Schuster'in kibiri sayesinde kazandı Fenerbahçe Pazar gecesi. Benzerlerine sadece Hollywood yapımı spor filmlerinde rastlayacağımız bir şekilde hemde. Önce öne geçti, sonra ibre tersine döndü ve müthiş bir final ile bitirdi maçı.
"Kibir, en sevdiğim günahtır" der Al Pacino "Şeytanın Avukatı" isimli filmin sonunda. Kibirli kişiler yaptıkları yanlışların farkında olsa bile dönmezler o yanlışlarından. Schuster'de ne kadar kibirli bir insansa artık hafta içinde "Sivok-Ferrari" deneyinin başarısız olmasına rağmen Ferrari ile çıktı sahaya. Ee tabi sonuç ortada. Kırmızı kart + penaltı.
Ferrari atılmasa büyük ihtimalle kazanan taraf Beşiktaş olacaktı. Futbolda kesin bir şey olmadığını en yakın Pazar gecesi gördüğümüz için, temkinli konuşuyoruz haliyle. İşte üç devreli bir oyun oldu da, falan filanda... Bunları geçelim, benim değinmek istediğim farklı bir konu.
Schuster İspanya'da da bundan farklı değildi. Orada da aynı şekilde demeçler veriyordu. İnsanlara tepeden bakıyordu. Tabi ki İspanyolların oynadığı futbola dil uzatamıyordu ama, pek fazla seveni yoktu. Bizim medya ise çok bekledi Schuster hakkında konuşmak için. 1960-1970'li yıllardan kalma spor yazarlarımız çok olduğu için, normal olarak karşılıyorum ben bunu haliyle.
Kendisinde hiçbir zaman suçu aramadı ve bu sebepten ötürü yıldızlı kadrodan gözleri kamaşmış Beşiktaş yazarları eleştiremedi onu. Sonuç ise ortada. Ne oynanan futbol iyi, ne yıldızların form durumu. Schuster'e göre 3 suçlu var. Hakemler, medya ve futbolcuları. Kendi oyun düzeninde hiçbir yanlış yok. Ernst yerine Fernandes, Necip yerine Aurelio'u oynatmasında hatası hiç yok. Suçlu belli; "gel bana gol at" demeyen takımlar.
Çok hoca gördüm ama "Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın" mantalitesi ile takım yöneten bir hocayı ilk defa görüyorum. Artık tazminatı ne kadarsa, belli ki yöneticilerde korkuyor adamın işine karışmaya. Yoksa şimdiye kadar 15 yönetici çıkmış, çoktan kulağını çekmişti başka hocanın.
Geçtiğimiz Pazar hakem Cüneyt Çakır'da başka bir alemdi. Daha ilk 15 dakikada bütün bu olayların önüne geçebilirdi. Fakat o Ferrari atılana kadar enteresan kararlara imza attı.
Fenerbahçe'de ise işler şimdilik iyi gidiyor. "Arap atı sonradan açılır" misali, ilk yarıda durgun olan Fenerbahçe geçtiğimiz sezon olduğu gibi bu sezonda ligin ikinci yarısı coştu. Fiziksel olarak düşüşe geçeceklerini sanmıyorum. Çünkü ligin ilk yarısında neredeyse bütün deplasmanlarda ve son 60 dakikalarda yattılar. Mental olarak ise, geçtiğimiz yazılarda bahsettiğim "Basri Dirimlili" ve "Play Like a Champion Today" önerilerinden daha güzel bir yöntem bulmuşlar. Lidyalıların icat ettiği "Para" tabi ki bu yöntem. Demek ki Aziz Yıldırım ve Aykut Kocaman bundan dolayı transfer yapmadı. Hesaplayın bakın, bonservis + oyuncunun alacağı para = 12-13 milyon Euro. Dağıtılacak primlerle birlikte toplarsak 18 milyon Euro. Yani maç başına bütün takıma 1 milyonluk bir prim dopingi. Muhteşem...
Ferrari ülkeye gelirken biri -kim yazmıştı hatırlamıyorum- "Oyunculara şampiyonluk primi olarak Ferrari alsalardı daha iyi motive ederlerdi takımı" yazmıştı. Şimdi düşündüm de, adam harbiden haklıymış.
0 yorum