruz, oyuna giren Semih oluyor. Tamam Semih önde şişirilen topları tutuyor Fenerbahçe'de, ama karşındaki takımın sağ beki bile bizim 4-5 oyuncumuzdan uzun. Şişirdikçe top bize geri geldi. Ne Emre oyuna katkıda bulunabildi, ne de Nuri.

Şimdi 18 kişilik kadroya bakıyorum, Hakan Balta kenarda. Yahu adam formsuz falan ama, Sabri'den 100 kat daha iyi oynardı orada. Bu kadar yanlış üst üste gelince galibiyet çıkarmamız mümkün mü Almanya'dan. Hiddink çok iyi bir hoca, bunu tartışmaya bile açmam. Fakat standart bir teknik adamın bile yapmayacağı hataları yaptı bu akşam. Yılmaz Vural bundan kötü bir kadro kurar mıydı? Bülent Uygun, Abdullah Avcı daha ne kadar kötü bir kadro çıkartabilirdi?

Neyse bir mağlubiyet dünyanın sonu değil. Son olarak Mesut'tan bahsetmek lazım. Attığı golden sonra sevinemedi bile adam. Kendi kanından, kendi canından insanların ıslığına maruz kaldı 90 dakika boyunca. Islıklayanlar da haklı. Sonuçta böyle bir yeteneğin kendi milli formaları altında oynamasını istiyorlar. Fakat bu maçtan sonra kendisine hak verdim. O da Nuri ve Hamit'e bakıp neden diye soruyordur mutlaka. Biz daha kendi ligimizdeki değerlerimizden faydalanamazken, Mesut'tan ne kadar faydalanabilirdik? Hepsini geçtim, Mesut Alman milli takımında o performansı göstermese Real Madrid onu alır mıydı sizce? Bu maçtan sonra eminim kimse kızmaz Mesut'a.

Şimdi önümüzde bir Azerbaycan maçı var. Mutlaka kazanacaktır bizim milli takım bu maçı. Almanya maçını kötü sonuçlanmış bir deney olarak düşünelim. Hiddink yaptığı hatalardan dönecektir mutlaka.

alican demir l 8 Ekim 2010 0 Yorum

Başlık FM 2011'in çıkacağı tarih. Çok da efsanevi değil ama ilginç de bir trailer'ı var onun da linkini koyayım.
http://www.youtube.com/watch?v=o7NWffZDjUA&feature=player_embedded

bu da oyunla ilgili bilgiler içeren bir video
http://www.youtube.com/watch?v=pr85WrMmyX0&feature=related

Efe Yılmaz l 7 Ekim 2010 2 Yorum


Selam, ben Galatasaray taraftarı Efe Yılmaz. 26 yaşındayım ve çocukluğumdan beri rerere rarara gassaray gassaray cimbombom kafasındayım. Hayatımda çok şey değişti, büyümek falan gibi evrelerden geçtim, değişmeyen tek şey ise takımımla olan aşkım. Çok güldüm, çok sevindim, yeri geldi çok üzüldüm. Ama her duyguda heyecanım vardı. Şimdi ise heyecanım yok.
Yağmurlu günün verdiği depresif düşüncelerle sabah aklıma takıldı şu soru. “En son ne zaman bir Galatasaray maçında bu aşkın doruklarına çıktım?” Unuttum sanırım böyle bir şeyi hissetmeyi. Başarılar kupalar gelip geçici şeyler. Mesele saha için sonuçlarda değil. Mesele sevdiğim takımın değerlerinin erozyona uğraması.
Sevgi yok, birbirine bağlılık yok, saha içinde terinin son damlasına kadar mücadele eden 11 adam yok, hocalara saygı yok, küçüklere sevgi yok, satın aldıkları taraftarlar dışında değer verdiği taraftar yok, oyuncuya bağlılık yok, adam satmamak yok, kısacası yok oğlu yok.
Peki niye inatla obsesif şekilde aşığım bu takıma. Bilmiyorum gerçekten. Aramızda ne kaldı bilmiyorum. En son dört futbolcunun Rijkaard’ın babasının öldüğü gün şebekler gibi eğlenmesi beni yordu, tuz biber oldu. Fatih Terim haberleri kabusum oldu. “Rijkaard gönderildi” başlığını görmekten korkarak açar oldum internet sitelerini gazeteleri falan. Geleneklerine bağlı kulübün bütün değerlerinden uzaklaşması ve yozlaşması mutsuzluğun en ağırını hissettiriyor bazen. 
Futbolu benim gibi yaşamayanlar belki anlamayacak ama sevdiğim güzel kadını kötü yola düşmüş gibi hissediyorum. Hani gazeteler, “…. Şampi” yazarlar ya işte benim içinde olay “ELVED Galatasaray” noktasına geldi. Nasıl dönülür buradan bilmiyorum. Yorgun ve mutsuzum Galatasaray, Metin Oktay size öğretemedi sevenleri üzmemeyi. Siz beni çok üzdünüz.

