Futbol maçlarında 21. yy. teknolojisinin nimetlerinden yararlanılmasına karşı çıkanların birleştiği ortak söylem, olası uygulamanın futbolun ruhuna aykırı olması. Bunu söyleyenlerin futbolun ruhundan neyi kast ettiğini açıkçası anlayamıyorum; o yüzden gelin bu futbolun ruhu nedir ne değildir biraz kurcalayalım.
Öncelikle şuradan başlayalım; futbol dünya çapında neden bu kadar çok seviliyor? Herkes birçok farklı cevap verebilir, ama sanırım hepsinin ortak noktası, her ne kadar maçtan önce belli takımlar mutlak favori olarak gösterilse dahi, 90 dakikanın her türlü sürprize gebe olmasıdır. Bugün Brezilya karşısında fark yemesi beklenen bir Kuzey Kore’nin, son dakikada durumu 2-2’ye getirebilme ihtimalidir bizi heyecanlandıran. Futbol adına 90 dakika boyunca en doğru şeyleri yaptığınız halde, rakibin tek bir atakla sizi yenebilme şansının her zaman var olmasıdır. Öyle maçlar olur ki, boş kaleye goller kaçar, direklerde sayısız top patlar, çizgiden son anda akıl almaz bir top çıkar; ama bir de bakarsınız rakip futbolcunun fizandan çektiği şut ağlarla buluşur. İşte bence budur bize bu oyunu delice sevdiren şey. Bazıları top yuvarlaktır der, bazılarıysa top bizi sevmedi. Biz ona “topun adaleti” diyelim. Bana göre futbolun ruhu, ne olduğunu asla çözemediğimiz ve çözemeyeceğimiz –belki de asıl bu yüzden sevdiğimiz- “Topun Adaleti”dir.
İşte tam bu noktada, şu ayrımı çok iyi yapmamız gerekiyor; biz futbolun ruhu dediğimiz şeyi topun adaletine mi bırakacağız, yoksa insanların adaletine mi? Burada şunu da unutmamak lazım; futbol artık eskisi gibi değil. İngiltere’de daha modern futbolun yeni yeni yerleştiği yıllarda, gole giden oyuncuya arkadan kasti yapılacak müdahalelerin oyundan ihraç ile cezalandırılması konusu gündeme alındığında insanlar, “Canım öyle şey olur mu, hiçbir centilmen rakibine arkadan kasti müdahale yapar mı?” diye şaşırmışlar. Ya da penaltı vuruşunun ilk kullanıldığı zamanlarda, kale boşaltılırmış. Haydi o kadar eskiye gitmeyelim, 1970’den önce sarı ve kırmızı kart uygulaması yoktu, hakem oyuncuya dışarı çık dedi mi oyuncu çıkardı. Artık futbol eskisi gibi değil derken kast ettiğim tam da bunlar işte, biraz yukarıda yazdığım her şey bize artık komik geliyor. Bir futbolcu eliyle gol attığında, hiçbirimiz ondan bunu hakeme itiraf etmesini beklemiyoruz. Aslında beklememek de gerekir, çükü artık tek bir gol dahi akıl almaz derecede para ve şöhret demek, dolayısıyla asıl olması gereken, kural dışı olayları tespit edip ceza verebilmek. Bunun için de hakemlerin çaresiz kaldığı durumları belirleyip, eksiklikleri kapatmak gerekiyor.
Burada biraz kendi çocukluğumuza gidelim, vakti zamanında yaptığımız mahalle maçlarını hatırlayalım. Oyun oynama coşkusu ve saf kazanma arzusuyla bazen bir gazoz kapağının peşinden koşturduğumuz o zamanlarda bile, hatalı kararları olabildiğince önleyen bir mekanizma vardı: “Bak senin adamın gol değil diyor” belki de dünyanın en saf/en ahlaklı kontrol mekanizması. Mutlaka her maç buna benzer durumlar olurdu. Belki de bugün hepimizin o maçları sevgiyle yâd etmesi de, mahalle maçlarının tam da futbolun ruhuna uygun olmasıdır, kim bilir?
Şu örnekle konuyu bağlamak istiyorum; malum hepinizin bildiği üzere teniste “şahin gözü” denilen bir video kontrol mekanizması var. Sizce tenisin ruhu ve heyecanı, maç sayısını belirleyecek topun banttan sekip iki taraftan birinin alanına düşme ihtimali midir, yoksa aslında dışarıya düştüğü halde içeride kararı verilen bir ‘winner’la oyuncunun maçı kazanması mıdır? İşte futbolun ruhunun ne olduğu da, aslında bu soruya vereceğiniz cevapla aynı.
Peki nedir bu hatalı kararların çözümü deseniz, +2 asistan hakem uygulamasının yanı sıra, sadece ofsayttan verilen/verilmeyen goller, topun çizgiyi geçip/geçmediği durumlar, ceza sahası içindeki elle müdahaleler için başvurulacak, önünde ekran bulunan bir hakemin daha yer alması bana en çok mantıklı gelen çözüm. Ayrıca adaleti tam sağlayabilmek açısından, bu uygulamalar tüm turnuvalarda ve liglerde yapılmalı, FIFA bunu için gereken kaynakları sağlamalı.
0 yorum