TAŞRA BASKISI

İSTANBUL VE TAŞRA BASKILARI AYNI ANDA ÇIKAN BLOG

Kimsin Sen Çocuk

Atilla Nesipoğlu 12 Ekim 2010

Bu yazıyı Mesut Özil'in Real Madrid'e transferi sonrası Futbol EXTRA dergisinin eylül sayısı için yazmıştım. Konu herkes tarafından tartışılırken bir de buraya koyayım dedim.


Kimdir Mesut Özil? Almanya Ligi’nde tozu dumana katmasıyla tanıdığımız, Alman Milli Takımı’nı seçmesi ile nefret ettiğimiz, Hristiyan sevgilisini Müslüman yapması ile övündüğümüz, bizim gidemediğimiz Güney Afrika’da yıldızlaşması ile sevdiğimiz, kaçırdığı bir gol sonrası ettiği Türkçe küfür için aşık olduğumuz ve Real Madrid’e transfer olması ile Türk dediğimiz delikanlı. Daha 22 yaşında genç bir adam. Yeşil sahada gösterdiği soğukkanlılığı ile tam bir Alman ama Real Madrid’e imza atarken sportif direktörü Valdano’yu yanaklarından öpmeye yeltenecek kadar da Türk.

İşgücü ihtiyacı duyan Almanya; İtalya, İspanya, Portekiz ve Yunanistan’dan sonra kapılarını 1960’da Türkiye’ye de açtı. O günden bugüne 3 milyondan fazla Türk vatandaşı, Almanya yollarını aşındırdı. Şimdilerde Mesut Özil de Almanya’daki Türk topluluğunun üçüncü neslinin parlayan yıldızı.

Schalke forması ile yükselen ve Werder Bremen’le gündeme oturan futbolcu, Türk Milli Takımı’nın davetini kabul etmediği günden bu yana ülkemizde tartışılıyor. Bir gün okuduğumuz haberle onu yerin dibine sokarken, ertesi gün attığı gol ile göklere çıkartıyoruz. Kendi futbolcumuza yaptığımızı Almanya’yı seçmesine rağmen ondan da esirgemiyoruz aslında.

Fatih Terim “Milli formayı pazarlık konusu yapmam” dediğinde bazıları Mesut’un yanında saf tuttu. Kendisine Alman Hükümeti tarafından verilen haklardan vazgeçmek istememesinin doğal olduğu ve eğer Türkiye için oynayacaksa bu taleplerde bulunmasında yanlış bir yön bulunmadığını dinledik bu gruptan.

Diğer grubu Fatih Terim’in peşinden gidenler oluşturdu ve milli takım formasının pazarlık konusu edilemeyeceğini, bunun görev olduğunu ifade ettiler. Aslında söylemek istedikleri, her Türk evladı gibi Mesut da gelip o formayı tereddüt etmeden giymeliydi. Bundan önce hep vatan sevgisi ağır basmıştı ve Alman Futbol Federasyonu karşısında devamlı kazanan taraf olmanın güveni tüm gücü ile yansıyordu davranışlarına bu grubun.

Mesut Özil, bizim için sadece gelecek vaat eden genç bir futbolcuydu. Almanya’yı seçmesi sonrasında ilk olarak Fatih Terim günah keçisi ilan edildi. Mesut’u ikna etmesi için gönderilen ve onun gibi Gelsenkirchen doğumlu olan Altıntop kardeşlerin sonuç alamaması unutuldu misal. Kendilerini örnek aldığını her fırsatta söyleyen ve formalarını hala özenle sakladığı Altıntoplar ona "Yüreğinin sesini dinle" diye seslendi, fakat yollarını izlediği ağabeylerini de dinlememişti Özil.

Sorun ne Fatih Terim’in tavrı ne de Altıntoplar'ın ricaları ile aşılacak kadar ufaktı çünkü. Dedik ya bizim için sadece yetenekli bir futbolcuydu Mesut. Gelsenkirchen kömür madenlerinde bulunmuş bir Türk elmasıydı. Fakat Almanlar için mesele bundan çok daha fazlaydı. Bir devlet projesiydi Mesut ve benzerleri.