Cengiz Bahadır Özdemir l 0 Yorum

The New York Times'ta yer alan bir video gözüme çarptı. Williams, Clijsters, Azarenka, Zvonareva, Stosur, Dementieva, Jankovic gibi ünlü tenisçiler ''The Beauty of the Power Game'' isimli bir çekimde yer aldılar. Aslında çekim tarihi eski. 28 Ağustos'ta biten New Haven'daki Pilot Pen Turnuvası'nın ertesinde yapılmış. Ancak yeni ulaşabildim görüntülere. Alttaki video Youtube kaynaklı ve görüntü kalitesi epey düşük. Daha iyisi için buraya girebilirsiniz.

Aslı Arslan l 6 Ekim 2010 0 Yorum

En iyiler 21 Aralık 2010 tarihinde Zürih'te yardım amaçlı bir tenis maçında oynayacaklarmış. Nadal ve Federer birlikte başka ne yapsa bu kadar güzel olurdu emin değilim fakat, "The Match For Africa" reklam filmi ve kamera arkası tadında görüntüleri gerçekten çok sempatik


Credit Suisse presents THE MATCH FOR AFRICA federer vs nadal
Yükleyen cnr-190. - Basketbol, beyzbol, güreÅ� ve diÄ�er spor videoları.

Aslı Arslan l 0 Yorum



Robin Van Persie, Thomas Vermaelen, Cesc Fabregas & Carlos Vela
Arsenal'ın futbolcuları geçtiğimiz pazar günü Londra'da oynanan Minnesota Timberwolves-LA Lakers maçında. Ve, evet öyle fotoğraflara karşı resmen zaafım var, buldukça yayınlamalarım bu yüzden. Bir de bunların tenis mücadelelerinde karşımıza çıkanları da var ki apayrı güzel.
Bu fotoğrafta bir giyim-kuşam değerlendirmesi yaparsak, ya Van Persie ve Vela gerçekten çok iyi giyinmiş, ya da Vermaelen'i ayakkabıları, Fabregas'ı da adı dahi kurtaramıyor. Süveter görüyorum, yanlışsa düzeltin.

Aslı Arslan l 5 Ekim 2010 0 Yorum



Mesut Özil, İspanyol Focus Magazine için poz vermiş, güzel etmiş. Fakat keşke "Bana ne giydirdiniz?" diye bir sorsaymış.
Kendisinin fan girl kitlesi bile -hani parayla tutmuş olduğunu düşündüklerim- isyanlarda. İlerde başına dert olur, olsun.

Cengiz Bahadır Özdemir l 0 Yorum

Sebastien Loeb yedinci WRC zaferini, kendi evinde kazandı. Fransa Rallisi'ni birincilikle bitirdi ve şampiyonluk geleneğini sürdürmeye devam etti. 2011'den sonra emekli olacağını birkaç kez söylemişti. Kendisini izleme şerefine nail olmak bile başlı başına bir şans. O artık bir efsane. Belki bir Sainz, McRae, Makinen kadar popüler olmadı ama onlar kadar başarılı. Hatta kağıt üstünde daha başarılı. Ne olursa olsun, bize tebrik etmekten başka bir şey düşmüyor.

* Şu Fotospor tadında başlık açma devrini kapatamadığım için özür dilerim.

Tufan Tulpar l 0 Yorum


Haber: Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'nün verdiği bilgiye göre, Marmara Denizi'nde, saat 20.49 sıralarıda 4.4 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Deprem Marmara Denizi çevrisinde hissedildi.
Yine uzmanlar, yine senaryolar, yine alınamayan-alınamayacak önlemler... Herkes depreme evde yakalanacağından emin. Kimse iş yerinde, köprüde, viyadüklerde yakalanmayacağından emin. Önlemlerimiz bile tek taraflı ve yüzeysel.

