"Galatasaray'ın adının olduğu her yerde umut vardır" diye buyurmuştu büyüklerden Derwall. Evet, bu söz geçmişte de geçerliydi şu anda da gelecekte de... Problem umudun olmaması değil, Galatasaray'ın adının olmaması.
Bir düşünün, Türk takımlarında başarısızlıkta fatura kendimizi bildik bileli ilk kime kesilir. Aynı isim geldi değil mi aklınıza. Peki bir daha düşünün, bunca hayal kırıklığına, başarısızlığa rağmen Galatasaray'da çıt çıkarılmayan tek kişi kim? Deminki sorunun cevabı, bu soruda da çıkar karşımıza. Bugün takım dağılmış, kendi evinde 2-0 mağlup durumdayken oyuna Barış Özbek'i ve Serkan Kurtuluş'u aldığı için tribünde ve ekran başında kafayı duvarlara sürten yığınla taraftar Rijkaard'a mı kızıyor, tabii ki hayır. Uzun süredir ilk defa bir teknik adam arkasında tribün baskısı olmadan çalışıyor Türkiye'de. Ama ne fayda, takım zor durumdayken ümitsiz bir şekilde sahanın içinden hocasına bakan oyuncu, hocasının da yedek kulübesindekilere bakıp çaresizlikler içinde kıvrandığını görüyor. Bugün PAOK'a yenilen Fenerbahçe'de Semih'in yerine Niang, yanına Gökhan Ünal, arkasına da Özer Hurmacı girebiliyorken, geçen seneyi A2 takımında geçirmiş Serkan Kurtuluş ve 24 yaşına kadar 2. ligden yukarsında hiç oynamamış Mehmet Batdal'ın yerine alternatifi yok Galatasaray'ın...
İşte bu yüzdendir ki Galatasaray'ın yaptığı maçlar hakkında sistem, taktik ve diziliş olarak yazı yazmamaya, eleştiri yapmamaya devam ediyorum. Bir Galatasaray'lı olarak, Galatasaray her gol yediğinde, her puan kaybettiğinde içten içe umutlanıyorum ve kalın kafalıların idrak mekanizmasının faaliyete geçmesini umuyorum.
"Amacımız, İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak, Türk olmayan takımları yenmek" ise, laf kalabalığından, reklamdan çok icraate ihtiyacımız olduğunun bilinmesi gereklidir. Yaldızlı, rengarenk formalarla şampiyon olunsa Palermo, büyük statlarla Avrupa Kupası kazanılsa Napoli her sene kafaya oynardı.
Ha bu resmi seçmemin nedeni mi? Özel değil, denk gelmiş...
0 yorum