Birçok farklı ülkeden göç alan Almanya, kendisi ile aynı durumdaki devletlerin aksine, gelen göçmenleri hiçbir zaman vatandaşı olarak görmemiştir. Misafir işçi gözüyle baktıkları bu insanlara 1950’lerin ortasında iş gücüne olan ihtiyacı nedeniyle açılan sınır kapıları 1973’deki petrol krizinin etkisi ile kapatılmıştır. Farklı yollardan ülkeye girmeye devam eden göçmenlerin önünü alamayınca yeni göçmen yasakları koymuş, kanunlarında düzenlemeye gitmiş, fakat çaresiz kalmıştır Alman hükümetleri.

Bugün ise karşımızda farklı bir Alman siyaseti var. 2010 Dünya Kupası’nda sahaya göğüslerindeki Alman Kartalı ile çıkan Türk Mesut Özil ve Serdar Taşçı’dan, Faslı Sami Khedira’dan, Nijeryalı Denis Aogo’dan, Polonyalı Lukas Podolski, Miroslav Klose ve Piotr Trachowski’den, Brezilyalı Cacau’dan, Ganalı Boateng’den, Sırp Marko Marin’den, İspanyol Mario Gomez’den oluşan bu takım da uygulanan entegrasyonun devamı ve başarısının kanıtı onlar için. Bu isimler, Alman toplumuna dahil olmanın ve toplumsal yükselişin mümkün olduğunun canlı kanıtı Alman parlamenterleri için.

Geçmişe dönecek olursak, örneğin Mehmet Scholl tek kelime Türkçe bilmemesine rağmen okulda adı Mehmet olduğu için etrafındaki diğer öğrencilerin kendisi ile dalga geçtiğini dile getirmiştir hep. Her şeye rağmen kendisine ne zaman sorulsa Türk olduğunu ve bundan gurur duyduğunu anlatır. Ne Altıntop kardeşler ne de Yıldıray Baştürk için durum farklı değildir rakip takım taraftarlarından “Pis Türk” gibi çirkin sözler duymuşlardır defalarca. Değişen Almanya sosyo-kültürel yaşamında eriyip giden yeni jenerasyonlar ise bu durumlara düşmediği için rahatça kendilerini Alman olarak görebiliyorlar.

Mesut Özil’in Real Madrid’e transferi ile tekrar alevlenen tartışmalara bir açıklama yaparak katılan babası, oğlunun Real Madrid forması giyecek olan ilk Türk olduğunun altını çiziyor. Hemen peşinden “Mesut'un Alman milli formasını giymesi başka bir şey, kökeninin Türk olması çok ayrı bir şey” diyerek ekliyor. Ne ailesinin ne de Mesut’un hiçbir zaman kökenini inkar etmediğini ifade ediyor. Milli takım formasını da sadece Mesut’un kariyerindeki basamaklardan biri olarak algılıyor sadece.

İlyas Tüfekçi ile ilk meyvesini yediğimiz gurbetçi futbolcu ağacı, bizi senelerce besledi. Onu sulamadık, aşılamadık ama tüketmeye devam ettik. Diğer ülkelerin milli takımlarında oynayan Türk oyuncu sayısı artarken bizim milli takımımızda yer alan gurbetçi futbolcular azalıyorsa, bu ne Fatih Terim’in ne de Mesut Özil’in suçudur. Sorun görünenden daha büyük ve acı olan bu eksikliği gidermek için ortada hâlâ bir plan olmaması. Madenin tepesini kuruttuktan sonra yeni damarlar bulmak için daha derinleri kazacak mıyız, yoksa dükkânı kapatıp gidecek miyiz? Daha kendi ülke sınırlarımız içerisindeki gençleri organize edemezken uzaklardaki bu insanlar için bir sistem kuracağımızı düşünmek hayal olur. Sanırım dükkanı kapatıp gideceğiz!

0 yorum

Yorum Gönder