Maça maça maça...
Heyecanla beklenen bir hafta sonu. Derbi için haftalar öncesinden alınmış biletler. Bulamayanlar evlerine marş marş. Mobile upload fotolar az sonra...
Takımdaşlarla yemekte yapılan kritikler, olasılıklar, tahminler. Stad çevresi aksiyonları, bağıra çağıra yüksek kalp atışlarıyla stadyuma giriş.
Şiiittt...Üççç...İkiii...Birrr....Hem büyük diyafram desteği; hem de zıplayarak bedenin zorlanan sınırları. Adeta stad sallanıyor. Evet sallanıyorrrr... Hem de durmak bilmiyor. Biz durduk  ama bu sefer sıra 'Tabiat Ana'da. 


Felaket Senaryosu Sezon1 Bölüm1
Kendim yazdım diye söylemiyorum ama; Hollywood senaryosu olabilecek bir giriş galiba!... Ama gerçekten endişeleniyorum. "Titre ve kendine gel!" prensibiyle bize kendini hatırlatan Büyük İstanbul Depremi için binalarımız ne kadar hazırsa, stadyumlarımız ve salonlarımız o kadar hazır.
Bundan birkeç sene önce o zaman ki; Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara: Fenerbahçe Stadı 7.5-8, Ali Sami Yen ve İnönü Stadları ise 6.5-7 şiddetinde bir depremde zarar göreceği yönünde açıklamada bulunmuştu. Böyle bir durumun seyirciyi statlardan kaçırma olasılığına karşı ise, 'Siz statları depreme dayanıklı hale getirir, tel örgüleri kaldırır, kapıları güçlendirir ve önlerine de 'Depreme dayanıklıdır' levhası asarsanız herkes maça gönül rahatlığıyla geleceğini söylemiş. Binlerce insanın maç izlediği stadyumların mutlaka iyi bir kontrolden geçirilmesi gerektiğini belirtip, tel örgülerin mutlaka kaldırılması gerektiğini ifade eden Işıkara, 'Çünkü deprem anında insanlar, stada girebilmeli. Ayrıca ayakta maç izlemeye son verilmeli. Çünkü koltuk sistemi olursa, insanlar için yaşam boşluğu dediğimiz alanlar oluşmuşacağını söylemiş. (Şubat 2002)



Defans Blokları ve Fay Hatları
Teknik yönden "yüksek ve ayağa top oynayabilen" takımlarımızın ah'lar vah'lar ederek sitem ettikleri stad zeminlerinin öncelik sırası nasıl bir anda değişiyor değil mi?  Stadyumlardayken bazen devre arasında şöyle bir etrafa göz atmak geriyor. Şimdi bir şey olsa ne yaparım acaba diye!

Yeni stadlarımızda umarım bu hassasiyetle yaklaşmışlardır. Benim ulaşabildiğim bilgi Seyrantepe için yine Deprem Dede'den: Marmara'da er ya da geç bir depremin olacak yüz binlerce insanın evsiz kalcaktır. Galatasaray Spor Kulübü'nün Seyrantepe'de inşaatı devam eden Türk Telekom Arena Stadı çok hoşuma gitti. Galatasaray'ın bu düşüncesi diğer kulüplere de örnek olur. Çünkü stat bir deprem anı düşünülerek tasarlanmış Galatasaray Spor Kulübü'nün yeni yaptırdığı stadyumu evsiz kalacak yüz binlerce insanın barınma yeri olacaktır.
Nasıl yüreğinize su serpildi değil mi? 

Tufan Tulpar l 0 Yorum

Pervez Müşerref, Pakistan devlet başkanıydı. İktidara gelişi de (darbe) iktidarı kaybedişi de olaylıydı.  Sonrasında çeşitli pazarlıklarla ülkeden ayrılmasına izin verildi. Kendisi ülkesinde askeri bir diktatör olarak anılır pek te güzel şeyler söylenmez arkasından (benevolent dictator). Şimdi İngiltere'de diplomatik olarak sürgünde ama ona göre ülke yönetimi için hazırlık sürecinde.

"Kara" bir sevda!
Öğrencilik  yıllarının bir döneminde yolu Türkiye'den geçer. Ve bir sevdaya tutulur hem de "kara" bir sevdaya. Sevda'nın ismi Kara Kartal'dır. Beşiktaş sevgisi onu kongre üyeliğine; diplomatik seyahatlerinde kulüp ziyaretlerine hatta beşiktaş'ın şampiyonluklarında resmi kutlama mesajlarına kadar götürür.

