Geçtiğimiz Salı günü binlerce hayalle evimizden ayrıldık. Daha lüks içinde yaşamak, günümüz şartlarına en uygun koşullarda maç seyretmek hayalleriyle kandırıldık.
Artık nasıl içimize işlediyse maç öncesi toplaşırken hiç kimse Seyrantepe demedi. Ya Orjin ya da Carrefour önü buluşuldu gene. Maç sanki Ali Sami Yen'de gibiydi. Çadırın önü gene karaborsacı dolmuştu günün erken saatlerinde, çadırda atkı dahi kalmamıştı. Kimse Seyrantepe'ye beklentiyle gitmek istemedi.
Olimpiyat açılışını hatırlayan kimseler olarak saat 5 olmadan Seyrantepe civarlarındaydık. Bu kadar rahat gelmek pek beklemediğimiz bir durumdu. Belki de bu yüzden aslında o kadar kötü değilmiş düşüncelerine teslim olduk. Metro tünelinden çıkınca bizi karşılayan görüntü hiç alışık olmadığımız bir görüntüydü. Çim gözükmüyordu! Stata yaklaştıkça sorular yerini gözlemlere bırakmaya başladı. Maç öncesi ne yapıcaksanız Mecidiyeköy'de ya da Taksim'de yapın demişler gibi bir izlenim oluştu hepimizde. Çevre düzenlemesi Olimpiyat Stadı'nı aratacak kadar kötü şu anda. Seneler içinde düzelecek bir eksik de olsa göze battı. Belki benim yok ben burayı beğenmeyeceğim şartlanmasıyla maça gitmemden kaynaklanıyordur.
Turnikelerden geçince durum düzelmedi. İçersi soğuk. Fiziksel soğukluktan bahsetmiyorum. Her taraf gri olunca insana sanki burda misafirsiniz akıllı olun mesajı verilmek istenmiş. Yemek alanlarının Ali Sami Yen'den gerçekten hiç bir farkı yok. Sadece daha duyulmuş mekanlar. Ali Sami Yen'de yarım ekmek içindeki 3 köfteye 5 lira veriyorduk, şimdi köfte sayısı 4 olmuş fiyat da 10 liraya çıkmış. Ali Sami Yen'de sıkıntısını çekmediğiniz tek şey çay olurdu. Benim gibi maça forma üstüne bir şey giymeden gitme gibi takıntısı olan insanlar için soğuk havalarda çay hayat kurtarır. Ne yazık ki yeteri miktarda sıcak su olmadığından çay içmek için türlü oyunlar yapmanız gerekiyor Seyrantepe'de. Evet yanlış duymadınız. Ucuz tatil pansiyonları gibi sıcak su yok cevabını alabildiğiniz bi yer Seyrantepe.
Zaten koltuk numarası falan hiç bir zaman alışamadığım ama alışmak zorunda olduğum bir durum. Madem yan yana oturamıyoruz arkadaşlara telefon açayımda yemek alanında buluşalım muhabbet ederiz derken günün en büyük şokuyla karşılaştım. Telefonlar çekmiyordu. Ana sposoru telekominikasyon şirketi olan bir stadyumda dışarısıyla hiç bir bağlantınız olmadan 5 saat geçirebiliyorsunuz. Sigara zaten yasak, çay yok ve telefon çekmiyor. Sırf şu 3 sorun işin içinde Galatasaray olmasa çıkıp eve dönmem için yeterliydi. Ama dayandık.
Evet dayandık, ta ki Toki Başkanı Erdoğan bayraktar kürsüye gelene kadar. Tayyip Erdoğan'ın ıslıklanacağı gün gibi aşikar iken Erdoğan Bayraktar'ın resmen tahrik etmek için hazırlanan konuşması her şeyden nefret etmemi sağladı. Protestolara katılmadım. Çünkü ne Toki Başkanı, ne Adnan Polat, ne de Tayyip Erdoğanı ıslıklayacak kadar bile umursamıyorum. Spor ve siyasetin iç içe olduğunu kabul eden bir insanım. Ama siyasi propagandaya sonuna kadar karşıyım. Erdoğan Bayraktar kürsüye gelip konuşmaya başlayınca merdiven boşluklarında bir anda ortaya çıkan telsiz kulaklıklı, pardesülü sivil güvenliklerin protesto eden insanları tribünden almaya çalışması ise demokrasinin gerçekten bi sonraki durakta inilebilenbir tren olduğunu kanıtlar gibiydi.
