TAŞRA BASKISI

İSTANBUL VE TAŞRA BASKILARI AYNI ANDA ÇIKAN BLOG

"Play Like A Champion Today"

Serhat Gürcan Gündüz 22 Ocak 2011 ,



Notre Dame Üniversitesinin Amerikan Futbol takımı Fighting Irish'in yeminidir başlıktaki söz. "Bugün şampiyon gibi oyna!" yazısına dokunarak çıkar oyuncular sahaya. Üstelik Fighting Irish'in renkleri de sarı-lacivert. Zaten tek ortak noktaları bu. Ne aynı spor dalında mücadele ediyorlar, nede Fenerbahçe'nin bu takım kadar geliri var. Gerçi sadece Fenerbahçe değil, bütün Süper Lig takımlarından bile fazla geliri var bu üniversite takımının. İsteyen araştırabilir.

Fighting Irish 169 yıl önce kurulduğunda da her maçına "Şampiyon gibi oynamak" için çıkıyordu, bugünde rakip kim olursa olsun yine aynı şekilde çıkıyorlar sahaya. Peki ya Fenerbahçe?

Bütün hafta "Altın değerinde üç puan" naraları duyacaksınız. Trabzon puan kaybetti ya hani, "Şampiyon" olmak için mutlaka kazanmak zorundaydı Fenerbahçe. Bu kadar kötü oynamalarının sebebi, kazanmak zorunda olmanın stresi idi. Pardon ama, hala bunlara inanlar var mı?

Şimdi "Fenerbahçe bugün hangi taktikle oynadı?" diye sorsam, kaç kişi cevap verebilir? Kadrolar açıklandığında herkes 4-3-1-2 veya 4-3-3 şeklinde oynayacak sandı Fenerbahçe'yi. Fakat işin aslı Özer girene kadar Aykut Hoca takımı 4-2-3-1 şeklinde oynattı. Özer girdikten sonra 4-4-1-1, Dia girdikten sonra 4-5-1 veya 4-6-0 düzenine geçti takım. Düşünün durum bu kadar karışık. Kenarda Stoch-Dia-Özer dururken neden Niang sol açık oynadı, buna hele hiç anlam veremedim.

Niang gibi bir golcü nasıl rezil edilir, bunun en güzel örneğini izledik 80 dakika boyunca. Hem savunmada adam kovalasın, hemde takımın Alex'den sonra gol beklediği ilk isim olsun. İleride top kaptırınca taraftarın tepkisini alsın, morali bozulsun adamın. Sonra soralım hep birlikte "Niang'ın performansı neden bu kadar düştü?" diye. Saçmalık işte bildiğin...

İnanın o kadar kötü bir maçtı ki, Gökhan'ın golünün güzelliğini anlatmak bile ayıp olacak adama. O yüzden kusura bakma Gökhan, yazamam o golü bu başlık altına.

Dökülen bütün takımdan ayrı olarak iki oyuncu var ama yazmak istediğim. Semih ve Selçuk. "Selçuk tamam ama , Neden semih?"

Bir gol atmak için nerede, ne zaman bulunması gerektiğini çok iyi biliyor Semih. Top nereye düşer, nasıl vurursam gol olur diye herkesten önce düşünüp gidiyor o noktalara. Çok önemli yetenekler değil mi bunlar bir forvet oyuncusu için? Peki Semih A takımda oynamaya başladığından beri kaç hoca gördü? Kaç tanesi ilk 11 başlattı düzenli olarak? Yahu geçtiğimiz sene Güiza bile onun önünde oynamadı mı? Basın hep hocaları suçladı doğal olarak, peki arkadaş Semih'in hiç mi suçu yok? Kaç maç var, 11'de başlayıp, etkili olduğu?

Bilim adamlarını toplayıp araştırma yapmaya gerek yok bunun nedenini anlamak için. Semih Şentürk, rakiplerinden fizik olarak daha güçlü olduğu her maç, Niang'ı bile yedek bekletir. Bakın bu kadar iddialı konuşuyorum. Peki Semih'in kaç defa özel antrenör tutup, fizik gücünü arttırmaya yönelik çalışmalar yaptığını duydunuz? Tabi ki böyle bir kişisel hocanız yoksa, bununla kordineli çalışacak beslenme uzmanınız da olmaz. Ondan sonra biz de sorarız "Neden bizim aramızdan bir C. Ronaldo çıkmıyor?" diye.

Binmeyin arkadaşım Porsche'nin en pahalı arabasına. Bir düşük modeline binin, aradaki farkla kendi özel ekibinizi kurun. Eviniz 12 odalı değilde, 11 odalı olsun 3 yıl bu adamların maaşlarını verin.

Yazı nereden nereye geldi arkadaş.

Selçuk içinde geçerli yukarıda yazdıklarım. Fakat onun asıl problemi psikolojik bana kalırsa. Maçın bitmesine 25 dakika kalmış, rakip kaleyle arandaki mesafe 30 metre, rakibini de beşe dört yakalamışsın. Pası sana veriyor takım arkadaşın, sen bırakıyorsun... Kusura bakma Selçuk Ağabey ama, taraftar seni bu yüzden istemiyor takımda. Ne bir sorumluluk alıyorsun savunmadan top çıkarma konusunda, nede beş metre yanındaki arkadaşına pas atabiliyorsun. Tam yedi sene olmuş, santim ileri gitmemiş futbolun. Bir top kaybettin diye değil taraftarın sana tepkisi, bunu artık anla. Bir saat daha geç git ağabey kız arkadaşının yanına. O bir saat içinde pas antrenmanı yap. Tabi senin isteğin sadece Galatasaray maçlarında gol atıp, bir yıl daha kalarak milyon dolarlar götürmekse, onu bilemem tabi ki...

Neyse, toparlayalım yazıyı. Her başarının kupa kaldırmak olduğu güzel ülkemde, elbette en değerli şey şampiyonluk yolunda alınmış bir üç puandır. Ama Fenerbahçe taraftarı mutlu olacak mı bu şekilde şampiyonluk geldiğinde? Zaten bu kadar karaktersiz bir oyun anlayışıyla kaç takımı yenebilir ki bundan sonra. Dün Beşiktaş taraftarı takımları aynı oyunu oynayıp 5-1 kazanmayıp, maçı 1-0 kaybetseydi yine aynı şekilde mutlu olacaktı. Kızmayın ama dün Beşiktaş gerçekten "Şampiyon" gibi oynadı.

Şimdi Aykut Kocaman'ın önünde iki yol var. Ya bu sene takıma bir "oyun karakteri" kazandırarak, seneye Fenerbahçe taraftarının hak ettiği futbol ve futbolcularla şampiyonluk kupasını kaldıracak, yada bu senenin sonuna kadar Fenerbahçe taraftarına eziyet çektirerek yarışın içinde kalacak.

Not: Diyorum ki Aykut Hocam, soyunma odasına Basri Dirimlili'nin kafasında bandaj olan resmini ve bu "Play Like A Champion Today" yazısını astırsan, güzel bir motivasyon kaynağı olabilir Trabzon maçı öncesinde. Hatta o resmin çekildiği gün rahmetli Basri'nin kafatasında kırık ve yarık ile oynadığını, kafası o haldeyken bile topa kafa vurduğunda, tribünlerin "şap" sesini duyduğunu anlatırsın maç öncesi konuşmanda. Belki onun cesaretinin, onun savaşçılığının kırıntıları düşer akıllarına da, Fenerbahçe'nin oyuncusu olmanın ne demek olduğunu anlayarak çıkarlar sahaya. Bence bir dene değerli hocam.

0 yorum

Yorum Gönder