Durmak yok yola devam...
İki gün önce sürgündeki Müşerref'ten bir açıklama gelir yeni bir parti kurmuştur ve dönüş yolundadır. Yeni parti için düzenlediği basın toplantısında Türk Dışişleri Bakanlığı kadar Beşiktaşlılarında ilgisini çeker. Çünkü yeni partisi Tüm Pakistan Müslüman Birliği (The All Pakistan Muslim League)  için seçtiği amblem Beşiktaş'ın kartalına oldukça benzemektedir.
Sadece tesadüf mü yoksa bilinçaltının tatlı bir oyunu mu bilinmez ama; genel seçim sath-ı mahline girmek üzere olan ülkemizde kulüplerin "parti kurarsak tek başımıza iktidar bile oluruz!" söylemini uluslararası platforma taşıyacaktır.

alican demir l 0 Yorum

Martin Taylor, Axel Witsel, Marouane Fellaini, Barış Özbek, Tomas Ujfalusi, Nigel de Jong... Fotoğraflar için şimdiden özür dilerim ama durum gerçekten vahim gibi geliyor bana.

Arsene Wenger, Eduardo'nun bacağı kırıldıktan sonra yaptığı açıklamada, "böyle oyuncular için aslında kötü niyetle yapmamıştı tarzı açıklamalar yapılır. Bir insan eğer adam öldürürse, tek bir adam öldürmüş de olsa büyük bir ceza alır çünü ortada bir ölü vardır. Bu adamın futbol oynamasına izin verilmemeli. Eğer futbol buysa, yasaklayın şu oyunu!" demişti. Eğer yanlış hatırlamıyorsam yine bu tip ciddi sakatlıklar konusunda bir öneri yine Arsene Wenger'den gelmişti. Wenger, sakatlanan kişi sahalardan ne kadar uzak kalıyorsa, sakatlayan oyuncunun da en az o kadar zaman boyunca futbol oynaması yasaklanmalı, diye bir açıklama yapmıştı. 


Futbol oynarken yanlışlıkla arkadaşımıza bile zarar veremez miyiz? Tabiki veririz. Ama çok üzülürüz, "lan ne kayıyorsun geçsin işte" deriz kendi kendimize, pişman oluruz, moralimiz bozulur değil mi? Sırasıyla Taylor da Witsel de Barış da Ujfalusi de kırmızı kart sebebiyle hakeme itiraz etti. De Jong ve Fellaini de itiraz ederdi de hakem anlaşılması güç bir şekilde bu oyuncuları oyundan atmadı. Ama De Jong pişman değilim diyerek nasıl bir adam olduğunu göstermiş oldu. Ben bu katılaşmayı, hatta yabancılaşmayı bir seri katil serinkanlılığına benzetiyorum ve Arsene Wenger'e katılıyorum. Futbolu sert oynamakla, bir oyuncunun futbol hayatını bitirecek şekilde müdaheleler yapmak apayrı şeyler. Bu saydığım futbolcuların kasti şekilde çok sert müdaheleler yaptığı bir sürü başka maç var benim aklımda kalan. Mesela De Jong'un Xabi Alonso'ya Dünya Kupası Finali'nde yaptığı hareketi daha doğrusu uçurduğu tekmeyi hepimiz hatırlarız. Ujfalusi'nin Messi'ye yaptığının aynısını yaptığı başka iki maçtan kareler direkt olarak aklıma geliyor örneğin. Cana gibi Lugano gibi Mascherano gibi oyuncular ise oyunu sert oynayan ve "topa" sert giren adamlar. Ama kim Ujfalus'nin Messi'ye değil de topa vurmak için geldiğini iddia edebilir ki? 

Neyse ki Hollanda Milli Takımı'nın Bert Van Marwijk, De Jong'u bu hareketi sebebiyle kadroya çağırmadı ve en azından bana "oh aslan Marwijk" dedirtti. Bir şekilde cezalandırılması gerekiyor çünkü böyle adamların. Gerçekten futbolu bu adamlar oynayacaksa, durdurun şu oyunu.




Cengiz Bahadır Özdemir l 3 Yorum

Maç biteli çok oldu. Bir şey yazmak gelmedi içimden. Ne yazılmalıydı ki? Sadece tek pozisyon hakkında bir şeyler söylemek istiyordum. Bütün haber sitelerini dolaştım ama o söylemek istediğim görüntüyü bulamadım. Ta ki Ekşi Beşiktaş'ı açana kadar. İşte buydu bahsetmek istediğim.

