2010 Dünya Kupası C Grubu'nda maçlar sona erdi ve Türkiye 5'te 5 yaparak 2. turda Fransa'yla eşleşti. Her ne kadar son ana kadar Yeni Zelanda'yı beklemiş olsak da, Okyanusya ekibinin özellikle 2. periyotta oynadığı oyun (22-5) istedikleri 12 sayılık farkı yakalamalarını sağladı ve Yeni Zelanda daha kolay bir kura olan Rusya'yla eşleşti. Ben de 5'te 5 yapan takımımızın neleri iyi, neleri kötü yaptığına dair (çoğunlukla kötüler) kendimce bir analiz yapmak istedim...
Fildişi Sahili maçıyla başladık gruba. Rahat geçmesini beklediğimiz, neredeyse her oyuncumuzun birbirine yakın süreler aldığı maçı 86-47 kazanarak turnuvaya güzel bir başlangıç yaptık. İlk ciddi rakibimiz olan Rusya maçını ise, 2. periyotta yaptığımız etkili alan savunmasıyla yakaladığımız farkı, maç sonuna kadar koruyarak kazandık. Göze çarpan ilk yanlışımızı da bu maçla beraber görmüş olduk. Evet Tanjevic alan savunmasını seven ve sürekli bunu uygulayan bir antrenör ama oyun içinde öyle anlar geliyor ki alan savunmasını terketmemiz gerekiyor. Ama Tanjevic bu dakikalarda da ısrarla taktiğinden vazgeçmiyor. Rusya maçının son periyodunda, bu inat yüzünden bir ara maç zora giriyordu ki, Hidayet imdadımıza yetişti. Sorumluluğu aldı ve üst üste isabetli şutlarla maçı kazanmamızı sağladı. Kenardan gelen Ender'in en kritik anlarda rakibin direncini kıran 3/5 üçlük isabetiyle attığı 9 sayı da günün dikkat çeken bir diğer performansıydı.
3. maçımız grubun ve belki de bizim için turnuvanın en kritik maçıydı. Daha önceki tüm büyük turnuvalarda hep son dakikaları bizden daha iyi oynayarak bizi mağlup etmeyi başarmışlardı. Özellikle 2006 Dünya Şampiyonası ve 2009 Avrupa Şampiyonası'nda aldığımız mağlubiyetler, en çok umut beslediğimiz anlarda gelerek tüm hayallerimizi yıkmıştı. Bu maçı kazanan grubu lider bitirecekti ki finale kadar İspanya ve ABD'yle eşleşmeme fırsatını da elde etmiş olacaktı. (Şu anda sadece ABD'yle eşleşmeyeceğimiz kesin, yarı finale çıkarsak İspanya'yla oynama ihtimalimiz mevcut) Ankara'da 10500 seyircimizi de arkamıza alarak iyi bir maç çıkardık ve 3. periyotta komşuya sadece 12 sayı imkanı vererek son periyoda 14 sayı önde girdik. Periyodun başlarında Ömer Aşık'ın smacıyla 18 sayıya kadar çıkardığımız fark, girdiğimiz rehavet ve Yunanistan'ın savunma sertliğini en üst düzeye çıkarması sonucu 8'e kadar düştü. Ama yine Hidayet'in yine çok kritik bir anda gelen üçlüğüyle Yunanistan'ın direncini kırarak maçı kazandık. Hidayet'in yanında bahsedilmesi gereken çok daha özel bir adam vardı ki attığı 26 sayıyla Yunanistan maçını adeta tek başına aldı: Ersan İlyasova. Artık geriye kalan 2 maçımızdan birini kazanmamız bile grup liderliği için yeterliydi. Her ne kadar bu maçın verdiği çoşku herşeyi unutturmuş olsa da Schortsanitis'e pota altında çare bulamamamız ve uzunlarımızın dış şut tehdidi olan Bourousis ve Tsartsaris'i boyalı alan dışında savunmaması önemli eksiklerimiz olarak göze çarpıyordu. Son periyotta Yunanistan'ın uyguladığı tam saha baskıya rağmen Tanjevic'in bir türlü 2. oyun kurucu olarak Ender'i oyuna almaması, tam aldı diye sevinirken çıkarttığı oyuncunun Kerem Tunçeri olması Tanjevic'in eksisi olarak hanesine yazıldı. (Tek eksisi buydu. Hata da yapsa, onun çizdiği etkili oyunlarla 3. periyotta maçı kopardığımızı da kabul etmek gerek)
Yunanistan maçının rehavetiyle çıktığımız Porto Riko maçı ise, madalya yolunda beni en çok umutlandıran maç oldu. Çünkü seneler sonra ilk defa kötü oynadığımız bir maçı kazanmayı başarmıştık. Hidayet'in maçtan sonra da söylediği gibi "aptal hatalar"la zora soktuğumuz maçı, son 15 dakikada biraz ciddiye almamız yeterli oldu. Ayrıca madalya için sadece Hidayet ve Ersan'ın yetmeyeceği, ekstra katkılar da almamızın gerektiği turnuvada bu maç da kendi içinde 2 kahraman çıkardı. Attığı 12 sayıyla ilk yarıyı skor olarak sadece 7 sayı geride bitirmemizi sağlayan Ömer Onan ve ikinci yarıda hem hücum hem savunmada müthiş bir enerjiyle oynayıp takımını ateşleyen Kerem Gönlüm. Dünkü Çin maçının ise fazla değerlendirilecek bir tarafı yok. Başından sonuna kadar belki de Millilerimiz'in son yıllarda oynadığı en rahat maçlardan birisiydi. 4 oyuncumuz hiç dakika almadan dinlenirken, diğerleri de süreyi paylaşarak ve adeta antrenman havasında maçı bitirdiler. Tek anlayamadığım Ömer Aşık ve Semih'in toplamda aldığı 52 dakikanın birazı da Kerem Gönlüm'e paylaştırılarak bu iki oyuncu da dinlenemez miydi? Koçun tercihidir saygı duyuyorum...