Bütün bunlar olurken ultraslanın insanları durdurmaya ve alkışlatmaya çalışması neden kombine almadığımı hatırlattı. 6-7 sene önce tribünden her ne olursa olsun polis birini almaya çalışırsa hiç bir zaman tek kişiyi alıp çıkamadı o tribünden. Galatasaray her zaman üst kimlik olmuştu. Şimdi ise neredeyse elleriyle teslim edeceklerdi. Dediğim gibi internet ve telefon olmadığı için Adnan Polat'ın açıklamalarını yeni okudum ''tam bağımsız'' ultraslanın kimin isteklerini yerine getirdiğini daha rahat anladım.
Galatasaray Başkanı kendi yönetimini ve ondan önceki vefat etmiş başkanın yönetimini en kibar ifadeyle rezil etmiş bir insana ıslıklamalar yüzünden özür dilemesi tuz biber oldu. Biz taraftarlar acaba müşteri mi olacak hep erken mi çıkacaklar diye düşünürken Galatasaray Başkanı hepimizden önce çıkarak kimin müşterisi olduğunu da ortaya çıkardı.
Anlıyacağınız Galatasaray'da değişen hiç bir şey yok. Hatta artık Ali Sami Yen'de yok. Ben en azından aldatılmış hissediyorum kendimi. Seyrantepe'nin yüzünü dahi görmek istemiyorum artık. Evet bu savaşı kaybettik. Ne yazık ki geri çekilmek zorundayız. Tribünleri, Galatasaray yönetimini vasıfsız kişilere emanet ettik. Onlar kadar biz de suçluyuz. Ben suçumu kabul ediyorum ve geri çekiliyorum. Mayıslar bizim derdik ya, artık Futbol sizindir Amatör şubeler bizimdir oldu o söz benim için. Umarım oluşturduğunuz tablodan memnunsunuzdur. Ama unutmayın demir kapılar da yanar adın özgürlük oldukça..
''herkesin gözden kaçırdığı çok önemli bir husus var burası üzerinde: çevre.
taraftar profili, çevre ile şekillenen, biçimlenen, kuvvetlenen yahut zayıflayan bir profildir. taraftarın ritüelleri çevrede şekillenir.
aslantepe, kuzey rüzgarlarına açık bir vadi tepesinde yer alıyor. kuzeyi orman, güneyi otoyol. zaten vadi üzerinde oturtulmuş bir tepsi gibi aslen stadın çevresindeki otoparkın teşkil ettiği meydan. insanlar yağmurda soğukta, metrodan tünelden çıktıklarında onları zorlu bir atmosfer karşılayacak.
dahası, kentsel doku oluşturamayacak bir çevre sözkonusu. topografya zorlu. vadinin kenarları kullanılamayacak kadar sarp. bu da üst platform ile tabanın ilişkisini zayıflatıyor. üst platformda inşa edilen her şey ise vadi tabanının üzerinde 'heyula' gibi kalıyor. stadyumun konumlanması da sorunluydu bu nedenle, peyzaj projesi de yerden bağımsız ve oranın ruhuna uymuyor.
stadyum daha yapılmadan çevresi için düşünülen projeler de umut verici değil. ağaoğlu'nun dikeceği, taşyapı'nın dikeceği rezidanslar ile birlikte şişli etfal hastanesi'nin taşınması gündemde hemen bitişiğine stadın.
bu saydığım üç kompleks, kentsel doku oluşturamama kaygısını en üst düzeye taşıyor. hepsi kendi sınırları içerisinde kalan/davet etmeyen/davet etmek istemeyen yerler.
ali sami yen kadar kent içi bir duruma alışmış taraftar için 'sokaklarda dağılamamak' da bir sorun olacak. metrodan çık tünelden gel, otoyoldan gel otoparktan çık! hiç bir yer, vakit geçirebileceğiniz nitelikte değil, 'çöl' mekanlar. stadın etrafında yiyecek-içecek alabileceğiniz yerler standartlaştırılmış, galatasaray tarafından ihale edilecek büfeler vs olacak. bunların hepsi, galatasaray taraftarının toplanma ve vakit geçirme yeri olarak daha çok istiklal caddesini kullanacağını, buradan metroyla geleceğini düşündürtüyor. *
ayrıca, stadyum 'aklı başında' bir tasarıma sahip olsa da yenilikçi ya da ikonik değil. dahası, üst örtünün ana makasları hem görünüş açısından hem de fiziksel olarak ağır, ve içeride klostrofobik bir etki oluşturacak gibi duruyor.
ama yine de özlemle bekliyoruz. o ayrı mesele.''
14.08.2010 tarihinde ekşisözlük bünyesinde yazdığım giri.