Maç zevkliydi, pozisyonlar vardı, üç sonuç da sürpriz sayılmazdı. Bir tarafta Türkiye'nin Hodgson'ı Şenol Güneş, diğer tarafta işini sessiz ve derinden yapan Schuster. Trabzonspor'un kaliteli yerlileri, Beşiktaş'ın kaliteli yabancıları... Hepsi sahadaydı. Ancak sahada hakem yoktu. Koymayı unutmuşlardı. Daha dakikalar 10'u gösterirken yukarıdaki pozisyon meydana geldi. Egemen'i tartışmak istemiyorum. Hak ettiği sıfatlar maçta ve maçtan sonra yeterince sarf edildi. Ancak şu pozisyona kart göstermeyen hakeme söylenecek laf azdır. Yayıncı kuruluş istediği ücreti ödesin. Takımlar istedikleri transferleri yapsın. Sonuçta iş federasyonda bitiyor. Ve biz, böyle hakemleri sahada görmeye devam edeceğiz. Şu pozisyondan sonra maç bitmişti zaten. Ondan sonra çıkan-çıkmayan kartlardan bahsetmek gereksiz.

Bir de kafamda soru var. Bu maçın hakemi, yıllar önce Fifa kokartı takıyordu. Kokartı alındıktan sonra daha fazla maç yönetmeye başladı. Bunun sırrı nedir?

Mustafa Akkaya l 4 Ekim 2010 2 Yorum


A Milli Takım'ın Almanya ve Azerbaycan ile yapacağı karşılaşmalar için aday kadrosu açıklandı geçtiğimiz günlerde. Benim ilk anda dikkatimi çeken ise, ligde yabancı sınırından yana en dertli takım olan Beşiktaş'ın aynı zamanda Milli Takım'a en çok oyuncu gönderen ekip olmasıydı. 7 futbolcusunu aday kadroya yollayan Siyah Beyazlılar'da Nihat ve Necip altyapıdan yetişen oyuncular. Hakeza İsmail Beşiktaş'a transfer olduğunda henüz 20 yaşındayken, Cenk Gönen ve İbrahim Toraman da imza attığında 22 yaşındaydı. Yani temel futbol eğitimlerini Beşiktaş'ta almamış olsalar da burada geliştiler ve gelişiyorlar. Bu noktada Beşiktaş'ın çok verimli bir altyapısı olduğunu veya müthiş bir scouting sistemi işlettiğini söylemiyorum kesinlikle. Ancak olaya genel bakarsak, ligdeki yabancı oyuncu sayısındaki artışın gayet iyi değerlendirilebileceğini görebiliriz. Örneğin Beşiktaş'ın 10 yabancısının büyük çoğunluğu ilk 11'de direk oynayabilecek kapasitede. Asıl mesele ise, pasaportunda ne yazdığı önemli olmaksızın yetenekli ve arzulu oyuncuları tatlı bir rekabet ortamında bir araya getirebilmekten geçiyor. Nitekim ortada Sivok ve Ferrari ile forma mücadelesi veren ve bu yarıştan 6 yıldır hiçbir koşulda kopmayan bir İbrahim Toraman örneği var. Aynı şekilde Necip de Ernst, Aurelio ve hatta Guti ile omuz omuza oynuyor. Yani aynı anda onlardan çok şey öğrenirken, bir yandan da düzeyli bir rekabet ortamında buluyor kendini. Bu oyuncuların temel eğitimleri biraz daha sistemli ve Avrupai olsa belki de yurt dışında önemli takımların belkemiği olacaklar. Bilemeyiz ama Nihat, Nuri ve Mesut gibi örnekler de ortada...

Kısacası özellikle büyük kulüplerimiz her yıl transfere inanılmaz paralar harcıyor.Yerli veya yabancı olarak ayırmıyorum bunları. Ancak işin sırrının başka boyutta olduğu aşikar. Uzay bilimi falan değil ki bu? Biraz daha uzun vadeli düşünüp kaynakları altyapıya daha çok ayırmak nasıl bu kadar zor olur anlam veremiyorum bir türlü. 80'lerde Piontek ve Derwall'in yaptığı devrimlerin son halkası altyapılarda olmalı artık. Tabii ömrümüz yeterse...

PS: Bu arada hatırlayamayanlar A Milli Takım aday kadrosuna şu linkten bakabilirler.