Takımda görünen problemlere yukarıda kısaca değinmeye çalıştım. Gözüme çarpan en önemli problem savunmada, pota altındaki yardımlaşma problemleri. Ömer, Semih ve Ersan eşleştikleri rakiplerine göre daha atletik oyuncular ve hücumda bu özellikleri onlara önemli bir avantaj sağlıyor. Ancak savunmada fizik olarak kendilerinden üstün oyuncuları çok rahat potaya döndürüyorlar. Ya yardım götüremiyoruz ya da götürdüğümüzde dışarıda bir oyuncuyu boş bırakmak zorunda kalıyoruz. Her ne kadar savunmamızla övünsek de, Porto Riko ve Yunanistan maçlarında rakibin kaçırdığı üçlüklerin neredeyse yarısı boş atışlardı. Özellikle Hidayet bu konuda biraz daha dikkatli olmalı. Çok hırslı, beklentilerin farkında ve her yere koşmak yetişmek istiyor. Ama bu oyunu sebebiyle bazen guardlara yardım etmek isterken kendi adamını boş bırakarak olmadık bir sayı yememize sebep olabiliyor. Bir diğer önemli problemimiz ise hızlı hücumlar. Mümkünse biz Ömer Onan'ın herkesten önce ileriye koştuğu pozisyonlar hariç hızlı hücum yapmayalım. Hidayet'le, Ersan'la yapmaya çalışıyoruz. Olmuyor, komik duruma düşüyoruz ve dönüşünde de savunmada eksik yakalanıyoruz. Sakin ve planlı oyunumuzu oynayalım yeter. Son olarak da lütfen ama lütfen son hücum için çizilen bir hücum planımız olsun ve onu uygulayalım. Sadece milli takım değil TBL'de izlediğim birçok maçta da ne zaman son hücum kullanılacak olsa oyun kurucu ya da takımın en iyi şutorü topu alıyor, rakip yarı sahaya girdiği gibi 15 saniyeyi orada yiyor ve son 3-4 saniyede zorlama bir atış yapıyor. Milli takımda da hiçbir periyodun son hücumunda bundan farklı birşey olmadı. Hidayet, Kerem ya da Ender'le tüm süreyi yiyerek bekleyip, son saniyelerde zorlama atışlar yaptık...
Hem Fransa'yı hem de sonrasında gelecek olan Slovenya-Avustralya galibini eleyerek yarı finale çıkabilecek gücümüz var. Fransa kadrosu yapı olarak bizim 2006 kadromuza benziyor ama bizdeki kadar geniş bir rotasyonları yok. Batum, Gelabale, Koffi, Batum ve Albicy gibi oyunculara sahipler ama bu 5 dışında bir 6. oyuncuları daha yok. Grubu 4. bitirerek İspanya galibiyetinin tesadüf olduğunu düşündürdüler. Diğer taraftan gelecek takım da büyük ihtimalle Slovenya olacak. Geçen sene Lorbeek'li, Lavrinovic kardeşlerin olduğu Slovenya'ya son topun çemberde dönüp dışarı çıkmasıyla yenilmiştik. Şimdi daha eksik bir kadroyla ama daha inançlı bir şekilde geldiler Türkiye'ye. İçeriden oynayacakları ikili oyunlar ve dış şutlarla etkili olacaklar. Doğru adam paylaşımını yaptığımız sürece, önce yarı final, sonrasında madalya hayal değil. Yeter ki inanalım...
Not: Genelde olumsuz tablo çizen bir yazı olmasına rağmen, bu satırların yazarı 12 dev adamın finale çıkacağını düşünüyor. Sadece 5'te 5 yapıldığı sırada tüm yazılı ve görsel basında efsaneler yazılırken, işe bir de diğer tarafından bakmak istedim...
Fotoğraflar fiba.com'dan...
0 yorum